Münih Teknik Üniversitesi, Almanya; Nisan 2031
Kampüs hiç bu kadar kalabalık olmamıştı.
TUM'de* ara sınavlar başlamıştı ve okula kayıtlı kim varsa herkes oradaydı. Bahçe, banklar, merdivenler, kantin ve kütüphane hiç olmadığı kadar öğrenci doluydu. Sınav öncesi ezber yapanlar ve sohbet edenler yüzünden koca kampüs gürültü kirliliğiyle boğulmuştu.
Okulun bu halini gördükten sonra Stevan, son tekrarlarını evde yapıp sınava 5 dakika kala geldiği için kendini kutladı. Bu gürültüde okuduğunu anlamak mümkün değildi, kendi iç sesini bile duyamayacaktı neredeyse.
Stevan Schmidt, 5. sınıf tıp öğrencisiydi ve bugün kardiyoloji sınavı vardı. 5. Sınıflar her ay bir ders görüp o ayın sonunda sınav oluyorlardı, diğer sınavları okul sakin olduğu için rahat geçmişti ama kardiyoloji sınavı ne yazık ki ara sınav haftasına denk gelmişti.
Stevan kalabalık ortamlardan hoşlanmazdı, zaten pek sosyal biri olduğu da söylenemezdi. Yüzünü sıkıntı ile buruşturarak sınavın yapılacağı amfiye doğru yürümeye başladı.
Sınıftaki en yakın arkadaşı Otto'yu gördüğünde hemen yanına gitti. Otto Stevan'ın yüzüne baktı ve kahkaha atmaya başladı.
"Dostum, dayak yemiş gibi görünüyorsun! "
Stevan gece yalnızca 3 saat uyumuştu; gece 3e kadar çalışmış, sabah 6da kalkmış ve erkenden okula gitmek yerine saat 9a kadar ezber yapmıştı. Otobüste bile kitaba bakmadan içinden bildiklerini tekrar etmeye çalışmıştı.
Kardiyoloji Stevan'ın hiç ilgisini çekmiyordu, bu yüzden de diğer derslere göre daha çok zorlanmıştı. Uykusuzluk ve sürekli okumak yüzünden göz altlarında morluklar çıkmış ve elmacık kemiklerine uzanan kıvırcık saçları dağılmıştı.
"Otto, bana esas dayağı sınavda Profesör Hoffman atacak."
"Yapma, dostum. Kolay soracak diyorlar. Biliyorsun, adam iki hafta önce 3. evliliğini yaptı ve ortalıkta aşk sarhoşu bir Polyanna gibi geziyor!"
Stevan, Otto'nun söylediklerine güldü.
"Ne kadar kolay sorarsa sorsun, bana zor gelecek. Bu dersi hiç sevmiyorum."
Sonunda amfinin kapıları açıldığında, öğrenciler içeri akın ettiler. Stevan ve Otto kendilerine ön sıralardan bir yer bulup yerleştiler. Profesör Hoffman sınıfa fırtına gibi girdi ve sınav kağıtlarının içinde olduğu klasörü asistanı Angela'ya adeta fırlattı.
"Saat 09.58. Herkes notlarını kaldırsın! Telefonları kapatın! Konuşmayı kesin! Angela, iki dakika içinde kağıtlar dağıtılmış olacak, başla, HEMEN!"
Otto, Stevan'a fısıldayarak,
"Karısıyla kavga edecek bugünü mü bulmuş yani?" dedi. Stevan endişeyle iç çekti ve içinden dualar etmeye başladı.●●●
Amfiden çıkan öğrencilerin hepsi dokunsalar ağlayacak haldeydi. Stevan'ın ise yüzü gülüyordu.
"Hesapladım, 70 puan garanti. Yüksek değil ama en azından geçer not alabileceğim."
Otto Stevan'a ters bir bakış attı
"70 mi? Ben 30 bile alabileceğimi sanmıyorum! Lanet herif! Kendisini de karısını da..."Stevan, Otto sinirlenince ağzından olmadık küfürler çıkabildiğini biliyordu. Kulak asmadı. Günü gününe çalışmanın ve gece uykusuz kalmanın meyvesini almış ve rahatlamıştı ancak gün henüz bitmemişti. Stevan, şehrin ana meydanı olan Marienplatz'da bir kafede kasiyerlik yapıyordu. Kafe çok işlek bir meydanda olduğu için getirisi de iyidi. Bugün sınavı olduğunu ve bir sonraki dersinin bir hafta sonra başlayacağını bilen patronu, ona bu hafta tam gün gelmesini söylemişti ve Stevan'ın eve uğramadan Marienplatz'a gitmesi gerekiyordu. Bunu hatırladığı an yüzü düştü, uykusuz ve yorgun halde akşama kadar çalışacaktı.
