Bölüm 1: Biraz Vera, biraz da Milena

135 4 1
                                    

O zaman bir yerden başlayalım. İlk bölüm biraz uzun olmuş, şimdiden affınıza sığınıyorum. Sürç-i lisan ettiysem affola. İyi okumalar^^

"Canım kızım iyi ki doğdun, seni çok seviyorum. En yakın zamanda görüşmek dileğiyle. Arkadaşlarınla öyle çok fazla dağıtma."
Telefonumu kapatıp masanın üzerindeki tekilayı bir yudumda bitirdim ve elimle barmene bardağı işaret ettim. "Bir tane daha doldursana."
Barmen bardağı doldururken tereddütlü gözlerle bana baktı. Neden hep aynısı oluyordu? Barmeni gram tanımıyordum. Beni benden çok düşüneceğini de sanmıyordum. İnsanlar neden tanımadıkları insanları düşünüyormuş gibi davranmaktan bir türlü vazgeçmiyorlardı? "Takılma, kafam yerinde. Kolay kolay sarhoş olmam ben. Ayrıca olsam da kimin umurunda?" Birkaç shot daha attıktan sonra arabama binip evimin yolunu tuttum.
Evden içeri girdiğimde ışığı açmadan karanlığın içinde salona girdim. Çantamı koltuğun üzerine bıraktıktan sonra mutfaktan aldığım bir kadehe şarap doldurup salona geri döndüm. Çantamın içinden sabah işe giderken aldığım mumu çıkarıp cam kenarına geçtim.
Arka cebimden çıkardığım çakmakla mumu yaktım. Sigaramı mumun ateşiyle yaktıktan sonra "İyi ki doğdun Vera. Bombok bir seneye daha merhaba." dedim ve mumu üfledim. Mumu üflememle bir nebze de olsa aydınlanmış olan ortam yine zifiri karanlığa büründü. Karanlığın içinden ağır bir alkış sesi duyuldu.
Hızla cebimden telefonumu çıkarıp fenerini yaktım. Işığı sesin geldiği tarafa doğru tuttuğumda babamın bana bakan soğuk gözleriyle karşılaştım.
Babam... Sahiden, benim bir babam vardı.
"Çok dramatik oldu." dedi alkışına devam ederken. Hızla sigaramı söndürdüm.
Alkış sesi sinirlerimi bozmaya başlamıştı. Hem benim evimde ne işi vardı? "Kes şunu." dedim dişlerimi sıkarak ve kapının önüne adımlayıp tüm ışıkları yaktım. Işıkları yakmamla yüzünü tüm ayrıntılarıyla görmem bir oldu.
Yaşlanmıştı. Sadece iki yıldır görüşmememize rağmen açıkça belli oluyordu.
"Hoş bulduk." dedi alayla. Gülümsemesinin sahte olduğu öyle belliydi ki! "Demek doğum günün... Ayın kaçı bugün?" Gözlerini kısarak saatine bakmaya çalıştı. Salonda benden mi yoksa ondan mı geldiğini bilmediğim yoğun bir alkol kokusu vardı.
Yerinden kalkıp yanıma geldiğinde körkütük sarhoş olduğunu fark ettim. "Evimde ne işin var?"
"Doğum gününü kutlamaya geldim." Tekrar alkış tutmaya başladı.
Ruhsuzca güldüm. Evime nasıl girdiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu. "Gerçeği söyle." Bir insan babasıyla böyle nasıl konuşurdu? Söz konusu benim babamsa inanın bu tavrım az bile kalıyordu.
"Ablanla annenin katilini buldum."
Sinirle dişlerimi sıktım. "Annemle ablam kaza yaptı. Senden kaçarken. Senin yüzünden." Sakinleşmek için derin bir nefes aldım. "Her şeyi biliyorum. Beni kandıramazsın."
"Bir bok bildiğin yok!" diye bağırdı. "Gerçeği bilseydin annenle ablanın gerçekten kaza yapmadığını da bilirdin. Kendini çok zeki sanıyorsun, ama değilsin."
Bedenimin yanında duran yumruklarımı sıktım ve sert bakışlarla doğrudan gözlerine baktım. Uzun zaman sonra ilk kez ve muhtemelen son kez. "Hakaret seansımız sona erdi. Şimdi evimden defolup git! Evimden çık, senin yüzünü bile görmek istemiyorum. Nereden geldiysen oraya defol git!"
"Beni sinirlendirme. Aklının alamayacağı bir şekilde senin canını yakarım!"
"Ya sen kimsin? Kendi kendine yarattığın cehennemine defol git! Beni hiçbir şeyin içine sokamayacaksın. Senden öyle nefret ediyorum ki!"
"Babanım?" dedi alayla.
"Gerçekten benim bir babam var, değil mi? Unutmuşum ya. Kusura bakmazsın herhalde?" dedim onun gibi alayla.
Güldü. Nasıl bu kadar umarsızca davranabiliyordu? "Seninle bir anlaşma yapmaya geldim. İlgini çekeceğinden eminim."
"Benim seninle konuşacak bir şeyim olmadığına göre yapacak bir anlaşmam da yok. Seni dinlemek dahi istemiyorum. Çık evimden!"
"Annenin sana benden gizli aldığı ev burası mı?"
"Polis çağırmama çok az kaldı." Elime telefonumu alıp kilidini açtım ve tehdit eder bir şekilde gözlerimi içmekten kıpkırmızı olmuş gözlerine diktim.
"Annenle ablanın ölümüne sebep olanların izini buldum." Söyledikleriyle kanım dondu. Birkaç saniye boyunca ne demek istediğini algılamaya çalıştım ve soru sorarcasına yüzüne baktım.
