92

2 0 0
                                    

Bir gün kaçtım buradan.

Ayların, yaşların ağır yükünden.

Çok sevdiğim bu kalabalıktan.

En çok da artık taşımaktan sıkıldığım kendimden.

Güneş hiç bu kadar büyük olmamıştı.

Ya da deniz hiç böyle güzel tuz kokmamıştı.

Bir baktım kendimi yanlışlıkla yanıma almışım.

İyi de yapmışım.

İhtiyacı varmış o ormanların yalnızlığına.

Ve o güzelim ahşap otelin tek sakini uzun saçlı, orta boylu adamın naifliğine.

Kilometrelerce ötede güneşli yollarda yürüdüm.Kulağımda en sevdiğim şarkıların sesiyle.

Durdum, minicik bir çiçeğin fotoğrafını çektim.

Daha önce hiç görmemiştim, bakmamıştım çünkü o yol kenarı mucizesinin göz alıcı güzelliğine.

Hiç araba geçmedi, oturdum yolun tam ortasında, dakikalarca.

Hiç sormadım kendime "Ben burada ne yapıyorum?" diye.

Yerim tam da orasıydı çünkü.

Hayatımda gördüğüm en güzel manzarayı bulup saatlerce oturdum tam ortasında.

Aslında oturmadım, ben o manzaranın kendisi oldum.

Bütün kızgınlıklarımı doldurdum defterlere.

O meşhur anti kahramanıma duyduğum tüm öfkemi, özlemimi anlattım satırlara.

Muhtemelen tesadüf değildi o gün içtiğim tek biranın dünyanın en güzel tadına sahip olması.

Ya da tek başına yediğim o akşam yemeğinin bu kadar lezzetli olması.

Ve o düşük çözünürlüklü saçma dizinin en iyi senaryo ödülünü almış bir başyapıta dönüşmesi.

Sessizlikte çalan telefonumun yüksek melodisi.

Minik odama kapanıp da tek başıma devirdiğim bir şişe şarabın kokusu başımı bu kadar döndürmezdi normalde.

Tesadüfen okumaya başladığım ve sonu o geceye denk gelen ağır kitap beni saatlerce ağlatmazdı.

Yazdırmazdı o duygularımla dolup taşan cümleleri.

Sabah o kadar erken kalkmazdım hiçbir mecburiyetim yokken.

Hepsi oldu.

Çünkü ben çok büyüdüm o iki günde.

Kendimle karşılaştım. 

Tumblr'dan AlıntılarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin