Ece
Islak saçlarımı tepeden tutturmaya uğraştığım sırada Michael tuvalete girmişti. Saçlarının sekiz saniye içinde kurumuş olması bana biraz acı veriyordu doğrusu. Omzumun üzerinden diş fırçasına uzandığında ona imrenerek baktım çünkü ben yanıma kendi fırçamı almamıştım.
"Luke geldi mi?"
"Hayır." dedi Michael soruma karşılık. Dişlerini fırçalamaya başladığında konuşmaya devam etti, "Hepimizi aşağıda kahvaltıya çağırdılar, Deniz'le ikisi çoktan gelmişlerdir."
Sonunda lastiği topuzumun etrafından üçüncü kere geçirdiğimde ona döndüm. "Aşağıya mı iniyoruz?"
Başıyla beni onayladığında Ashton ve Calum'un yanına gideceğimiz için gerilmiştim çünkü dün geceden sonra bize laf atacakları kesindi. Boş boş lavaboya baktığım sırada Michael'ın yanağıma kondurduğu köpüklü öpücükle daldığım yerden kurtuldum. O kadar da kötü olamazlardı, değil mi?
Elimin tersiyle yüzümü silerek ona kıkırdadım ve salondan telefonumu almaya gittim. Michael da işini bitirdiğinde apartmana çıkmış, onun anahtarlarını bulmasını beklemeye başlamıştım.
Dün ikimiz birlikteyken bunu pek düşünmeme fırsat olmamıştı ama şimdi, gidecek oldukları gerçeğini kafamdan atamıyor gibiydim. Birkaç gün sonra balkondan dışarıya bakarken onların boş camlarını görecektim. Canım sıkıldığında konuşmak için kapılarını çalamayacaktım, hatta onlara her kafama estiğinde mesaj da atamayacaktım belki de.
Ayaklarımın bir anda yerden kesilmesiyle çığlığı bastım ve beni kucaklamış olan Michael'a koala gibi yapıştım. Kafamı kurcalayan şeylerle boğuşmaya başladığım her seferinde, beni oradan çekip çıkarmak için farklı yöntemler bulmasını takdir ediyordum ama yüreğimi ağzıma getirmesi kesinlikle içlerindeki en iyi yöntem değildi.
"Michael!" dedim tişörtünün yakasına sıkıca yapışarak çünkü basamaklara çok yakın duruyorduk ve aşağıya yuvarlanmak güne başlamak için pek de iyi bir yol değildi.
Benim tonlamamı taklit ederek "Ece!" dediğinde ona kızgınca baktım.
"Hala bana güvenmiyor musun?"
"Güveniyorum." dedim kelimeyi uzatarak ve gözlerimi masum masum açarak devam ettim. "Ama- Ama düşmekten korkuyorum."
"Seni düşürmeyeceğim."
"Kimse bilerek düşmez zaten, Michael." dedim gözlerimi devirerek ama o çoktan ilk basamağı inmişti bile. Kollarımı boynuna iyice dolayarak kendimi sağlama aldığımda ona omuz silktim.
"En azından eğer düşüp bir yerini kırarsan belki burada kalmak zorunda kalırsın."
Dönüp yüzüne baktığımda dudaklarının güzel bir gülümsemeyle aralanmış olduğunu gördüm ama gözleri basamaklardaydı.
"Bu biraz sadist bir düşünce." dedi sırıtmaya devam ederek.
"Biliyorum." diye kıkırdadım ve sonra kulağına yaklaşarak fısıldadım. "Ve bu konuda hiç üzgün değilim."
Merdivenlerden -talihsiz bir şekilde- sağ salim indiğimizde kendimizi açık kapının önünde dikilen Ashton'la yüz yüze bulmuştuk.
"Dünkü yaptıklarınız size yetmedi galiba." dedi pis pis kıkırdayarak. Michael'ın kucağından inip içeri geçerken Ash'in karnına elimin tersiyle hafif bir tokat geçirdim.
"Aman Tanrım, lütfen penisimi rahat bırak." dedi ona vurmamla aynı anda ellerini kasıklarına siper ederek. En sert bakışımı takınıp tek kaşımı kaldırarak ona dönsem de sapşal ifadesi hemen yumuşamama sebep olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
5 Seconds of Australia
FanficAyaklarımın altında uzanan sonsuz okyanusu görene kadar Avustralya'ya gidiyor olduğuma inanamamıştım.