BÖLÜM 41

2.7K 102 38
                                    

YENİ BÖLÜM İLE MERHABA SEVGİLİ ARKADAŞLAR. GERÇEK BİR HİKAYE OLMASI, SİZLERLE PAYLAŞIYOR OLMAM, BEKLEMEDİĞİM KADAR İYİ TEPKİ ALMAM BENİ ÖYLE MUTLU EDİYOR Kİ.
YENİ BÖLÜM İLE BUZLARI ERİTTİK, UMALIM Kİ ERİYEN BUZLAR TEKRAR OLUŞMASIN. AMA NE MÜMKÜN? İYİ OKUMALAR DİLİYORUM.


ÜST RESİMDE KÖSE'NİN ÇARŞISI YER ALIYOR. SİZİ ORANIN İÇİNE ÇEKMEK İÇİN, BAZI DURUMLARDA RESİMLERİNİ EKLEMEYE DEVAM EDECEĞİM. RESİM VİDEODAN ALINMIŞ VE OLABİLDİĞİNCE NET HALE GETİRİLMİŞTİR.

Cumartesi günü iki günlük çarşı iznimin ilkine çıkmıştım. Akşam üzeri arkadaşlar ile geri döndüğümüzde, saat 5 civarıydı. Dışarda gerçekten serin bir hava vardı. Yokuşu kardan dolayı, çok zor çıkmıştık. Kendimizi nizamiye kapısından içeri, oradan da binanın içine, yemekhaneye nasıl attık bilmiyorum. Hemen kalorifer köşesine geçtim ve iki dakika ellerimi ısıttıktan sonra, üst kata idari işlere çıktım.
Çarşı iznine çıkan askerler, dönüşte direk idari işlere girmek zorundaydı. Çarşıya çıkarken aldıkları eşyaları (cep telefonu, mp3 çalar, sim kart vs.) teslim etmeleri gerekiyordu. Yukarı çıktığımda oda bayağı kalabalıktı. Biraz beklemem gerekiyordu ve o esnada yanda bulunan koğuş kapısını aralayıp, kafamı uzatarak içeri baktım. Boş gibi duruyordu koğuş, ancak Orhan hala uyuyordu. Ayaklarını görebilmiştim oradan baktığımda. Hemen kapıyı kapadım ve idari işlere geri döndüm. Odada birçok şeyden sorumlu olduğum için, Biray başçavuş beni görünce hemen çağırdı.

- Orhan, gel. Sen arkadaşlarının eşyalarını dolaba kilitle. Aldıkça bana ne teslim ettiklerini söyle, ben de kontrol edeyim defterden.
- Emredersiniz komutanım.

Dolabın önünde diz çökmüş, sıraya giren askerlerin eşyalarını alıp isimlerinin yazılı olduğu zarflara koyuyordum. Sonra da bu zarfları, evrak dolabının en alt bölümüne sırayla diziyordum. Kısa süre sonra, bugün çarşıya çıkan askerlerin eşya teslimi bitmişti. Ben de aldıklarımı adımın yazılı olduğu zarfa koyup dolabı kilitledikten sonra, anahtarı teslim ettim ve koğuşa geçtim. Üzerimi değişecektim ancak, hemen aşağı inip çamaşırları toplamak geldi aklıma. Sivil kıyafetlerim ile koşar adımlarla, lojmanların arkasına gittim ve kurumuş olan elbiselerimizi ve iç çamaşırlarını, çorapları toplayıp yandaki direğe astığım filelerin içine doldurdum.