Stevan'ın babası eskiden inşaatlarda işçilik yapıyordu, o 4-5 yaşlarındayken iş kazasında ölmüşü. Annesi, o ve abisini tek başına büyütmüştü ve öldüğünde Stevan 11, abisi Hans 19 yaşındaydı. Kimsesiz kalan iki kardeş bu büyük ve pahalı şehirde tek başlarına kalmıştı. Hans, üniversitede makine mühendisliği okuyordu, okulu bırakıp araba tamircisi çırağı olarak işe başlamıştı. Stevan'ı okutmak ve evi geçindirebilmek için kendi hayallerinden ve gençliğinden vazgeçmişti.
Şimdi ise BMW'de teknisyen olarak çalışıyordu ve evliydi. Eşi Anna hemşireydi ve eve giren iki maaş sayesinde eskisi kadar kötü durumda değillerdi. Stevan Hans'a ve Anna'ya karşı kendini borçlu hissediyordu, ikisi her ne kadar aksini söyleseler ve karşı çıkmış olsalar da Stevan kendisine yarı zamanlı bir iş bulmuştu ve abisinin maddi yükünü hafifletmek onu mutlu ediyordu.
Marienplatz meydanı da tıpkı TUM Münih kampüsü gibi kalabalıktı. Anlaşılan o ki kafede de gün yoğun geçecekti. Stevan hemen kafeden içeri girdi ve askıdan üniformasını aldı.
La Vie En Rose Cafe'nin sahibi, yaşlı ve tatlı cadı Bayan Rosalind Stevan'ı görünce yüzü sevinçle aydınlandı.
"Ah, Stevan sonunda gelebildin! Bugün çok fazla müşteri var, sabah saatlerinde hiç bu kadar dolu olmazdık. Mutfağı ve kasayı aynı anda idare etmek ne zormuş! Nefes nefese kaldım."
Bayan Rosalind kızarmış yanakları ve hızlanan nefesiyle gerçekten çok yorgun görünüyordu. Stevan onun bu haline gülümsedi.
"Ben geldim işte, bak! Artık koşturmana gerek yok"
Kafede garson olarak çalışan Fae ikisinin yanına gelip sitemkâr şekilde çıkıştı "Sohbetinizi sonraya saklasanız? Sipariş bekleyen 3 masa var!".
Bayan Rosalind rüyadan uyanmış gibi başını salladı ve siparişleri hazırlamak için mutfağa geçti. Stevan da kasada yerini aldı.
Ve onu gördü.
Sokakta, kapıya yakın masaya yönelen öğrenci gurubu içindeki Fleur'u.
Fleur, Stevan'ın iki yıldır uzaktan hayranlık duyduğu kızdı. Kendisiyle aynı kampüste müzik öğretmenliği okuyordu. Onu ilk defa müzik odasında piyano çalarken görmüştü. Koridordan geçerken müzik sesi dikkatini dağıtmış ve açık kapıdan içeri bakmıştı.
Hiçbir el o siyah beyaz tuşlara, hiçbir yüz o piyanoya bu kadar yakışamazdı.
Fleur'un annesi Fransız babası Almandı ve her nasılsa Fleur her iki ırkın da en güzel özelliklerini almıştı. Koyu sarı saçlar, yeşil gözler, güzel bir yüz, yetenek, nazik ve sevgi dolu bir kişilik...
Fleur arkadaşlarının söylediği bir şeye içten kahkahalar atarken Stevan hayranlıkla onu izliyordu. Fleur bir an içeri baktı ve göz göze geldiler.
Çok kısa bir andı ama Stevan'a ateş basması ve midesine kramp girmesine yetmişti. Fae'nin sabırsız sesi ile kendine geldi ve işine odaklandı. Yapması gereken çok şey vardı.
*TUM: Technical University of Munich'in kısaltması. Bizdeki İTÜ ODTÜ gibi.
--------------○○○-----------------○○○-----------
Aşk olmadan dünya dönmez, değil mi? ;)
Kitabın henüz giriş kısmındayız, açıklamalarla dolu ve aksiyonsuz bölümler sıkıyor, değil mi? Sabır dostlar, sabır...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İçimizdeki Düşman
Ciencia FicciónOrganik ürünler yetiştirip dünyanın her yerine satış yapan başarılı Türk şirketi Doğa Ana Organik ve şirketin herkesten sakladığı büyük sır. Pek çok kıtada birbirinden bağımsız ve aynı anda gerçekleşen ölümler. Olası bir global virüs salgını. Düny...