#Red - Already Over
''Yeryüzünde ruhuma yakın bir şey bulamadım, hayallerimi gökyüzünde arıyorum.''
4.BÖLÜM: ''GECE''
Cam kırıklarıyla doluydu ruhum, ağladıkça kanıyor, sustukça tenime batıyordu. Çığlıklarım benden başka herkesi sağır ediyordu. Bir melek misali görünmez kanatlarım vardı ama çırpındığımı kimse görmüyordu. Kimseye sesimi duyuramıyordum. Kanatlarımın adına kalkan demeyi bile kendime öğretmiştim ama insanların körlüğü, bunu gözlerine sokmamın bir manasının olmadığını pekâlâ belli ediyordu.
Ürkek bir ceylan gibi ben önde o arkada yürümeye devam ederek karanlık bir sokağa girdik. Dudaklarım korkuyla titrerken duyduğum tek şey ayaklarımızdan çıkan o seslerdi. Bazen ise yağmur damlalarının olduğu su dolu küçük çukurlara basıyor, sesin geniş bir sünger tarafından emildiğini hissediyordum. Kaşlarım çatık bir halde öylece adımlarımı takip ettim. Beni nereye götürdüğü hakkında hiçbir fikrim yoktu, ondan kaçamıyordum. Arkamda bir gölge gibi beni takip ederken gözüm hafifçe ona kaydı lâkin sadece karanlık bir bedenin varlığına rastlayabilmiştim.
Nihayetinde büyük bir kapıdan içeri girdik. Kapıları kapatıp beni arkasında bırakarak siyah botlarının çıkardığı o tok sesleri yavaşça takip etmeye başladım. Büyük, hangar gibi bir yerdi. Dikdörtgen şeklindeki odanın sol tarafında Amerikan tarzı bir mutfak ve eski bir iki koltuk vardı. Duvarların boyası soyulmuş, pencereden sızan rüzgârın etkisiyle yere dökülüyordu. Sağ tarafta bilgisayar masası ve büyük bir plazma vardı. Hemen onun başında oldukça büyük bir abajur boy gösteriyordu. İçerideki loş ışık ortamı daha da gizemli bir hale getirirken kafamda nedensizce yer edinen soru işaretlerini de peşinde sürüklemişti.
Ellerimi birleştirip iç çektim zira bulunduğum ortam çok da gönlümü ferahlatan bir yerde olmadığımı belli ediyordu. Adam, yukarı doğru tırmanan demir merdivenlere yönelip durduğunda bana baktı. ''Sabaha kadar orada mı duracaksın? Beni takip et.''
Bir müddet suratına baktım ve sinirlerime hâkim olup ses çıkarmadan onu takip etmeye başladım. Gürültülü bir şekilde yukarı çıktığımızda çatı katında bir odaya geldik. Basık ve boğuk bir havası vardı. Ortada büyük bir yatak, kenarında küçük bir komodin ve üzerinde de bir sürü içilmiş, sigara izmariti.
Odaya girdiğimde kapıyı hemen arkamdan kapattı. Hızla ona döndüm. ''Ne yapacaksın bana?'' diye sordum. Bakışları acı bir çikolata gibi yoğunlaştığında, gözlerine rağmen yüzündeki ifadesizlikle dudaklarını oynattı. ''Sadece uyuyacağız, hepsi bu.''
Ona saf saf baktım ve hayretle soğuk soğuk güldüm. ''Şaka mı yapıyorsun sen?'' Boş boş bakınmakla yetindi. Ekledim. ''Ya anlamıyor musun, ailem beni merak eder. Üstelik seni şikâyet falan etmeyeceğim. Beni burada tutmakla eline bir şey geçmez.''
''Diyelim ki seni bıraktım, bu saatte eve dönebileceğini mi sanıyorsun? Sesini çıkarma ve yat uyu.''
Kapının kenarından çekilip yatağının sırtına düşen perdeyi sıyırdı. Ay, tam gökyüzünde boy gösterirken gözlerim kamaşmaya başladı. Arkası dönük bir halde dışarıyı izlemeye devam ettiğinde ona çaktırmadan pantolonumun cebimdeki telefonuma ulaşma düşüncesi zihnimde kör bir fare gibi yer edindi. Orayı kemirmeye başladı. Belki Hakan'ı arar, beni bulmasını isterdim. Elim hassas bir halde cebime doğru gittiğinde nefesimi tuttum ve diğer yandan ise sessiz bir halde gözlerimle onu kolaçan etmeye devam ettim. Parmaklarını pencere pervazına yaslamış öylece kasvetli havayı seyrediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VEDA CADDESİ | Raflarda
Teen FictionHer şey bir kurşunun değil de, bir çift kara gözün kurbanı olmakla başladı. Bedenimde ki değil, ruhumdaki ölü tohumların yeşermesiyle attı nabzım. Ve o günden sonra üzerimdeki çiğ toprağı atıp yaşamaya başladım. "Çünkü burası Veda Caddesi," dedi ka...