Ece / Deniz
"Mızıkçı!"
Michael'ı duymamış gibi yaparak hızlıca kalabalığın arasından sıyrılarak tuvaletlere doğru ilerledim. Tabii ki ölene dek, Michael'ın beni yendiğini kabullenmekten kaçacaktım ve şimdi çiş yapmaya sıvışarak da tam olarak yaptığım şey buydu.
Sütunlarla desteklenmiş geniş lobiye girdiğimde düğünün sesi kısmen bastırılmıştı. Topuklularımın zeminde çıkardığı tıkırtılar eşliğinde gözüme kestirdiğim tuvaletlere yürümeye başladım. Lobi, yanından geçtiğim sütunun arkasında kalan çift dışında boştu, onlar da beni fark edebilecek bir durumda değillerdi zaten...
Onların rahatını bozmamak için hızlıca ilerleyerek o tarafa doğru hızlı bir bakış attım.
Ve olduğum yerde kalakaldım.
Yüzüme şapşal bir sırıtış yerleşirken kendimi mutlu olmaktan alıkoyamamıştım. Yani, şu şapşiklere baksanıza!
Arkasında durdukları sütundan, onları apaçık bir şekilde göremesem de Alex'in vahşi saçlarını ve Calum'un o çirkin, ekoseli blazer ceketini oldukça net tanıyabilmiştim. Ve eğer şu an yüzlerinin yüzde doksanı çoktan birbiriyle temas halinde olmasaydı, yemin ederim ikisinin suratlarını birbirlerine ben sürterdim.
Heyecanla kıkırdayarak geri geri yürüyüp geldiğim yöne döndüğüm sırada, tam karşımdaki merdivenlerden inen Deniz'le göz göze gelmiştim.
Ben'le konuşurken kendimi muhabbete o kadar kaptırmıştım ki, çişimin geldiğini ancak bir idrar kesemde bir damlalık yer kalmışken fark edebilmiştim. Ama o bir damla da zaten tuvalete doğru başladığım yolculuğumda çoktan doluvermişti. İşte şimdi klozette otururken yüzümde gittikçe büyüyen sırıtmanın sebebi tam da buydu. Huzurluydum, az önce küçük bir gerginlik atmış olsam da...
Anlaşılan, Liz Hemmings fobimi hala atlatabilmiş değildim. Aslında düğünün başından beri Liz'le konuşma fırsatı bulmuş ve baştaki gerginliğimi üzerimden atmıştım. Ya da öyle sanmıştım. Çünkü az önce, onun da birkaç metre önümden yürüyerek tuvalete girdiğini gördüğümde, bu saçma ortamdan kaçınmak için kendimi üst kattaki tuvaletlerden birine atmıştım.
Ama bu konuda kimse beni yargılayamazdı. Kabul etmek lazım, tuvalet muhabbeti oldukça gergin bir şey. Ne olacaktı, birbirimizi mi bekleyecektik? Beni çiş yaparken mi dinleyecekti?
Ellerimi yıkayıp tuvaletten çıktım ve lobiye giden basamaklardan inmeye başladım. Ayağımdaki topuklularla düşmemek için olağanüstü bir çaba göstererek işi ağırdan almıştım ki gözlerim ilerideki sütunların arkasındaki karaltıya takıldı.
"Siktir." dedim kendi kendime, yüzümde bir sırıtış oluşurken. Ben onlardan daha yukarıda kaldığım için, ve aslında daha çok da ilgileri birbirlerinde olduğu için, onlar beni göremiyorlardı ama ben Calum ve Alex'i yiyişirlerken bayağı net görüyordum.
Ne yapacağımı bilemediğim o saniyelerde yerime saplı kaldığımdan, tüm beyin fonksiyonlarım bu şoku atlatıp da normale döndüklerinde, kendimi sapık gibi onları izlerken bulmuştum. Artık normal halime döndüğüm için ne yapacağıma karar vererek bu sefer de olduğum yere puslanıp onları izlemeye devam ettim çünkü sapık olmak tam da bunu gerektirirdi...
Üzerinden çok da uzun süre geçmemişti ki bir çift tanıdık gözün bana baktığını hissetmiştim. Hatta daha çok kafasını sağa sola sallayarak kocaman açtığı ağzıyla ilgimi çekmeye çalışıyor gibiydi. Raph...
Onu fark ettiğimde ona aynı şapşallıkta bir sırıtış yolladım ve onun küçük bir aptal gibi duruma el çırpmasıyla, sapıklığımız tescillenmiş oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
5 Seconds of Australia
FanficAyaklarımın altında uzanan sonsuz okyanusu görene kadar Avustralya'ya gidiyor olduğuma inanamamıştım.