Az sonra koğuşta, dolabımın önündeydim. Hemen üzerimi değişmek istiyordum. Şu bir gerçek ki, kamuflaj giymekten gerçekten bıkıyordu insan. Ancak o kamuflajlardan da, ayrı kalınmıyordu sanki. Üzerime eşofmanlarımı geçirdikten sonra, iç çamaşırlarının ve çorapların olduğu fileyi, çarşafımı ve yastık kılıfımı alıp, yatağıma geçtim. Fileleri bir kenara bıraktım ve yatağıma tertemiz çarşaflarımı, güzelce serdim. İşim bitince, fileleri yatağın üzerine döktüm. Hem aşık gözlerle Orhan'ı izliyordum uyurken, hem de ona ait çamaşır ve çorapları öncelikli olarak dürüyor ve istifliyordum. Kısa sürede tertemiz olan çamaşır ve çoraplarını dürmüştüm. Hemen götürüp dolabına, temiz çamaşır torbasına yerleştirdim. Geri dönüp kendi eşyalarımı da dürdükten sonra, onlarıda dolabıma yerleştirip koğuştan çıktım. Kamuflajlar kolumda asılı duruyordu. Bekir'i bulmam gerekiyordu terzihane anahtarını almak için. Ancak öğrendim ki, Bekir zaten açmış terzihaneyi. Hemen zemin kata indim ve terzihaneye daldım.

- Naber lan Bekiro?
- İyidir kardeş, gel gel buyur.

Altıma ufak bir tabure veren Bekir'in yanına oturdum. Dikiş makinesinde birşeyleri tamirat ediyordu. Kimin elbisesi ise artık, hatırlamıyorum. Ben de söze girdim ve sohbet ortamını oluşturdum.

- Presi açtın mı lan?
- He açtım. Isınmıştır, bak bi istersen.
- Isınmış ısınmış, bu kamuflajlar kimin lan? Seninse ver onlarada basıvereyim ütü. İşinden olma şimdi.
- Olur kardeş, sen bilirsin.

Adam bana terzihaneyi açmış, presi kullanma izni veriyordu. Ben de ona ufak bir kıyak yapıp, kamuflajlarına iki pres bassam fena olmazdı. Hem devremdi bir de Bekir. Aramızda geldiğimiz günden beri, hiçbirşeyin lafı bile olmamıştı. Bayağı samimi ve iyi dosttuk artık. Severdim onu, yan yatak arkadaşımdı. Gece boyu uzun sohbetlerimiz oluyor, yastık muhabbeti yüzünden çoğu zaman uykuyu unutuyorduk. Önce onun elbiselerini halletmiştim. Ütü yapa yapa profesyonel iş çıkarmaya başlamıştım resmen. Ardından Orhan'ın kamuflajlarını, çok daha özenli bir şekilde ütülemeye başladım. Tertemiz olmuştu kamuflajlarımız. O az sonra uyanacak ve tertemiz çamaşırlarını, kamuflajlarını mutlaka görecekti. Gerçi ben görsün ve ona yaranayım ya da ondan bir beklenti içinde olayım diye yapmıyordum bunu. Uykuya dalmıştı ve ertesi gün yıkama imkanı olmayacaktı. Tamamen karşılıksız olarak, arkadaşça bir yardımdı bu. Belki de aşkla yapılan birşeydi bilmiyorum.

Orhan'ın ve benim kamuflajları jilet gibi yapmıştım. Ütü konusunda gerçekten, sivil hayatta yapabileceğim bir meslek kazanmış kadar ustalaşmıştım. İşlerim bitince Bekir'e teşekkür ettikten sonra, koğuşa çıktım. Kendi kamuflajlarımı dolabın üst kısmına fırlatıp serdikten sonra, Orhan'ın dolabı açıp kamuflajlarını astım askısına. Sonra da kendi elbiselerimi dolabıma yerleştirdim. Ondan sonra işim kalmadığı için, yemek saatine kadar uzanayım diye yatağıma doğru ilerledim. Bir de baktım ki Orhan uyanmış ve yatağını topluyor. Yatağıma geçtim ve spor ayakkabılarımın değmeyeceği şekilde, yatağıma ölü gibi uzandım. Orhan hemen söze girdi;

