Deniz
Odanın kapısı arkamdan gürültülü bir şekilde çarptığında gözlerim istemsizce yumuldu. Ne olduğunu anlamadığım bir ıslaklık sıcak yanaklarımdan aşağı süzülürken kalbimin atışını kulağımda hissedebiliyordum.
Sahilden buraya kadar nasıl bir hızda gelmiştik bilmiyordum ama birkaç gündür olan her şey artık göz ardı edilemeyecek duruma gelmişti.
Yeniden hareket ettiğimde odanın içinde benden en uzak köşeye giden Luke'un yanına vardım.
"Sen aptal bir çocuksun."
Her kelimemde ona etki etmeyen yumruklarımı göğsüne geçiriyor ve artık ağlamamın işareti olan gözyaşlarımı sakınmadan bağırıyordum.
"Neden!? Neden bana bok gibi davranıyorsun?"
"Zaten üç gün sonra bir daha beni hatırlamayacaksın bile!"
"En başından beri gideceğin belliyken neden yanındayken son anlarımda biraz daha mutluluğum olmaya devam etmiyorsun?"
Artık hıçkırıklarıma hakim olamıyordum. Kelimeler ağzımdan nasıl çıkıyor, nasıl anlaşılıyor umursamıyordum.
Sadece... Luke beni duysun istiyordum.
Sakinleşmeye çalıştım. Burnumu çektim ve hala yerinden kıpırdamayan Luke'un gözlerinin hizasına geldim. "Senden nefret ettiğimi nasıl düşünürsün?"
Sakinleşemiyordum.
"NASIL?"
Haykırmamla yeniden göğsüne vurduğumda dengemi kaybettim. Geriye doğru yalpaladığımda ani bir reflekse kollarımdan beni yakaladı. Düşmemi engellemek için bana doğru bir adım attığında dibimde bitmişti.
Benim bütün akşam sahil kenarında hoplayıp zıplamalarımla tenime yapışan deniz kokusuna karşılık o mis gibi kokuyordu. Klasik baharatlı parfümü kendi kokusuna karışacak kadardır üzerindeydi ve bu burnumun direğini sızlatıyordu. Bunun tadını asla unutmayacaktım.
Beni tutuşu sarılmaya dönüştüğünde hala tek kelime etmemişti. Uzun kolları belimden beni kendisine çekerken ben de ona dolanmaktan kendimi alamadım. Hıçkırıklarım sakinlemeye başladığında bunun doğru veya yanlış olmasını umursamadığımı fark ettim.
O, beni alt üst ediyordu.
Etmişti de.
Sıkıcı öğrenciliğimin en önemli mezuniyet döneminde hayatıma girmiş ve usulca yerini almıştı. Daha önce hiç kimseyle paylaşmadığım duygularımı ona şarkılarla dinletmiş, benliğimin tüm renklerini serdiğine inandığım gün batımlarını onunla paylaşmıştım.
Bu çok güzel ama aynı zamanda çok zayıf hissettiriyordu.
Onun sıradan bir internet videosuyla kitleleri ele geçirip tüm dünyayı dolaşmasının benim karşımda bir önemi yoktu. Çünkü o, sıradan apartmanların içine yerleştirilmiş yamuk pencereme uyum sağlayacak kadar düzgündü.
"Düğün gecesi," diye başladı ve dudaklarını ıslattığını duyabildim, ondan ayrılmadan dinlemeye koyuldum. "Çok içmiştin." Bu bildiğim ve gurur duymadığım bir ayrıntıydı. "Ve bir şey söyledin."
Sarılmamızın minik hareketlerle devam ettiğini durduğumuzda fark ettim. Kelimelerini yeniden düşündüğümde o gece söylemiş olabileceğim ve Luke'a bu kadar çok zarar veren şeyi düşünmeye başladım.
Kollarım yana düşerken o da beni bırakmıştı. Artık karşılıklı bir şekilde birbirimize dokunmadan duruyorduk.
Yeniden burnumu çektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
5 Seconds of Australia
أدب الهواةAyaklarımın altında uzanan sonsuz okyanusu görene kadar Avustralya'ya gidiyor olduğuma inanamamıştım.