"Gözlerime bakmıyorsun." dedi. "Neyden korkuyorsun Vera?"
"Gözlerine bakmıyorum çünkü senden iğreniyorum." dedim nefretimi belli edercesine tıslayarak.
"İntikam istiyorum."
"Saçmalık! Sen annemle ablam için intikam falan almazsın. Sen kendinden başka kimseyi sevmezsin. Bu işten asıl menfaatin ne? Açıkça söyle bak, yabancı yok."
"Bana yıllardır "baba" diye seslenmediğinin farkında mısın?"
"Aklımdaki baba tanımına pek uymuyorsun."
Kafasını salladı. "Her neyse. Kimse benim kızımın ölmesine sebep olamaz. Her şeyin bir bedeli var. Var mısın?"
Histerik bir şekilde güldüm. Kimse benim kızımın ölmesine sebep olamaz. Aynı şey benim başıma gelseydi umurunda bile olmayacağımdan adım kadar emindim. Ama sorun da buydu, artık önemsemiyordum. Herkes hak ettiğini buluyordu, sıra ona da gelecekti.
"Ne saçmalıyorsun? Senin iğrenç işlerine gerçekten bulaşmak istemiyorum. Gidebilirsin." Elimle kapıyı gösterdim ama o gitmedi. Aksine yayılarak koltuğuma oturdu. "Ufak tefek işler yapacaksın. Bir adrese çiçek falan yollayacaksın. Çok uzun vadeli içinde olmayacaksın."
"İstemiyorum! Yeter artık, çık hayatımdan!"
"Adı Haldun. Benim işlerime bulaşıp beni batırmaya çalışarak anneni elimden alabileceğini sanan bir itti."
Ellerimi kulaklarıma kapattım. "Sus! Sus! Duymak istemiyorum. Anlatma!"
"O it yüzünden o gece annenle Papatya kaza yaptı. Onun köpekleri kaza yaptırttı ablana."
Yutkundum ve "Sana inanmıyorum." dedim ama teslim olmaya başlamıştım. Biraz daha devam ederse eminim ki teklifini kabul edecektim.
"Kazaya dair raporlar elimde var. İstersen sana yollayabilirim."
Mantığım kalbimi yumruklarken kalbim hızlı bir hamle yapıp yenen taraf olmaya hazırlandı. "Bakmak istiyorum." Kalbim öldürücü darbeyi vurdu ve mantığım nakavt oldu. "Şimdi çık, git. Bir daha da sakın evime gelmeyi aklının ucundan bile geçirme!" Sesim o kadar kısık çıkıyordu ki kendim bile duyamıyordum.
Koltuktan kalkıp hiçbir şey söylemeden yanımdan geçti ve evden çıktı. Gider gitmez ellerimi başımın arasına alıp tekli koltuğa çöktüm ve ağlamaya başladım. Bir insan babasından nefret eder miydi? Ben ediyordum.
Ne kadar olduğunu bilmediğim bir süre boyunca orada öylece ağladım. Hiçbir şey yapmadan ağladım.
Annemin beni kollarının arasına alıp kulağıma her şeyin düzeleceğini fısıldamasına o kadar ihtiyacım vardı ki! Dizlerine yatıp ağlasaydım, o da saçlarımı okşasaydı yeterdi.
Yerimden kalkıp kütüphane olan odaya girdim. En sevdiğim kitabın arasından annem ve ablamla olan fotoğrafımı çıkardım. "Ne yapacağım?" Yüzümü avuçlarımın arasına aldım.
Fotoğrafı yerine koyup banyoya daldım ve elimi yüzümü yıkadım.
Çok geçmeden kaza raporu mail olarak telefonuma geldi. Kaza raporunun sonuna kadar arabanın neresinde ne gibi hasarlar olduğu yazıyordu ama sonunda yazan tek bir cümle duraksamama sebep oldu. "Mobese kayıtları incelendiğinde araca çarpan diğer aracın ters yönden gittiği ve araç yaklaştığında hızlandığı saptanmıştır. Bu duruma bakıldığında kaza kasıtlı yapılmıştır."
Telefonumu elimden hızla bırakırken okuduklarım karşısında tüm vücudum titremeye başladı.
Ne yapacağımı bilmeden sabaha kadar soğuk duvarın dibinde, başım kollarımın arasında durdum.
Kendimi sabah demlenmiş çayın suyu gibi hissediyordum.
Gece su içmeye kalkıp suyun olmadığını görünce mecbur kalınmış çayın suyu gibi...
Hani su olsa kimsenin umurunda olmaz, hatta ikinci kez çay koyarken hiç düşünmeden dökülür ya...
Bir nevi yedek plan yani.
Ben bugün yedek plandım.
Hiçbir işe yaramayan vasıfsız, yeteneksiz ve boş bir insandım.
Değersiz bir insandım.
Kendi kendini bile anlamayan bir insandım.
Ben belki de bugün ilk defa kendim gibiydim. Anlatamasam da kendimdim.
Ne kadar konuşursam konuşayım anlatamıyordum, anlaşılamıyordum, anlamıyorlardı. Kendimi ifade edemiyordum.
Derin bir nefes alıp düşündüm.
Kendimi anlamayan beni başkaları nasıl anlayacaktı ki zaten?
Ben bugün anlaşılamıyordum.
Ben bugün yapayalnızdım.
Ben bugün biraz Vera gibiydim, biraz da Milena gibi...
Ben bugün tam da onlar gibi hissediyordum.
İkinci plana atılmış, çaydanlıkta kalmış su gibi...
Sadece deniz dalgalı ya da pis olduğunda tercih edilen havuz gibi...
Zaten deniz varken havuzu kim düşünürdü?

Yalnızlığın OyuncaklarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin