İnsanlar daha çok istedi, halbuki ne istediklerini bilmezken.
Gök yüzünü istedim, öyle çok öyle derin ki...
Anlayamadılar bir bir bağırıp çağırdılar.
Onlar için ne ifade eder bilemem lakin GÖK YÜZÜ bende huydur.
Özgürlüğe koşan saf bir huy...Bir sabah, insanları eleştirmekle başladım güne, öyleki sabahın erken saatlerinde çalmaya başlayan şarkılar gün boyunca susmadı teyibimde.
Evvela işe acı bir kahve yaparak koyuldum sonrasında rutin edindiğim üzere saçlarımı önce soğuk suya sonrada havluya teslim buyurdum.
Evden çıktığımda saat 7:50'yi çoktan geçmiş, zamana bile geç kalmışdım. Pekala umrumda sayılmasada bu durum, halen insanları eleştirmek için biraz vaktim vardı.
Köprünün üstüne doğru aceleci adımlar atarken bir yandan da düşünmeye koyuldum. Hayatta neden hep kaçtık yada kaçmak istedik ? Yüzümüzü özgüvensizliğimiz mi kızarttı
yoksa utanç veren olaylara istemsizce mi karıştık ? Henüz köprünün ortasına yeni varmışken berraklığını turkuaza bırakmış sığ sularında dibini rahatlıkla görebildiğim, her iki tarafına da
yeşilin el koyduğu ırmak, bir an düşünmemi engelledi ve işte o zaman hissettim.
Aslında hepimizin, çevresinde onlarca arkadaşı dostu hatta kitabı olan insanların bile yalnız olduklarını.
Zaman hızla akmaya devam ederken, artık iyice geç kalmış kum saatindeki kumları kaçırmış sayılırdım. Pek bir önemi yok aslında.
Çünkü; Her gece yatağına giren insanlar, aslında zamanı unutarak yalnızlıklarına gömülüyorlardı yorganın altında.
Sessizce rüzgarın solumdan geçip gitmesine taşıdığı sarılı kızıllı yaprakları sürüklemesine izin verdim.
Ayaklarım benden bağımsızca zihnimde ki hapisaneye doğru ilerliyordu,
Havada biraz soğumuş düşüncelerim zihnimde ki hapisanenin duvarlarını yumrukluyor, buda bana diğer insanlardan farklı olarak tüm fikirlerimin sağnak şeklinde yağmasına sebeb oluyordu.
Size fikirlerden ve bir sabah eleştirdiğim insanlardan bahsederken unutmak istemem ki o sabahda hava biraz soğuk gökyüzü bulutsuz ve güneş olağan parlaklığıyla tepemdeydi.
Yanımda her zaman olduğu gibi saçları hayata isyan eden dostum vardı o sabahda.
...Saat 15:20
Henüz çıkış saati gelmiştiki o demir kapının ardında beliren ufacık bir his demeti karşımda belirdi.
Biraz tebessüm biraz da böyle şaşkınlıkla kopardım onu, normalde böyle şeyler yapmazdım. Ama bu gün insanları sorgulayacak ve bunu tek bir insan olarak yapacaktık.
İnsanları sorgulamaya başlamadan önce kendi insanlarımızı sorgulamalıydık. Onlar kim mi ? Şu anda onlarla konuşuyorum.
Biraz meraklı genellikle içe dönük ve çoğunlukla gözlük takan insanlar.
Hayata baktığımız dar pencerenin ardındaki tozlu perdeyi aralayabilen nadir insanlar.
Sessizlikleri kara gecelere tiz cığlıklar doğuran insanlar.
Size onları anlatamam ama göstere bilirim.
Formül ise çok basit; bir ayna ve hayaller. Karşılıklı koyulduğu taktirde sonsuzluğa bir geçit ve benim insanlarıma bir adım bulabilrisiniz...
...Saat 17:07
Kitaplarımın arasında kaybolan kaçıncı papatyayı arıyorum bu gün. Normalde insanlar çorap, para, cüzlan kaybeder.
Normalliğimi yitirdiğim de anladığım yada anlayamadığım bir çok objeden birisin.
Sana aşk kitaplarında okuyabileceğin sözcüklerden söylemeyeceğim, şiirlerden alınan kesitlerden de okumayacağım.
Seni sevenler gibi de asla sana sarılamayacağım üzgünüm.
Ancak tek yapabileceğim, Ruhunun derinlerinde oturan küçük çocukla beraber bir gün evinin ziline basıp kaçmak olur.