- Ooo, geldiniz mi?
- Hı, geldik geldik.
- Nasıldı, internete falan mı gittiniz? Karda iyimi çarşı?
- Güneşte çok mu güzel ki ufacık yer işte. İnternete gittik, kahvehanede oturduk çay içtik.
- Olsun ya, yarında çıkıyorsun bak birlikte çıkıyoruz hem.
- Aynen, Erkan'lar da çıkıyormuş yarın bak, haberin  olsun.
- Ya oğlum şunu yapma.
- Neyi yapmayayım?
- Çıkarlarsa çıksınlar amına koyayım!
- Yoo, ben yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmiyor ya hani, haber vereyim dedim. Belki sevinirsin diye.
- ...
- Elbiseleri çamaşıra verirken, seninkileri de verdim haberin olsun. Kim yaptı diye arama sonra.
- Adamsın sen ya. Allah razı olsun Emre. Cansın sen can.

Gelip yanıma oturmuştu. Sohbet ediyordu benimle. Eminim ki, işini gördüm diye değildi bu yakınlığı. Çünkü gayet iyi tanıyordum artık. Beni gerçekten severdi Orhan. Sohbetimiz başladığında, bazen saatlerce sürdüğü olmuştu. Ben onun ailevi ve özel olan herşeyini bilirdim. O da benimkileri bilirdi, birşey dışında.Öyle böyle konuşurken, ben doğrulmuştum yerimden. Yanına oturdum ve biraz daha sohbet ettik, havadan sudan. Buzların erimesi anlamına geliyordu bu sohbetimiz. Ondan yana bir sorun yoktu zaten. Ben mesafeli ve tavırlı duruyordum. Hala daha resmi bir haldeydim ona karşı. Ancak sohbet etmiştik uzun zaman sonra ve bunu yapmasına kaç gündür fırsat vermeyen ben, bugün o fırsatı tanımıştım. Sohbetimiz bitmek üzereyken, yanağımdan öptü ve elini omzuma attı. O öpücüğün sebebi belliydi tabi. Teşekkür ederken öpmüştü, kıyafetleri için. Ben de ''lafının olmayacağını'' belirtmiştim. Kalpten gidebilirdim belki ama, kalbim baya dayanıklı çıkmıştı. Fazla yakınlaşmasını da hiç istemiyordum. Kalp ritmimi dışardan duyabilirdi çünkü. Anksiyete gelmişti resmen, heyecandan dolayı. Ellerim, ayaklarım yok olmuştu sanki. Öyle mutlu olmuştum ki, gülümsedim kaç gün sonra Orhan'a bakarak. İçi dolu, samimi bir gülümsemeydi. Ben de sarıldım ona ve dostça bir yakınlaşma yaşamış olduk. Tabi benim iç dünyamı sadece ben bilirdim o anda.

Ben kalkıp ''Eşofman üstümü giyip, aşağı iniyorum sigara içeceğim. Çay alırım hem, ister misin sende?'' dedim.
Orhan'da ''Al al, geliyorum ben de hemen.'' deyince, ilkokullu minik aşıklar gibi, heyecan içinde koştum dolabıma. Üzerime çoğunuzun bileceği krem içliklerin üstünü giydikten sonra, askeri kazağımı geçirdim. Askeri kıyafetleri bile giyerken, herkese fark attığımı bilirlerdi. Çapaçul bir şekilde asla giyinmezdim. Eşofman üstünü almamıştım bu yüzden. Şanslı olduğum için, kazak dağıtılırken bana denk gelen, apoletli kazağın havası bir başkaydı üzerimde. Alt kata inince hemen kantine ilerledim. Halil oradaydı ve buhar olmuştu kantinin camları. Belli ki çay sıcacıktı. Camı kapalıda olsa, camı çalıp açtırabilecek kişilerden biriydim.

- Ooo geldiniz mi lan?
- Geldik geldik gardaş. Bana iki çay versene ordan?
- Tamam, dur. Yeni demlemiştim çayıda.
- Oh, mis diyon yani?
- Aynen diyom gardaş.

Böyle deli deli bir şive oluşmuştu aramızda. Çok sevdiğim bir başka devremdi Halil. Kantini alması iyi olmuştu. İşin gerçeği devrelerimin birçoğu, askeriyenin önemli kısımlarının sorumluluğunu almıştı. Bu da, birbirimizin işini görebilmek konusunda kolaylık anlamına geliyordu. Örneğin kantine gelen herkes, istediği anda kantini açtıramaz veya kantin açıksa istediği anda çayını alamazdı. Ancak hatırı sayılır bir devre geldiğinde, o cam açılır ve mis gibi, yeni demlenmiş sıcacık çay, biraz daha fazla dem koyulmuş şekilde verilirdi.

Halil'le biraz sohbet ettikten sonra, iki çayı kaptım ve merdivenlere yürüdüm. Ben merdivenlere çıkarken, üst kattan Orhan, Özcan ve devresi olan Ercan'ın şakalaşmaları duyuluyordu. İşin ilginci askeriyede 3-4 tane Ercan olmasıydı. Bu Ercan ise, berberhane sorumluluğunu alan, saç kesimimizi yapan ve Orhan'ın devresi olan iyi bir çocuktu. Çok geçmeden aşağı Orhan ve Özcan'ın indiğini gördüm. İkisi birlikte geldiler yanıma. Hemen söze girdim;

- Özcan, oğlum iki çay aldım. Lan alıp geleyim mi içer misin?
- Sağol, varol. Mutfağa geçeceğim hemen, yemekleri hazır etmem lazım.
- Tamam madem, borcum olsun unutma!
- Tamamdır Emre'm.

Özcan alt devrem olsa bile, ağır başlı ve sözü dinlenen evli bir arkadaştı. Evliliğin getirdiği bir olgunluk mu söz konusuydu, bunu bilemezdim. Ancak sevdiğim çocuklardan biriydi. O da yemekhane sorumluluğuna seçilip, 15 gün kurs almış ve Köse'ye geri dönmüştü. Yaptığı yemekler ile evimizde gibi hissettirirdi. Öyle güzel yapıyordu ki, 15 günde nasıl öğrendiğine şaşırıyorduk bazen.

Orhan ile sigaralarımızı yakmıştık. Çayını uzattım ve aldı. Demire dayanmış hem Köse'nin görünen tarafını izliyor hem de sohbet ediyorduk. Omzunu benim omzuma dayadı. Kafasını arada omzuma koyuyordu. Öyle mutlu hissediyordum ki, o an nefesim kesilse gözüm açık gitmezdi gerçekten. Konu oradan oraya geçerken, Orhan'ın moralinin bozuk oluşuna geldi. Böylece beni üzmeyen, anlayabildiğim ama çok zorlanmama neden olan bir konunun açılmasına sebep olmuştu, sohbetimizin gidişatı. Şöyle gelişti sohbetimiz;

- Niye moralin bozuk oğlum hayrola?
- ....
- Anlat lan, gizli saklımız mı var bizim. Belki bir hal yol, çare buluruz.
- Bizim kızla konuştuk. Askerdesin, bekleyemem ben diyor. Ayrılmaya karar verdim ben de. Napacağım ben Emre? Yıllarımız geçti onunla, çocukluğumdan beri.
- Şey, aşk işleri zor tabi. Çok zor hem de. Seversin karşılık bulamazsın, sevmezsin o seni sever karşılık veremezsin.

Burada sevdiğim adam ile, sevdiği kadın üzerine konuşuyordum. Ne diyeceğimi bilmiyordum doğrusu. Zorlanıyordum ama kesinlikle kızmamıştım. Bozulmamıştım da bu konu hakkında konuşurken. Çünkü ben ne kadar aşık olsam da, onun hayatının düzenini hep  farketmiş, aklımdan çıkarmamıştım. Sevdiğim adamı mutlu etmek için, bir adım atmam ya da bir yol göstermem gerekiyordu. Ben de adımımı attım.

- Ara onu tekrar. Konuş ve bitmemesi için birşey yap. Gerekirse ben konuşayım senin için.

ASKERLİK AŞKIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin