Münih, Almanya; Mayıs 2031
Stevan hiç bu kadar hızlı koştuğunu hatırlamıyordu.
Hans onu La Vie En Rose Cafe'nin önünde indirmişti. Bayan Rosalind'in evi kafenin iki arka sokağındaydı, Stevan biliyordu çünkü daha önce de hastalandığında onunla ilgilenmesi gerekmişti. Bu civardaki evler 4-5 kattan daha yüksek olmazdı, Bayan Rosalind de birinci katta oturuyordu.
Stevan koşarken sokak arasında top oynayan (bilgisayar başından kalkıp sokakta oynayan çocuklar hala kaldı mı? diye düşünmeden edememişti) çocukların ortasına dalarak oyunlarını bozdu. Çocuklar arkasından sitem edip bağırırken Stevan onları duymuyordu bile. Kaldırım taşları arasındaki su birikintilerine basıp pantolonunun paçalarını çamura bulamasını, hatta ayakkabılarının içine kadar sızan çamur yüzünden ayaklarının ıslanmasını dahi umursamıyordu. Tek hedefi, Bayan Rosalind'e bir an önce ulaşmaktı. Çok geç olmadan.
Apartmanın önüne geldiğinde duraksadı Stevan ve elleriyle dizlerine dayanarak derin bir nefes aldı. Bayan Rosalind'in demir çiçek işlemeli parmaklıkları olan balkonunu görebiliyordu. Perdeleri ve pencerelerin hepsi kapalıydı. Stevan ellerini dizlerinden çekip doğruldu ve vakit kaybetmeden çantasından anahtarları çıkarıp kapıyı açtı. Bundan önceki hastalanma vakasında Bayan Rosalind Stevan'a evinin anahtarını vermişti. Ona aynen şöyle demişti;
"Neden kafeme tıp öğrencisi bir eleman aldığımı sanıyorsun? Ben yaşlı bir kadınım, Stevan. Hasta olmak benim hobim gibi bir şey. Yanıbaşımda hemen yardımıma koşacak dinç bir delikanlı gerek. Al şu anahtarı, sende dursun. Nasıl olsa yeniden hasta olacağım."
Stevan birinci kata çıkan merdivenleri tırmanırken boğazındaki düğüm giderek büyüyordu. Ya ona bir şey olursa? O benim ailemden biri gibi!
Bayan Rosalind'in dairesinin önünde, anahtarı çelik kapıya sokmaya çalışırken Stevan'ın elleri titriyordu. Güç de olsa anahtarı yerine yerleştirip çevirmeyi başardı. Kapı aralanır aralanmaz Stevan'ın yüzüne sıcak ve boğucu bir hava çarptı.
Ev havasızdı.
Bütün pencerelerin kapalı olduğunu düşünecek olursak, havasız olmasına şaşırmamak gerekirdi. Stevan kapıyı yolundan hızla çekip, evin havasına aldırmadan içeri attı kendini. Perdeler de kapalı olduğu ve giriş holünde hiç pencere olmadığı için, saat akşam üzeri olmasına rağmen hol karanlıktı. Stevan, Bayan Rosalind'in odasına giden yolu bulmaya çalışırken, holün ortasında duran geniş sehpaya çarptı ve evde küçük çaplı bir patırtı kopardı.
"Bayan Rosalind!"
Stevan el yordamıyla duvardaki elektrik düğmesini bulmaya çalışıyordu. Bayan Rosalind'in evinde parmak şıklatarak ya da ses kontrolü ile komut alan akıllı ev sistemlerinden yoktu. Tek başına olup da sesli konuşanlara deli derler. Deli miyim ben? Robotlarla makinelerle falan konuşmam, işte o kadar!
Stevan Bayan Rosalind'in bu aksi tavırlarını düşününce, insanların ona "Cadı" demelerine hak verir gibi oldu. Sonrasında ise böyle düşündüğü için pişman oldu. Herkesin iyi ve kötü yönleri vardı; eğer birileri Stevan'ın pek arkadaşı yok diye ona isim taksalardı onun da hoşuna gitmezdi.
Elektrik düğmesini bulunca ortam birden aydınlandı ve Stevan'ın karanlığa alışan gözleri kamaştı. Stevan yeniden seslendi:
"Bayan Rosalind!"
Salona açılan kapının ardından kısık bir ses duyuldu:
"Buradayım, Stevan!"
Stevan kendini cevap alamayacak olmaya o denli alıştırmıştı ki, Bayan Rosalind'in sesini duyduğunda istemsizce irkildi. Şaşkınlığı üzerinden atması yarım saniye bile sürmeden harekete geçti ve salonun kapısını açıp içeri daldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İçimizdeki Düşman
Science FictionOrganik ürünler yetiştirip dünyanın her yerine satış yapan başarılı Türk şirketi Doğa Ana Organik ve şirketin herkesten sakladığı büyük sır. Pek çok kıtada birbirinden bağımsız ve aynı anda gerçekleşen ölümler. Olası bir global virüs salgını. Düny...