...Saat 23:00
Mutlu olmak için çok fazla zengin olmaya gerek yok ihtiyacımız olan yalnızca gülümsemek, yada gökyüzüne binip hayallerle
ücretsiz bir seyahate çıkmak. Henüz 17 yaşımda Saatler ve İnsanlar üzerinde ki kurgu yönetimini sorguluyorum, yarın ise sorglayacak
yeni konular bulmak mecburiyetinde kalacağım. Biliyorum, eğer bir gün bu satırları okurken nasıl düşündüğümü anlamakta
güçlük çekeceksin lakin nasıl hissetiğimi anlayacaksın. Satırlarda kaybolmuş haylleri aralayan küçük çocuklar bulacaksın.
Aynada akan zamana bakarken artık yağmurdan kaçan insanlarla dalga geçeceksin. Özgürlüğü sol yanında hissetiğinde,
aslında sevmen gereken ne varsa seni yalnızlıga terk edip gittiğini öğrenecek. Buda sana tıpkı benim yaptığım gibi yazmayı ve yaratmayı
öğretecek. Öğrenecek çok şey yok fani dünyada, asıl mesele hayatın içine girince başlıyor bunu anladım. Çocukken hayatı bir pencere
pervazında masumiyetiyle izler kırdığımız vazoları yalnızca cama düşen birer yağmur damlası olarak bilirdik. Bu durum büyüdükçe değişiyor
bir bakımada aynı kalıyor. İnsanlar büyürken ağlıyor demişti bir keresinde babam. ''Sen doğduğunda, sen ağlarken herkes mutluydu,
sen öldüğünde ise gül oğlum çünkü herkes ardından ağlayacak''
Babam durumu özetlemiş olacak ki şu anda sana 17 yaşımı zamanı ve hayatın geri kalanını anlatmak için her boş vaktimde yazıyorum.
Asıl meselenin zamanla bir ilgisi yok, insanlarla, hayatla ve bizle.
Asıl mesele iz bırakmakta İNSANLARIM'a...
Yarın ne olacak inan bilmiyorum, sabah kalktığımda ağzımda dolaşan zehirin tatını henüz uykuya dalmadan hissediyorum. Şimdilik uykunun bana
yazdırdığı satırları zihin bahçemden sana serpiyorum bilhas da bunları alıp ekmeni istiyorum. Çünkü hayatın boyunca seni kimse anlamayacak.
Biliyorum bencil düşüncesiz hatta kendini beğenmiş insanlara sahip olacağız. Zaman zaman bunlardan bıkıp bir köşede bir yastık bir kitap biraz
kahve ve sigarayla vakit geçireceğiz. Sessizliğine öyle alışacağız ki kopamayıp katlanacağız tiz çığlıklara.
Ağlayamacak susup takılacağız sonsuz geceye. Ardında ki yıldızları sererken yeryüzüne ap ayrı dünyara yelken açıp kahvenin damağımızda bıraktığı
tatın büyüsüne kapılacağız. Ardından İnsanlarımız fikir hapisanemizin kapısını tekmeleyecek, bir sigara daha iki dudağın arasından cigerlere özgürlüğü pompalayacak.
Soluduğun havayı hisset. tenine değen rüzgarı. Düşünmeni istiyorum omzuna düşen küt saçını...
Teyibimden bahsedeyim sana Sürekli bilmediğim şeyler mırıldanır bana. Şeyler diyorum çünkü; ne dese yazdırıyor.
Gecenin saat 11 olmuş Neşat Baba çalıyor, babamı anıyorum dedikleri biraz kulağımı çınlatıyor. Ona ne oldu diye bahsetmeyeceğim sana gerek yok.
Her insanın sırları olmalı, bazılarını cevizden sandıklara koyar kilitleriz anahtarı da çağlayan ırmaklara atarız kimseler bilmez beni benden ve seni benden başka.
Seni bu kadar iyi nasıl mı tanıyorum ? Bak işte o derin mesele.
Yalnız kaldığımda; geceye haykırılan tiz çığlıklara kulak veriyorum genellikle feryat figan eden insanlarım olsada bazen senin gibi kalabalıktan bıkmış yalnızlar da denk geliyor
onlara bir masal anlatıyorum. ''Zamanın içinde bir japon balığı varmış yalnız yaşarmış. SON'' Nasıl beğendin mi ?
Sana yalnızlıkdan dem vurmuyorum demek istediğim ne kadar yalnızsın hisset istiyorum. Her gece yatağına mutlu giriyorsun ama yalnızsın.
O battaniyenin altında başını koyduğun yastık ve senden başka kimse yok.
Hayallerin bu yalnızlığa yoldaşlık ediyor. Sen ise protokolden oynanan skeci birinci sınıf olarak izliyorsun. Hayallerin bir bir oynarken perdede. Saçmalayıp duruyorsun.
Sonra derin bir karanlık çöküyor sahneye, bedenin ağırlaşıyor ve geceye veda ediyorsun.
...-Marjiid