BÖLÜM 38

2.7K 99 40
                                    

HERKESE MERHABA DEĞERLİ DOSTLARIM. YENİ BÖLÜM HAZIR VE SİZLERLE. UMARIM BEĞENİRSİNİZ VE YORUMLARINIZI EKSİK ETMEZSİNİZ.

SEVGİYLE KALIN, İYİ OKUMALAR.

Yepyeni bir gün başlamak üzereydi. Dün gecenin nöbetçi Astsubayı olan, genç ve yakışıklı Astsubay Burak, askerleri kaldırmaya gelmişti. Aslında komutan için kolay gözükse bile, asker uyandırmak sıkıcı bir iştir. Normalde gece çavuşu olan, hazır kıta ve nöbet saati gelen askerleri uyandıran ve nöbete çıkaran Nihat uyandırır koğuşu. O da gece boyunca ayaktadır ve hazır kıta ile birlikte istirahat eder.
Bizim ultra öküz arkadaşlar kalkmak bilmeyince, Burak Astsubayın gelmesi şart olmuştu tabi.

- Koğuş kalk!

Ben sivilde ölü gibi yatarken, askerde tık denince uyanan biri olmuştum. Henüz yüksek sesle bağırmaya mecbur kalmayan Burak Astsubay'ın, ilk seslenişine gözümü açmıştım. Üzerim açık, altımda boxer ile, kıçı havaya dikmiş yatıyordum. Burak Astsubay ranza aralarında gezerken, yatış pozisyonumu farketmiştim ve zor da olsa toparlanıp, doğrulmuştum.

Bizden 1 yaş küçük, sarışın, mavi gözlü, bebek gibi bir yüze sahip yakışıklı bir adamdı Burak. Bense gidip sorumsuz,  arkasını toparladığım, kara kuru bir askere aşık olmuştum. Burada "Gönül bu, akada konar bokada." sözü cuk oturuyordu işte.

Çok geçmeden doğrulduğum yerden kalktım ve yan karyolaya baktım. Orhan yoktu ve yatağı topluydu. Sahi Orhan hazır kıta askeriydi ve uyku sersemi aklımdan çıkmıştı. Diğer yanımda, benim yatağımla birleşik olarak yatan Bekir'e döndüm. O da ancak kalkmıştı. Hemen seslendim:

- Günaydın Bekir'im.
- Günaydın Emre.
- Uzat battaniyeni, toplayalım.

Önce onun yatağı, sonrada benimkini el birliğiyle toplamıştık. Bu esnada koğuş pencerelerine bakmak, hiç aklımdan geçmemişti. Haliyle uyku sersemi ve yatak meşguliyeti derken, unutmuşum işte. Tıraş olmak için, koğuştan çıkacakken, Bekir'e seslenerek pencereye doğru ilerledim:

- Aha, kar yağıyor. Oha felaket olmuş dışarısı!
- Hadi, tutmuş mu lan?
- Bembeyaz oğlum her yer.
- Allah Allah, dün gece çiliyordu bak Allah'ın işine.

Gerçekten feci bir kar yağışı vardı dışarda. Dün gece ise, tek tük atıyordu sadece. Mıntıka temizliği dışarda olanlar, baya zorlanacaktı. İçerde temizliği bitenler de, mutlaka dışarı çağırılırdı.
Hemen tıraş çantamı aldım ve lavaboya gittim. Kimse yer kapmadan önce, köşedeki lavaboya geçtim. Tıraş olmaya başladım. Bu sırada giren çıkan çok oluyordu. Orhan'ın sesini duydum bir anda. Tuvalete giriş kapısına bakmış bulundum. Orhan, İshak ve Erkan, koğuşa girdiler. Hemen önüme döndüm ve derin bir nefes alıp, tıraşa devam ettim. Kalbimde çarpıntı olarak seyreden, üzüntü belirtileri beni çok ama çok yoruyordu. Bugün buna izin vermek istemiyordum. İçimden "Ne bok yerse yesin!" diye çığlık atıyordum adeta. İşin en kötü tarafı ise, kaçamaz, uzaklaşamazdım. Askerlik görevinde, ufacık bir karakolda, içim parçalansa bile burada onunla ve onun yaşadıkları ile yüzleşmeye mecburdum.

Tıraşımı bitirdikten sonra, hemen koğuşa döndüm. Dolabımın karşısına geçtim ve düzenlemeye başladım. Ardından da, üzerimi giyindim. Giyinirken, dolapların arkasında yer alan yataklardan ses geliyordu. Haliyle ben de dinlemiş oluyordum.

- Güzel geçti gece demi kanka?
- Aynen kanka.

Kanka mı? Kanka mı olmuşlardı bunlar? Bu kadar samimiyeti ilerletmişler miydi yani? Vücudumdan ateş fışkırdı adeta. Dolabımı öyle bir kapattım ki, komutan deprem mi oluyor diye koşsa yeriydi. Koğuştan çıkmak yerine, ani bir kararla tekrar yatağımı kontrol etmek istedim. Aslında kararımın sebebi Orhan'ı görmek miydi bilmiyorum. Bizim kısma döndüğüm an, sinirim üç beş kat daha artmıştı. Orhan kendi yatağına uzanmış, Erkan ise benim yatağa kendini atmış, postallar yatağın dışında sohbet ediyorlardı. Kısa ve net konuştum:

- Kalk lan oradan!
- Noldu kanka ya, sohbet ediyoruz.
- Kendi yatağında et sohbetini amına koyayım! Bir daha görmeyeyim yatağımda!

Ses edememiş ve kalkıp gitmişti. Hemen yatağımın yanına geçtim ve kırışıklık olan yerleri, gerdirerek düzeltmeye başladım. Arkam dönüktü ve Orhan'da laf atamıyordu. Sinirli halimi ve muhtemelen Erkan'a olan tavrımın nedenini anlamıştı. Çünkü Orhan ile sohbet etmek için, benim yatağıma devreleri çok yatardı. Hiç birine laf etmez, gelir köşesine oturup ben de katılırdım sohbete. Ama Erkan'a bu iltiması göstermeyecektim.

Ben o sinirle yatağımı, iyice düzeltmiştim. Kalkıp aşağı inecektim ama Orhan ile göz göze gelmek istemiyordum. O anda beni kurtarmaya gelmişçesine, Bekir seslendi arkamdan:

- Emre, hadi kahvaltı dağıtılıyor, yetişelim.
- Tamam kardeşim, geldim.

Böylelikle Bekir sağolsun, kendimi koğuştan dışarı atmıştım. Aşağı indik ve sıraya geçtik. Bizimkiler de sıradaydı ve sohbet koyuydu yine. Bu kez isteyerek ve moralimi bozmadan ben de daldım sohbete. Arada arkamızı dönüp, bir arkadaki arkadaş ile sohbet ettiğimiz oluyordu. Bir ara bu şekilde yapınca, Orhan ve Erkan'ın yemekhaneye girdiğini gördüm. Ercan'da yanlarına gelmişti. İkisiyle göz göze geldik. Erkan ve Orhan ile. Orhan umut dolu ufak bir tebessüm yollarken, Erkan bakışını nereye kaçıracağını şaşırmıştı. Bense hem sohbete devam ediyor hem de dik dik bakıyordum ikisine. Yukarda oluşan samimi ortam, benim bakışım nedeniyle bir türlü oluşamıyordu bu kez. "Siz kimsiniz ki lan?" dercesine bir bakış attım son kez ve önüme döndüm ikisine müsaade edercesine.

Orhan ile ilgili hislerim, hala aynı derecede fırtınalıydı. Ama ona olan bakış açım, böyle oldukça daha nefret dolu bir hal mi alacaktı bilmiyordum. Ben bu çocuğa aşıktım ve bunu çok iyi biliyordum. Bu yüzden engel olamıyordum kendime ve kıskanıyordum. Açıkça derdimi diyebilsem, belki bu şekilde sinir harbi yaşamazdım hiç. Ama diyemezdim ki. "Seni seviyorum aşkım. Seni deli gibi kıskanıyorum onlardan. Yapma nolur, üzme, parçalama daha fazla beni. Uzak dur onlardan. Aşkım, herşeyim, dünyam, evrenim, nefesim, gülüşüm benim, sadece benimle ol, sadece benimle dertleş, benimle gül ve benimle ağla. Ben her yönden yanında olmaya hazırım, aşkım." diyebilseydim eğer, hiçbir şey bu noktada olmazdı. Ama diyemezdim işte, imkansızdı bu.

ASKERLİK AŞKIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin