*Ece'nin ağzından*
Bavulumu yanımda çekiştirerek ilerlerken sessizce Michael'ın yanına sokulup koluna girdim. Yola bakmaya devam ederken yüzünde bir gülümseme oluştuğunda kendimi mutlu mutlu sırıtmaktan alıkoyamadım. Boğazımı temizlediğimi duyarak bana döndü, o sırada uçağa çıkan yolu tırmanmaya başlamıştık.
"Luke hala Deniz'in senin yanında oturacağını kabullenmedi." dediğimde kendi kendine göz devirmişti. "Sence siz onu kovana kadar başınızda ne kadar dikilecek?"
"İki dakikadan fazla dikilirse ben onu kovacağımdan eminim. O yüzden..."
"Michael." dedim ona bilmiş bilmiş bakarak. "Sen onu kovduğunda oradan gideceğini mi düşünüyorsun? En az iki dakika daha orada dikilecek."
"Gitmezse ne olacağını biliyor, o yüzden de siktirip kendi yerine oturacak." dediğinde onu ciddiye almamıştım bile. Gitmezse hiçbir şey olacağı yoktu çünkü. Gerçi Michael belki biraz bağırabilirdi...
"Var mısın iddiaya?" diye sordum serçe parmağımı ona uzatıp tek kaşımı kaldırarak. Bana sırıtarak kendi parmağını benimkine doladığında, "Varım." dedi benim gibi Türkçe konuşarak. Parmaklarımızı birbirinden ayırmadan yan yana yürümeye devam ederek sonunda uçağa varmıştık.
Girişte bizi karşılayan hosteslere sıcak bir gülümseme gönderdiğimde bir tanesinin yüzüme bile bakmıyor olduğunu görmek biraz sinirimi bozmuştu. Suratındaki korkunç gülümsemeyle, omzumun üzerinden nereye bakıyor diye görebilmek için arkamı döndüm ve görünürde Luke'tan başka kimse olmadığını fark ettim, diğerleri daha arkadaydı. Luke'un dikkat çekici, hatta direkt çekici, bir insan olduğunun farkındaydım ama kadının bana yaptığı şey biraz ayıptı.
Hostes Luke'a tiz bir sesle iyi günler dilerken ona gözlerimi devirdim ve Michael'ın peşinden koltukların arasına daldım. Hala birbirlerine kenetli olan küçük parmaklarımızı gördükçe yüzümdeki sırıtış gittikçe genişliyordu. Sanırım kendi ilişkimin en büyük fanı, en büyük Mice shipper bendim.
Michael kendi çantasını yukarıdaki bölmeye yerleştirirken ben, kendiminkini kaldırmaya tenezzül bile etmemiştim çünkü bunu beceremeyeceğimi biliyordum. Büyük bavuluma tüm eşyalarımı sığdıramayamacağımızı fark ettiğimizde, bana ikinci bir küçük bavul hazırlamaya karar vermiştik ve bunu da zar zor kapatabildiğimiz için oldukça ağır olduğunu tahmin edebiliyordum.
Michael bana döndüğünde ona sevimli bir sırıtış gönderdim. Kıkırdayarak bavulumu yüklendiğinde hiç zorlanmamıştı bile.
"Beni kucaklamaktan antrenmanlısın galiba."
Michael bana gözlerini devirirken yanımda bir anda Ashton belirmişti. "Ece, birlikte oturacağız, değil mi?"
"Evet ama," dedim sessizce ve tepeye çanta yerleştirmeye çalışan Luke'a hızlı bir bakış attım. "bunu ona nasıl söyleyeceğimizi bilmiyorum. Zaten Deniz'le oturamıyor diye depresyonda."
O sırada, çoktan koltuğuna yerleşmiş olan Calum araya girerek "Benimle oturmanın nesi varmış?" diye sorduğunda hepimiz sessizleşmiştik. Çocukların söylediğine göre Calum bazen uzun uçuşlarda çok uyuz olabiliyordu. Kulaklıkları takılı, kafası kitabına gömülü bir şekilde kendini soyutluyordu ve bu yüzden de Luke onunla sıkılacağını düşünüyordu.
Michael sanki hiçbir şey olmamış gibi bir anda arkasını bize dönüp çoktan oturmuş olan Deniz'in yanına giderek "Bilgisayarı getirdim." dedi ve koltuğa atladı. Ona sırıtarak bakan Deniz'e sorarcasına, "Bellek sende?" dediğinde o ikisini kıskandığımı biliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
5 Seconds of Australia
FanficAyaklarımın altında uzanan sonsuz okyanusu görene kadar Avustralya'ya gidiyor olduğuma inanamamıştım.