Sanki bir tepeden karşıya bakıyorum. Orası güzel görünüyor. Rahat ve ferah. Orada olmayı istiyorum. Oranın beni mutlu edeceğini biliyorum, bu yüzden yürümeye, yer yer koşmaya başlıyorum ancak gördüklerim beklediklerim değil.
Dikenler, kurumuş ağaçlar, sessizlik, ürperti ve hüzün... Gördüklerim bundan ibaret.
Peki, ya benim gördüğüm güzellikler nerede?
Noah'ın gitmesiyle tutmuş olduğum bedenimi bıraktım ancak ağlayamıyordum. Birkaç dakika önce düşen gözyaşlarım yok olmuşlardı ama onlara ihtiyacım var gibi hissediyordum.
Titreyen ellerimle masada öylece duran defteri aldım. Parmak uçlarımı soğuktan hissetmiyordum. Defteri özenle çantama yerleştirdim ve gitmek için ayağa kalktım. O an fark ettim ki etrafım insan kaynıyordu. Biraz önce bomboş olan park bir anda kalabalıklaşmış, çocuklar ve ebeveynler resmen parkı işgâl etmişti.
Sevinç çığlıkları atarak birbirlerini kovalayan çocuklara, kara; melek izi bırakanlara ve bankta oturup sohbet eden insanlara hüzünle baktım. Onlar mutlulardı, ben değildim.
Hâlâ inatla akmayan gözyaşlarıma inat burnumu sertçe çektim. Çantamın sapını sıkıca tutuyordum. İnsanlara daha fazla bakmamaya çalışarak parkın çıkışına doğru yürüdüm.
Nereye gideceğimi bilmiyordum, zaten bu saatten sonra artık bir rotam da yoktu.
Ruhum bedenimden çekilmiş gibi ilerlerken adımlarım sayesinde çıkan kar sesi artık kafamı dağıtmama yardımcı olmuyordu, hatta dünyadaki en gıcık sesmiş gibi geliyordu.
Bir şeylerin ters gideceğini biliyordum. Hiçbir şey yolunda gitmezdi zaten. Evren böyle işliyordu ama benim aldığım tepki varolan düzenin bir parçası değildi. Ben bu kadar büyük bir tepki beklemiyordum. Beni suçlamasını hiç beklemiyordum.
Çünkü ben masumdum.
Başımı kaldırıp geldiğim yere baktım. Etrafımda kırık dökük, eski binalar vardı. Sıvaları dökülmüş, tahtadan olan pencere pervazları kırılmış, boyası solmuştu. Middletown'da böyle evlerin olduğunu bile bilmiyordum. Umurumda değildi ama. Bu terk edilmiş ve kırık dökük evler iç dünyamı yansıtıyordu. Ben de sırtımı zaten ayakta zor duran bu evlerden birine yasladım.
Zaten yıkılmıştım sadece ayakta duruyormuş gibi davranıyordum.
Oturup dizlerimi karnıma kadar çektim ve başımı dizime yaslayarak durdum. Sanki gözlerim bu anı bekliyormuş gibi yaşarmaya başladı.
Ağlamam sarsıntılı ve acı vericiydi. Bunun nedeni belki de Noah'ın sözleri ve ona eşlik eden bakışlarıydı.
Ben o gözlerde abi şefkati görememiştim, ben o sözlerde sevgi tınısını duyamamıştım.
Karşımda yaralı ve kimsesiz, kandırılmış, belki de terk edilmiş bir oğlan çocuğunun bakışları ve sesi vardı.
Suçluydum. Kendini yıllar boyunca terk edilmediğine inandıran küçük bir çocuğa bunun aksini söylemiştim hem de istemediğim halde.
Bu, her Noel gecesi hediye bekleyen bir çocuğa Noel Baba'nın gerçek olmadığını söylemeniz gibiydi. İnandığı ve tutunduğu kendi gerçeğini basit bir nefesle yerle bir etmek...
Küçük bir kalbin paramparça edilmesi günahların en büyüğüydü.
Kafamın içinde Noah'ın sesi yankılanıyordu. Seni bana tercih etti. Ve bir yandan da iç sesim yine beni suçluyor, artık bir şeylerin yolunda gitmeyeceğini ufak ufak fısıldıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yıldız Tozu ✓
Chick-Lit15 yaşındaydım bir abim olduğunu öğrendiğimde. Bu bilgiyi kabullenmem için beş kere okumam gerekmişti annemin günlüğünü. Sonunda kabullendiğimde ani bir karar almıştım; onu bulmalıydım. 17 yaşındayım. Annemin ilk aşkını tattığı, abimin yaşadığı kasa...