Bölüm 12: Merkür ile Plüton

36 1 0
                                    

Upuzun bir aradan sonra, yazmayı unutmuşken şöyle ufak bir bölüm yayımlayıp kendimi 500 sayfalık kitaplara gömeyim o hâlde. Çok içime sinen bir bölüm olmasa da... (Umarım okursunuz.) Herkese güzel okumalar. Yorumlarınızla kendimi düzeltmek istediğimi de söylemeden geçmeyeyim.

           

Hayal kırıklığı hep benimleydi. Alışmıştım. Kötü bir alışkanlık gibi belki. Defalarca başını belaya sokan, kalbini kıran ama seni bir türlü rahat bırakmayan kötü bir arkadaş gibi ya da... Hayal kurduğun için en başından sonuçlarına katlanmak zorunda olduğun...

"Abi ne yapıyorsun?" dedi Demir. Yavaşça yerden doğruldu.

Kafamı silahı dayayan Mustafa Orbay'dan başkası değildi.

Hayal kırıklığı kötü bir arkadaştı. İnsanların kalbini darmaduman etmek gibi kötü bir alışkanlığı vardı.

"Neden?" dedi Mustafa cevap vermeyince. Hesap sormuyordu, yakarıyordu. Her şeyin yanlış anlaşılma olması için yalvarıyordu içinden. Sesi ıstırap doluydu.

"Üzgünüm." dedi Mustafa sadece.

"Üzgünüm? Ne üzgünü, ne-neyden bahsediyorsun sen?"

Babam kalkmaya yeltenince dikkatini ona yoğunlaştırıp silahı doğrulttu. "Sakın! Bir şey yapmaya çalışma! Sakın." Bir yandan abisine bakıyor, bir yandan da babamı kontrol ediyordu.

Hayatımda ilk defa ölmeyi diledim. İlk defa artık katlanamayacağımı düşündüm.

Taşları üst üste dizmiştik. Son taş kalmıştı bir tek. Sonra şiddetli bir deprem olmuştu ve geriye sadece koca bir enkaz kalmıştı. Her şeyi başarabilirdik belki ama bu enkazı toparlayamazdık. Bu sefer değildi.

Silahın namlusu şakaklarıma ağrı girmesine sebep olmuştu ama şu anki dertlerin en küçüğüydü bu. "Demir elindeki silahı bana getir. Sonra Vera'yı alıp git." dedi düz bir sesle.

"Yapma." Kekeliyordu. Girdiğin şokun etkisiyle konuşmakta güçlük çekiyordu.

"Dediğimi yap Demir!"

Demir yavaşça yutkundu. "Katil mi olacaksın?" dedi fısıltıyla. "Onun Papatya'ya yaptığının aynısını sen de ona mı yapacaksın? Bırak teslim edelim, cezasını çeksin." dedi sessizce.

"Hiçbir şey bilmiyorsun!" diye bağırdı abisi. "Yaşamayı, hapislerde sürünmeyi bile hak etmiyor!" Silahı daha sert bir şekilde başıma bastırdı. "Şimdi silahı bana getir ve gidin buradan. Babamla bunların hepsinin hesabını soracağız."

Demir'e baktım. Babamın kafasına doğrulttuğu silahı tutan eli titriyordu. "Yine olan sana olacak. Sana olacak. Anneme olacak. Annemi mahvediyorsun şu an." dedi fısıldayarak. "Kendini bırak, annemi nasıl bu hale düşürebilirsin sen? Daha dün annemle kavuştunuz ya. Seni yıllar sonra buldu. Kendini düşünmüyorsun, bizi düşünmüyorsun bari annemi düşün! Bir kere de bencillik yapma."

"Ben mi bencilim?" dedi Mustafa sessizce. "Yıllardır Papatya için yaşamadım bile! O saçma sapan kulübede yaşamaya çalıştım!"

Mustafa'nın belimdeki eli daha da sıkılaşmıştı. Demir'inse sinirden alnındaki damar öylesine belirginleşmişti ki çatlayacaktı neredeyse. "Bencilsin! Ölmüş birinin intikamını almak için annemi diri diri mezara soktun! O kadın ne kadar zamanda kendine gelemedi, biliyor musun? Seni gördüğünden beri yüzünün nasıl renklendiğini biliyorum ben. Bu yüzden evet, bencilsin!"

Birden Mustafa'nın eli beni sıkmayı bıraktı ve başıma yasladığı silahı yavaşça çekti. Silahı çekmesiyle geri bir adım atmam bir oldu.

Yalnızlığın OyuncaklarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin