Bölüm 13: Efsunkâr

40 0 0
                                    

Çok ama çok uzun bir aradan sonra gelen bir güncelleme. Yazı yetimi kaybetmeme ramak kala bir bölümcük yayınlayayım  o halde ^^

Dünyadaki en acımasız duygu özlem...

Özellikle de özlediğin şeylere bir daha sahip olamayacaksanız canınızı delicesine yakar bu durum. Merhamet etmeden, size nefes aldırmadan, kırıklarınızın onarılmasını beklemeden, acıtmaktan hoşlanarak sizi içten içe öldürür özlem duygusu.

Özlüyordum.

Birçok şeyi.

Birçok kişiyi.

Annemin bana meyve soymasını mesela, dedemin son ses kovboy filmi izlemesini, ablamın hemen her şeye dudak bükmesini, anneannemin anlattığını unutup aynı şeyi defalarca anlatmasını... Çok ama çok özlüyordum.

Yattığım yerden odamdaki kütüphanemi seyretmeyi özlüyordum, Pazar sabahları yapılan o güzel kahvaltıları, dedemin kahvesini içerken gazetesini okumasını...

En çok da canım yandığında anneme sığındığım anları...

Özlüyordum.

Demir'i özlüyordum.

Anlattığım en saçma şeyi bile dünyadaki en önemli konuymuşçasına dinlemesini özlüyordum. Gözlerimin içine bakarak kalbimi görmesini özlüyordum.

"Çok güzel kokuyorsun." demesini, göğsümün üzerinde yatmasını, bana sarılmasını, olmayan kol kaslarımı öpmesini, kalbinin ritmini parmaklarımın ucunda duymayı, ellerimi –heyecandan terlediklerinde bile- öpmesini, parmaklarımın ucunda yükselip boynuna sarılmayı, yanında asla bana bir şey olmayacağını hissetmemi özlüyordum.

Öyle bir acı çektiriyordu ki özlemlerim, elimde olsa kalbimi ellerimle söküp atardım. Ve bunu yaparken canım daha az acırdı.

Abajurun yaydığı loş ışıkta kitabın sayfasını çevirdim. Evden çıktığımda yaptığım şeyler kısıtlıydı. Gölyazı'nın her bir köşesini ezberlemiştim. Evde yaptığım tek şey de kitap okumaktı.

Gitmemişti.

Gitmeyeceğini bilecek kadar iyi tanıyordum onu.

Okuduğum sayfayı dördüncü kez yeniden okumaya çalışınca kitabın kapağını sert bir şekilde kapattım. Güneş doğmak üzereydi. Balığa çıkacak olanlar biraz sonra sokağa çıkacaktı.

Odama gidip taytımı çıkarmadan üzerime kocaman bir polar giydim. Saçlarımı bağladığım tokayı hızlı bir şekilde çözdüğümde buklelerim omuzlarıma döküldü. Üzerime siyah oldukça büyük bir ceket alıp evden çıktım.

Hava aydınlanıyordu. Adımlarımı sıklaştırıp yarımadanın arka tarafına doğru yürümeye başladım. Hava tahmin ettiğimden daha soğuktu ama güzeldi.

Varmak istediğim yere gelince kökleri gölün bittiği yerde başlayan kocaman çınara asılı salıncağa oturdum. Görülmeye değer bir manzaraydı ve bu manzarayı elimden geldiğince kaçırmamaya çalışıyordum. 3 aydır neredeyse her gün.

Saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırıp gözlerimi kapattım. Gölün uğultusu kulaklarımda muazzam bir senfoni oluşturdu. Sonra rüzgârın uğultusu da senfoniye katıldı.

Saçlarım rüzgâra direnemeyip uçuşmaya başladılar. Dünyanın en güzel bestesini dinliyordum, dünyanın en huzurlu yerinde.

Asla bıkmayacağım bir beste.

Kafamı salıncağın ipine yaslayıp ayağımla yerdeki toprağı eşeledim. Güneş her doğuşunda bana acımasız ve yalnız bir karanlık getiriyordu. Ama zararı yoktu. Değerdi.

Yalnızlığın OyuncaklarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin