Küllerinden Doğan

537 60 3
                                    

Doğu diyarının ozanları Montmogery'in düşüşüne yazdıkları onlarca ağıttan yüz yıllar yeni geçmişti.
Ey şanlı Montmogery

Nerede şanın ve yüceliğin?

Işıklı toprakların nerede,

yücelmiş kralların saraylarında,

Yüksek medeniyetin kalıntılarında,

Şimdi iğrenç Goblin çocuklar oynuyorlar.

Işığı sönmüş güzel montmogery,

Işığını aldıklarında,

Feryadını sağırlar bile duymuştu.

Ozan ozanı takip ederek bir öncekine nazaran kendinden bir şeyler katarak duyulurdu kulaklarda ağıtlar.
Her yeni eskir, her doğan ölürdü.
Ölümsüzlerin ruhu çürür, bedenleri diri kalırdı. Bu yüzdendi ki çoğu ölümsüzde ( neredeyse hepsinin) dunyan kişiyi rahatsız eden iğrenç bir koku yayılırdı.
Ölümün ulaşamadığı ruhlar, zindanlarda yavaş yavaş çürüyen birer mahkum gibiydiler.
Dünya ölümsüz değildi. Üzerinde ölenleride barındıracak da değildi.
Ölen sıyrılır, yıkılan medeniyetler çürüyerek tarih sahnesinden çekilerek başkalarına yer verirdi.
Bu bozulmuş ve gelişi güzel dağılmış yoptaklarda en güçlüsü Gorgonia'dı.
Mamafih onlarında uçsuz bucaksız genişlikleri sınırsız değildi. Yükselen karanlığın birde aydınlık tarafı vardı.
Geçilmez ormanların, sarp dağların arasına sıkışan Elfler dünyadan bi haber yaşamaktaydı. Bu diyarların şimdilik özgür halkı cücelerdi.
Tabii karanlık onları farketmezse.
Bir ırkdaha vardı ki görenlerin sayısı oldukça azdı.
Bunlar toprakta değil, okyanusun derinliklerinde yaşayan, cücelerden daha kısa ama güçlü bir ırktı.
Onlar okyanusun kadim korucuları olan 'Dillion' ırkıydı.
Efsaneye göre bu ırk dünyanın karanlığından kaçarak okyanusun sakin derinliklerine yerleşmişlerdi.
Soluk mavi renkteki tenleri, iri ve neredeyse herkeste aynı olan mavi gözleri vardı. Okyanus lehçesiyle konuşur, suya yazılan yazıları vardı.
Sert kemiklerden yaptıkları kılıçlar oldukça sağlamdı. Lakin zengin ve soyluların kullandığı, saf mercandan yapılan, değişik renklerdeki incilerle süslenmiş kılıçlar kullanırlardı.
Ama en ünlü olan kılıçları, denizlere hakimiyet kurmak isteyen ve bir türlü rahat durmayan Goblinlere karşı kullanılan siyah inci kılıcıydı.
Kılıçta yüzlerce gonlinin iğrenç yapışkan kanı vardı.
Onlar efsanere konu olmuş, ayın bekçileri olan Dillion ırkıydı. Bir çok ırkın efsanelerinde saygınca bir yer edinmişlerdi. Kahraman ve gözü pek bir ırktı.
Gelelim Ejder ırkına. Bu bir grup Ejder halkı asırlar önce atalarının kaderini yaşıyorlardı.
Batıya, daha batıya doğru ilerliyorlardı. Yol ve hastalık zaten az olan sayılarına rağmen onlardan bir iki can daha aldı.
Günlerce yürüdüler, Troll'lerin inlerinin yakınlarından geçtiler, Goblinlerle karşilaştılar, takip edildiler. Bu yol uğruna bedel olarak verilen iki can, daha batıya ilerlemerinde yardımcı olmuştu kendilerine.
Günler ayları bulmuştu ama kalıcı kalacakları güvenli yerler yok gibiydi.
Daha batıya ilerledikçe karanlığın rengi bir ton daha artıyordu.
Ejder ırkı bunu düşünecek olacak ki yollarından dönerek kuzeye yöneldiler. Kuzey soğuk olabilirdi lakin korunaklıydı.
Yanlarında erzak yoktu. Bazen dağlardan topladıkları otları kaynatarak yiyorlardı. Bazen avladıkları bir kaç hayvanı pişirip eşit bir şekilde her kese dağıtıyorlardı.
Hayat şartları oldukça zordu, arkalarında kaybettikleri akrabalarına yas bile tutamamışlardı.
Tüm ihtişam ve zenginlik ellerinden kayıp gitmişti.

Kısa süre sonra Ejder ırkı Montmogery topraklarından yüzlerce mil uzaklıkta, küçük bir gölün olduğu düzlük bir alana yerleşmeyi kararlaştırdılar.
Yüksek sarp kayalıklı dağlarla çevrili bu alan Goblinlerden, Zoranderden ve her türlü kötülükten uzakta emin bir yerdi. Şirin ve huzurlu bir yere benziyordu. Göle akan bir ırmak vardı ve gölde oldukça bol balık vardı. Uzun ve korkutucu bir yolculuktan sonra birkaç grup Ejder halkı ve küçük bir çocuk olan büyücülüğe aday, çakmak çakmak gözleriyle Asgard adlı büyücü çocuk vardı.
Küllerinden doğan Anka gibi onlarda bu şirin yere yerleşerek kısa süreliğinede olsa geçmişlerini unutmayı dilediler.
Gölün kıyısına, ormandan getirdikleri ağaçlarla  hala hiç bir şey kaybetmedikleri hünerleriyle sağlam ve korunaklı barınaklar yaptılar. Kralın soyundan gelene iki katlı, koca pencereleri olan, temelleri taşlarla örülmüş, kısıtlı imkanlara rağman küçük bir konağı andıran harika bir ev yapmışlardı.
Şimdilerde gölde bolca bulunan balıklarla geçinerek, ormandan topladıkları hayvanlarla yetiniyorlardı. Her halde kimse onlara ne olduğu bilmiyordu. Kimisi ölebileceklerini savunurken, kimileri zekalarını kullanarak yaşaďıklarını ve ileride tekrar yüksek bir medeniyet kurarak ışığı ellerine alacaklaŕını savunuyorlardı.
Bütün bunlar birer tahmindi, Ejder ırkı küçük gölün kıyısında oldukça mutluydular.
Sevindirici haberler azda olsa vardı. Hamile olan kadınlar aralarına beş yeni üye katmıştı. İkisi erkek, üçü kız olarak...
Mutluluk aralarında yayılıyor gibiydi ama herkesin kalbinin derinliklerinde bir yerde, köşelere yerleştirilmiş bir şekilde duran korku ve kuşku yok değildi. Zor da olsa dağların altlarına kazdıkları oyuklarla çıkardıkları demirlerle savunma amaçlı kılıçlar yapmışlardı. Eskilerin ihtişamlı ve yaldızlı kılıçları değillerdi ama, mat olan güçsüz demirden yapılan bu kılıçlar onlar için hiç yoktan iyiydi.
Kaçarlarken yanlarında hiç bir şey alma fırsatı dahi bulamamışlardı.
Mahzenlerden batı surlarının ormanlık tarafına açılan gizli tünelden geçerlerken bunları düşünemeyecek kadar korkuyorlardı. Bir çoğu o tünelden çıkamamıştı ama şimdilerde bunları unutmak isterlercesine sessizlerdi.
Edindikleri yeni topraklara Ëlua ismini vermişlerdi lakin kalplerinde her zaman Montmogery vardı.
Belki bu topraklarada Montmogery demek istemişlerdi ama buna cesaret edecek kadar cesur olduklarını düşünmüyorlardı. Ellerindeki altınlar yok denecek kadar azdı. Ne bir hazine, nede bir saray vardı. Kral soyundan gelen Algar'ı yönetici ilan etmişlerdi ama bu küçük köye yönetici biraz fazlagibiydi.
Suç işleyen yoktu, öldüren, çalan...
Sessizce süren günler bir biri ardınca devam etmekteydi.

Yanan sıcacık bir ocağın yanında, küçük bir tabureye oturmuş ihtiyar Molly, etrafına topladığı torunlarına hikayeler anlatıp dururdu.
Küçük torunu  Tufyn gelerek yaşlanmış dedesinin yüzlerce kırışıklık bulunan yüzüne bakarak:
"Sevgili Dedeciğim, bizlere güzel hikayelerinden bir tane anlatırmısın?" dedi masumca bir ifadeyle.
"Oturun!" dedi ihtiyar Molly tüm torunlarına. "Birazdan anlattıklarım sessizce ve iyice dinlenilmeli. Bu hem sizin, hemde biz büyüklerinizin selameti açısından. Unutulmaya yüz tutmuş ihtişamın unutulmaması adına."
Tüm torunları ihtiyar Molly'in etrafını yarım bir halka olacak şekilde oturdular ve denilen sözlere uyarak dört kulak dinlemeye koyuldular. Bu hikayeler; ejderhalar, Goblinler ve daha niceleri onlara büyük bir haz veriyordu.
"Zamanın geride bıraktığı, bize uzak olamayacak kadar yakın, ama yakın denilemeyecek kadar uzak bir zaman diliminde küçük ve bir okadar da afacan bir çocuk yaşardı.
Engin ve yeşilin binlerce tonunu barındıran düzlükleri olan ihtişamlı krallıkta oyun oynamaya doymazdı.
Yüzlerce maharetle yapılmış kurşun askerlerini kötü Goblinlerle saatlerce çatpıştırarak oynar, bu durumdan hiç mi hiç şikayet etmezdi. Ďünya umurunda değil gibiydi, kafasında sadece oyun ve oyun oynamak vardı.
Mamafih her şey sonsuza kadar sürmüyordu, yaşı ilerledikçe ondan beklenilenlerde büyüyordu. Oyun oynamayı azaltıp okula gitmek istenmişti ondan. Ayriyeten derslerine sıkı bir şekilde çalışmayı, oyuna artık çok az zaman ayırmayı istemişlerdi. Bu istekler ebeveynler tarafından bu istekler onun geleceği için küçük olabilirdi ama onun kalbinde taht kurmuş olan oyun ve onun bırakma düşüncesi küçük kalbine zor gelmişti. Tütünün insanın beynind yer etmesi gibi oyun oynamak da onun için böyle bir durumdu.
Okul, ders ve bunun yanında ok ve kılıç talimatı eklenince yorgun argın günü bitiren çocuk saf olan kalbinde artık oyun oynamayacak yaşına geldiğini yavaş ve zor da olsa anlamaya başlıyordu. Tüm masumiyetin yavaş yavaş yok olduğunu anlaya biliyordu. Kötülüğün azgın olduğu dünyayı her yönleriyle anlamaya çalışıyor, çalıştırılıyordu.
Yaşı sizinkile yakın olduğu bir dönem, daha hayata doyamamışken, ailesiyle uzun ve mutlu zamanları olmamışken kara bulutlar topraklarına toplanmıştı bile.
Kötülük sicim sicim yağıyordu, ani ve beklenmedikti. Gözünün önünde oynadığı topraklar yanıyordu.
Korkutucu sesler eşliğinde gelen yıkım oldukça sarsıtıcıydı.
Çarpık bacaklı goblinler oraya buraya delice saldırırken kendisini mahzenlerin derinliklerinde buldular. Herşey eskisi gibi değildi, dar tünelden geçerken, ormana doğru kaçarken ardına dönüp alevler içindeki şehre baktığında her şeyi anlaya biliyordu. O zaman halkı adına verdiği sözü duyabilenlerin sayısı oldukça azdı."
Hikaye bitmiş, ihtiyar Molly'in anlatacak takati kalmamıştı. Yılların verdiği yorgunlukla boğazındaki hırıltılarla zor nefes alıyor gibiydi.
"Hadi artık, saat oldukça geç oldu. Her kes yatağına."
Bir çok mızmızlanma ve oflama pöfleme eşliğinde yerden kalkan çocuklar, gitmek istemediklerini belli etmek istercesine yataklarına doğru yol aldılar.
İhtiyar Molly küçük ahşap penceresinden, yaşlanmış gözleriyle uzaklara, derinlere dalarak  karanlığa baktı. Derin bir iç çekişi tüm hasretini dile getirir gibiydi. Derinlerde bir yerde Montmogery'in hasreti bir kor gibi yakıyor gibiydi.
Ölüm geldiğinde, hiç yoksa doğduğu topraklarda ölmeyi istemişti lakin bu olanaksız bir durum gibiydi. Doğuya giden bir kaç kişi, yıkık sarayın etrafında yoğun olarak Goblinlerin yaşadığı haberini getirmişlerdi. O iğrenç yaratıklar yıkılmış olan medeniyetlerinde cirit atıp duruyorlardı. Bir yerde, çok uzak olamayan bir yerde tekrar umut ışığının yanacağını biliyordu ihtiyar Molly.

Seçilmiş [Düzenleniyor]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin