Turunçova, Antalya; Şubat 2026
Sakarya'dan Antalya'ya gitmek, her ne kadar hızlı trenler sayesinde yolculuk süresi kısalmış da olsa, Derya'yı epey yormuştu. Trenden indikten sonra aktarma yaparak Turunçova'ya gitmesi ve Turunçova'dan da elindeki adrese gidecek bir minibüse binmesi de cabasıydı. Fazla eşyası yoktu Derya'nın; bir sırt çantası ile tekerlekli bir bavul sadece. Derya'nın bu hayatta sahip olduğu her şey bu iki çantayı zor dolduracak kadar azdı ama bu yolculuk yüzünden bu azıcık eşya bile ona ağır geliyordu.
Biricik babasının ölümü üzerinden bir ay bile geçmemişti. Adamcağızın kırkı bile çıkmamıştı ama Derya gitmek zorundaydı. Çok sevgili üvey annesi ve üvey erkek kardeşi (üstelik yaşça küçük olmasına rağmen) ona evde istenmediğini ve sevilmediğini gayet güzel belli ediyorlardı. Derya'nın babası onu her konuda desteklerken, üvey annesi her konuda karşı çıkardı.
"Kimya okuyup da ne yapacaksın? Sayısız işsizlerden biri olup çıkacaksın sonunda. Bir icat yapabileceğini mi sanıyorsun? Sende o kafa ne gezer?! Yine dönüp dolaşıp geleceksin babanın dizinin dibine. Halbuki seni hemen evlendirsek, yuvanı kursan böyle olmaz. Gerçi, bu 'güzellikle' seni alacak adam bulmak zor olur ya... ehh, her körün bir topal alıcısı vardır elbet. Bulurduk bir çaresini..."
Babasının ölümü üzerine durum daha da vahim hale gelmişti. Daha da kötüsü, mezun olduktan sonra aylarca iş bulamaması da, o sevimsiz kadının eline malzeme vermişti. Bu işi bulup da evden gitmese, kim bilir Derya'yı kiminle evlendireceklerdi.
İlçe merkezinde ilerleyen minibüs Derya'yı bir apartmanın önünde durdurdu. Apartmanda, her pencerenin altında bir tabela asılıydı; Hukuk Bürosu, Serbest Muhasebeci, Tıbbi Tahlil Laboratuvarı...
Doğa Ana Islah Laboratuvarı.
Derya bavulunu merdivenlerden çekiştirerek güç bela üçüncü kata çıktı. Asansör bozulacak tam zamanını bulmuştu! Nefes nefese, dairenin kapısını çaldı.
Birkaç saniye geçmeden kapı açıldı. Uzun boylu, yapılı, kumral bir adam duruyordu Derya'nın karşısında. Beyaz laboratuvar önlüğünün içinden, açık mavi gömleğinin yakaları görünüyordu. Adam kaşlarını çatarak Derya'ya baktı bir süre, sonra da birden hatırlamış gibi gülümsedi.
"Merhaba, sen Derya'sın, değil mi? İş için gelen?"
"Evet, efendim. Siz de Tarık Bey olmalısınız."
İkisi kapıda kısa ve resmi bir tokalaşma yaşadılar.
"Buyrun, içeri geçin."
Tarık Bey centilmenlik yaparak Derya'nın elinden bavulunu aldı ve içeriye kadar kendisi taşıdı. Derya, etrafındaki erkeklerden hep kabalık gördüğü için Tarık Bey'in bu davranışı çok hoşuna gitmişti. İçten içe gülümsemeden edemedi.
Kendilerini karşılayan bekleme odası, koyu renk parkeler ve koyu çam yeşili duvarlarla çevriliydi. Derya ortamı biraz iç karartıcı bulsa da, renklerin birbirine uyumunu inkâr edemezdi. Bu oda, insanın kendisini çam ormanında gibi hissetmesine neden oluyordu. Bu hissi uyandırmada duvarların rengi kadar, çam kokulu oda parfümünün de rolü vardı.
Tarık Bey onu bekleme odasından çıkarıp daha küçük bir odaya yönlendirdi. Bu oda, bekleme odasının aksine açık kahve tonları ve beyazlar ile döşenmişti. Pencerenin önünde L şekilli bir çalışma masası, içi kitap dolu raflar, misafir koltukları...
"Koltuklardan birine otur, Derya. Lütfen rahatına bak."
Derya misafir koltuklarından birine kuruldu - koltuk suni deri kaplamaydı ve çok rahattı, uzun süren yolculuktan sonra iyi gelmişti - Tarık Bey de sandalyesine oturdu ve masanın arkasında yerini aldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İçimizdeki Düşman
Science FictionOrganik ürünler yetiştirip dünyanın her yerine satış yapan başarılı Türk şirketi Doğa Ana Organik ve şirketin herkesten sakladığı büyük sır. Pek çok kıtada birbirinden bağımsız ve aynı anda gerçekleşen ölümler. Olası bir global virüs salgını. Düny...