Deniz
3 saat 17 dakika.
Tam olarak on bir bin sekiz yüz yirmi saniyedir gözlerim kapanmamıştı. Bu jetlag uyku falan yapmıyor muydu?
Aslında her şey birkaç saat önce tansiyonumun tavan yapmasıyla başlamıştı. Ne demek Ben Hemmings bizi otel kapılarında karşılamıştı!? Hadi ama bundan sağ çıkabilmem ihtimal dahilinde bile değildi.
Uçağımız bir günün sonunda nihayet yarım dünya turunu nihayet tamamladığında hepimiz varmanın mutluluğunu yaşamıştık. Mutlu olduğumuz kadar da yorgunduk tabii ki. Çocuklar Ece'yle ikimize daha inmeden önce hava alanından ayrı çıkmamız gerektiğini söylemişlerdi. O yüzden Raph ile ikimiz bize verilen talimatları takip etmiş ve dışarıda bizi bekleyen araca hiç sorun yaşamadan binebilmiştik. Her şey ikimiz bir başımıza otele geldiğimizde başlamıştı zaten...
Arabadan indiğimiz gibi karşımda beliren siluetin gerçek olup olmadığını uzun bir süre kavrayamamıştım. Hemmings ailesinin ilk göz nuru, yüzüne yerleştirdiği kocaman bir gülümsemeyle bize bakıyor ve hoş geldin dilekleriyle bizi selamlıyordu. Nefes almam konusunda uyarılmasaydım eminim yüzümün rengi mora dönüşürdü. Neyse ki Ece hem bu görevi üstlenmiş, hem de beni idare ederek aynı şekilde karşılık vererek çocuklar da aramıza katılana kadar maçı idare etmişti. Luke'a ağzımdan çıkarabildiğim birkaç kelime ile neden bundan söz etmediğini sorduğumdaysa bana 'unuttuğunu' söylemişti. Aptal. Ben onu kendi abimle tanıştırdığımda en azından yakınlarındaydım, onun yaptığı adilikti.
Tabii ki bunun üzerine oda anahtarları dağıtılırken Ece'yle kalmak istemiştim. Michael'ın bana yönelttiği sevgi dolu bakışları hala gözümün önünde olsa da verdiğim karardan kesinlikle dönmemiştim. Yani... Odamıza geldikten sonra Michael'ın beni kendi odamdan atması ise işin bambaşka tarafı olsa da. Kırarcasına çaldığı kapıdan bir hışımla girdiğinde benim çıkmamı bile beklemeden bavullarımı koridora taşımıştı... Göt. O yüzden ben de tıpış tıpış Luke'un kapısına dayanmıştım.
Şimdi ise Luke'un horlaması eşliğinde odadaki bütün eşyaların desenini ezberlemiş, saatleri dakikalara, dakikaları saniyelere dönüştürmekle uğraşıyordum. Uçuşun bende baş ağrısı veya daha kötüsü migren yapmasından korkmuştum ama neyse ki hala öyle bir şey hissetmiyordum. Yerimde doğrulduğumda döndükçe daha da uyuyamadığımı farkına vardım ve baş ucumdaki telefona uzanıp Ece'ye mesaj attım.
Bebek >
Ben uyuyamıyorum ya >
Luke başını yastığa bile koymadan uyuduğu için benim gibi zorlanmadı bile >
Mike da hemen sızdı mı >
Daha önce Luke'un bu kadar horladığını fark etmemiştim ayrıca, küçük ayıcık >
Ekrandan gözlerimi çekip Luke'a döndüm. Yüz üstü yatıp ellerini yastığının altında sokuşturup kafasını üstlerine yerleştirmişti. Açık perdeden yansıyan ay ışığı tenine vururken, dikkatli izlemeye başladığımda aldığı nefesleri bile görebildiğimi fark ettim. Kalbimin pıt pıtlaması hızlanırken yüzüme yansıyan sırıtışa engel olamadım.
İzmir'deyken attığı triplerden sonra uçakta bana küstüğünde bile buna dayanamamıştım. Küs haliyle sandviçimi reddetmesine ise benim aç kalmamam için yemek istemediğini söylemişti. Kesinlikle benden daha düşünceli bir çocuktu... Yolculuğun kalanını onun yanında geçirmeye karar verdiğimde ilk başta sürekli Michael'ın yanına gidip gitmeyeceğimi sorup dursa da bir süre sonra yanında olmamı kabullenmişti. Michael ile dizi keyfimizin ayrı bir keyfi vardı ama yine de Luke'un yanında kendimi daha huzurlu hissettiğim açık bir gerçekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
5 Seconds of Australia
FanficAyaklarımın altında uzanan sonsuz okyanusu görene kadar Avustralya'ya gidiyor olduğuma inanamamıştım.