10.BÖLÜM

192 26 14
                                    



NOT: Tekrardan merhabalar herkese.. (: Uzun zamandır yeni bölüm yükleyemediğim için bu bölüm fazlasıyla uzun oldu. Umarım okurken sıkılmazsınız.. ** 

İzmir'in hafif yağmur çiseleyen havasında sabah koşusuna çıkmak gibisi yoktu. Sahil kenarı sabahın bu saatlerinde ya köpeklerini gezdirmeye çıkaran insanlarla ya da benim gibi sabah koşusuna çıkmış insanlarla kaynıyordu.

İki haftadır her sabah koşuya çıkıyordum. O öpüşmeden sonra insan üstündeki enerjiyi, aklında dönüp dolanan o anı nasıl atabilirdi ki ? Ben size söyleyeyim efendim; kesinlikle atamıyordu. Ne burnuma çarpan denizin tuzlu kokusu beni iflah ediyordu ne de koşmaktan soluksuz kalan ciğerlerim hala 'nerede onun kokusu' diye beynime sinyal göndermekten vazgeçiyordu.. Olmuyordu sizin anlayacağınız. Aklımda beynimde her hücremde o gece, o an vardı..

Üstünden iki hafta geçmişti. O gece Fırat'la yaşadığımız o andan sonra kendime gelmem ve işimin başına dönmem çok uzun zaman almıştı. Fırat'ta zaten uzun bir süre beni kollarından bırakmamıştı. Ne o konuşmuştu ne de ben.. Sanki konuşursak her şey bozulacak gibi hissediyorduk. Sanki birimiz konuşmaya başlasa diğeri de konuşacak, içimiz birbirine akacak, tüm yaşananlar dillenecek, anlatılmadık hiçbir şey kalmayacaktı.. Belki kalp kırılacak, belki korkulacak belki de hayal kırıklığı olacaktı.. Belki de bunların hiçbiri olmayacaktı. Belki de biz sadece birbirimize sarılıp ''Tamam bebeğim, geçti.. Ben yanındayım artık'' diyecektik.

Ama yapamadık işte.. Riske atamadık. O loş odada, İzmir ayaklarımızın altındayken, bedenlerimiz hala birbirinin ateşiyle kavruluyorken ikimizde ağzımızı açmaya cesaret edemedik. Ayna'nın tüm aynalarını kırmaya cesaret edemedik..

O geceden sonra Fırat'tan biraz zaman istedim. Yani birbirimizle geçireceğimiz bir zaman istedim. Birlikte olalım, birbirimize alışalım, birbirimizi isteyelim, aldıkça doymayalım asla da doymak istemeyelim.. Ama istedim ki tüm bunlar kısa bir zaman dilimine sığdırılmasın. Ateş hızlıca yanıp geçmesin, yavaş yavaş yansın, yandıkça biz harlayalım.. Birbirimizin içine işleye işleye gidelim. Ne olduğunu ne bittiğini anlaya anlaya, bile bile ilerleyelim.. Yoksa biliyorum ki biz o ateşin hızına kapılırsak asla duramayız. Ne yandığımızı hissederiz, ne de yanıp geçtiğimizi. Ancak kül olunca aklımız başımıza gelir.. O zaman da ne ateş kalır ne de harlayacak iki yürek..

Fırat sürekli yanında olmamı istese de zamana yayma isteğime ayak uydurmaya çalıştı. Telefon numaramı aldı. Günün olur olmadık zamanlarında olur olmadık şeyler için aradı.. Ne olduğu onun için önemli değildi. O an aklına benimle ilgili bilmek istediği bir şey gelse hiç üşenmiyordu, arıyordu. Ya da bazen sadece sesimi duymak istiyordu.. Bu hafta biraz işlerine yoğunlaşmayı denedi. Benim yüzümden çok boşladığını biliyordum. Öyle de olmuş. Bazen arayıp ne kadar bunaldığını anlattığında koşa koşa yanına gitmek istiyordum. Ama kendimi tutup ''Akşam odana gelip seni öpeceğim ve hepsi geçecek'' diyordum.. En azından akşamı bekliyordum. Fırat buna oflayıp poflasa da akşam olduğunda beni kollarına alıp uzun uzun sarılıyordu..

Şimdi koşarken tüm bunlar denizin kokusuyla birleşmiş içime doluyordu. Düşündükçe mutlu oluyordum. Mutlu oldukça korkuyordum. Bu nasıl bir şeydi bilir misiniz? Mutluluktan korkmak ne kadar da acı ve küçültücü bir şeydi..

Hele ki her gün daha da fazla ona alışmak, her gün daha da fazla içimde heyecan ve özlem biriktirip akşam olmasını beklemek.. Yıllardır onunlaymışım gibi ona ve hayatına ayak uydurmak. Tepkilerini, mimiklerini, sesini bilmek.. Yıllardır bunlarla yaşıyormuş gibi her detayını en ince ayrıntısına kadar özümsemek.. Güzeldi. İçimi dolduruyordu. Ama aynı zamanda da bir o kadar tehlikeliydi. Biliyordum.

Geceden Bile KaranlıkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin