75

11 1 0
                                    


Ölüm sessizce ama beklenen zamanda gelmişti. Balıklı Rum Hastanesi'nin karanlık bir odasında yatan, bir deri bir kemik kalmış incecik genç kadın için azrailin soğuk dokunuşu hiç de sürpriz olmadı.

Titremeler içinde yatarken iri kara gözlerini son bir kez açtı. Sanki salonu doldurup onu ayakta alkışlayan hayranlarına o zarif selamını vermek istiyordu. Bir de kulaklarında o eski melodi yankılandı;

"Beni de alın koynunuza hatıralar/ Dolanıp kalayım bir an boynunuza hatıralar"

Sonra gözleri sonsuza dek kapandı. Adını tarihe altın harflerle yazdıran Türk Tiyatrosunun ilk kadın oyuncusu Afife Jale'nin alkışlarla açılan, acılarla yoğrulan hayat perdesi işte böyle inmişti. Takvimler 73 yıl önce bugünü, 24 Temmuz 1941'i gösteriyordu.

Osmanlı'da Türk ve Müslüman kadınların sahneye çıkması yasaktı. Ama yüreği tiyatro ateşi ile yanan Afife, henüz 16 yaşındayken kararını vermiş, yolunu seçmişti. Jale takma adını kullanarak Darülbedai'ye başvurdu ve Muhsin Ertuğrul'un özel izniyle stajyer olarak sahneye çıkan ilk kadın tiyatrocu ünvanını kazandı. Ama bu yolculuk kolay olmamıştı. "Fahişe mi olacaksın?" diye üzerine yürüyen babasını bir kalemde silip, ailesini bile terk etmişti.

 Tiyatronun ışıkları Afife'ye ilk kez 1919 yılında 'Yamalar' oyununda başrolü oynayacak olan Eliza Binemeciyan isimli gayri müslim sanatçının Amerika'ya gitmesiyle güldü. Böylece Afife, Kadıköy'deki Apollon Tiyatrosu'nda sahneye çıkan ilk kadın sanatçı oldu.

Başlangıçta herşey çok iyi gidiyordu. Ama kısa sürede bir Türk kızının sahneye çıkması ortalığı ayağa kaldırdı. Afife'nin o dönemdeki yaşamı tam bir direniş içinde geçti. Kapıdan kovsalar bacadan giriyordu tiyatroya. Ama sonunda Darülbedai yönetimi baskılara dayanamadı ve genç kadını kovmak zorunda kaldı. Bu, onun için sonun başlangıcıydı.

Aynı yıllarda genç bir İstanbul beyefendisinin yıldızı sahnelerde parlamaktaydı. Benzer bir geçmişten geçen Selahattin Pınar, babasının "Çalgıcı mı olacaksın?" lafına çok sinirlenmiş, tası tarağı topladığı gibi evi terk etmişti. Ama onun işi Afife kadar zor değildi. Üstün yeteneği, pırıl pırıl sesi ve unutulmaz besteleri ile dönemin en popüler isimleri arasına girmişti.

Ve bir gün "Bir Bahar Akşamı Rastladım" dizeleriyle başlayan ünlü beste gerçek oldu. Kuşdili çayırındaki Hafız Burhan'ın konserinde yine bir bahar akşamı Selahattin, Afife'ye 'rastladı'. İlk karşılaştıkları anda sanki birbirleri için yaratıldıklarını hissetmişlerdi.

Selahattin Pınar'ın sevgisi, Afife'nin yaralı yüreğinde yepyeni umut çiçekleri açmasına neden oldu. Evlilikleri de aşkları gibi yıldırım hızıyla gerçekleşti. Fatih Camii'nin karşısıda bir apartman dairesine yerleştiler. İlk günleri evcilik oyunu gibi geçiyordu. Ut ve tambur sesleri, kahkahalar eksik olmuyordu bu sıcak yuvadan.

Fakat Afife'yi içten içe kemiren derdi her geçen gün biraz daha artıyordu. Tiyatrosuz bir yaşam, yaşamak değildi onun için... Yeniden sahneye çıkmak için elinden gelen her şeyi yaptı. İsmini değiştirdi, adı sanı bilinmeyen kumpanyalarla Anadolu turnelerine çıktı. Ama her defasında gerçek kimliği ortaya çıkıyor ve kapının önüne konuluyordu.

Afife Jale bazen odasına kapanıyor, saatlerce çıkmıyordu. Artık böyle yaşayamayacaktı... Selahattin Bey onun davranışlarının giderek garipleştiğinin farkındaydı ve bir gün öğleden sonra acı gerçekle yüzleşti.

Afife uymak bahanesiyle yine odasına kapanınca Selahattin Bey sessizce kapıya yaklaştı ve anahtar deliğine gözünü dayadı. Gördüğü manzara dehşet vericiydi. Canından çok sevdiği karısı damarlarına morfin enjekte ediyordu. Genç adam şaşkınlık ve korkuyla odaya dalıp karısını kollarına aldı. Öfkeden çok çaresizlik, acıma ve sevgi okunuyordu gözlerinde.

Afife kaçışı uyuşturucuda aramış ve en ağır şeklini bulmuştu. Haptan morfine, eroine kadar ne bulursa kullanıyor; kendini o yalan dünyanın sahte alkışlarıyla avutuyordu. Üstelik uyuşturucu bulmak için bir eczacıyla da ilişki kuruyordu.

Selahattin Pınar ise büyük aşkının gözlerinin önünde eriyip gitmesi karşısında çaresiz gözyaşları döküyordu. Onu bu korkunç alışkanlıktan kurtarmak için elinden geleni yaptı. Ama Afife hiçbir tedaviye cevap vermiyordu. Karısını, dönüşü olmayan bu yoldan çevirmek için çok uğraştı ama başaramadı Selahattin Pınar. Hatta bir ara az kalsın kendisi de düşüyordu uyuşturucu ağına.

İşte o zaman "Bırak gideyim, terk et beni yoksa sen de mahvolacaksın" diye yalvardı ona Afife... Önce bu teklifi kabul etmedi genç adam. Altı ay daha kabus dolu günler geçirdiler. Sonunda dayanamadı Selahattin Pınar; hayatının en güç kararı verdi ve ayrıldı Afife'den.

Sonrası tam bir karabasandı. Genç kadın beş parasızdı; parklarda yatıp kakmaya, aş evlerinde karnını doyurmaya başladı. Zaman zaman eski eşinin kendisi için yazdığı hüzünü besteleri taş plaklarda dinler, ağlardı. Ve büyük umutlarla başlayan yaşamı, Balıklı Rum Hastanesi'nin taş zeminli bir odasında son buldu. Tabutunu taşımak için sadece dört kişi gelmişti cenazesine. Ölümü hakkında hiçbir gazetede tek bir satır bile yazılmadı. Zamanla mezarının yeri de unutuldu gitti.

Ama efsanesi yıllarca dilden dile dolaşıp duracaktı...

Afife'nin ölümünün ardından geçen yıllar Selahattin Pınar için işkenceden farksızdı. Hiçbir zaman unutamadı büyük aşkını. Onun için hüzün dolu, kahır dolu unutulmaz besteler yaptı.

6 Şubat 196o'da radyoda "Beni Alın Koynunuza Hatıralar" şarkısını söyledikten sonra müdavimi olduğu Kalamış'taki Todori'nin meyhanesine gitti.

Doktorunun yasakladığı her türlü meze ve yiyeceklerle donattı masasını. Bir büyük şişe rakı da açtırıp yudumlamaya başladı. Sanki ölümle randevusu varmışçasına acele ediyordu. İşte o masanın başında kalbi durdu ve Afife'sine kavuştu Selahattin Pınar.

Tumblr'dan AlıntılarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin