Hilal?

834 20 1
                                    




Kötü başlayan gün, Mehmetlerin salıverilmesiyle bir nebze de olsa güzelleşmişti. Bir yanım Teğmen Leon'a teşekkür etmemi söylese de diğer yanım bunu şiddetle bastırıyordu. Çünkü  olayların bu hale gelmesinin sebebi onlardı. Evet, belki teğmen diğer yunan askerlerinden farklıydı ama sonuçta o da Hasan Basri'yi öldürmüştü.
Ne zaman Leon hakkında iyi bir şeyler düşünecek olsam aklıma hep abim Hasan Basri geliyordu ve teğmen hakkındaki eski düşüncelerime geri dönüyordum.
Tüm bu düşüncelerle cebelleşirken aklıma faytondan inerken  Teğmen Leon'un elini tutuşumla onun şaşkın yüz hali gelince istemsizce tebessüm ettim. Kayda geçilmesi gereken bir anken sadece hafızalarımızda kalacak olması üzücüydü. Sonra, teğmenin elini geri çevirmeyerek zaten ona teşekkür ettim diyerek kendimi rahatlattım.
...
Akşam yemeğinde, önceki günlerin aksine mutluydum ve gülümsüyordum. Lakin babamla göz göze gelince tüm neşem kaçıyordu. Arkadaşlarımı kurtarması için yalvarırken onun o  soğuk duruşu gözümün önünden gitmiyordu.
Dillerin lal olduğu, düşüncelerin konuştuğu akşam yemeğini  General Vasili'nin sesi bozdu:
"Leon, Halit İkbal konusunda yeni bir gelişme var mı?"
Bu soruyu duymamızla birlikte kısa bir an Leon'la bakıştık. Ardından Leon, boğazını temizleyerek cevap verdi:
"Hayır, baba ama yakalamamız an meselesi."
"Şu gazetedeki vasıfsızlardan bir şey çıkmadı mı?"
Vasıfsız mı? Bu sözleri duymamla kan beynime sıçradı lakin araya teğmen girdi ve konuşmama mani oldu:
"Onların hiçbir şeyden haberi yok. Yazıyı da onların basmadığı ortaya çıktı. Belli ki hedef şaşırtmaya çalışmışlar."
"Anladım ama dediğim gibi bu konu artık daha fazla uzamasın çünkü canım sıkılmaya başladı. Anladın mı Leon?"
"Anladım, baba."

Yemekten sonra hepimiz odalarımıza geçtik. Odaya girmemle Yıldız kolumu çimdikleyerek canımı acıttı. Tam konuşacakken yatsıyı kılan babaannemi göstererek sus işareti yaptım. babaanneme baktıktan sonra kolumu sıkmayı bırakan Yıldız beklemeye başladı. Kolumu sıktığı yer, kıpkırmızı olmuştu. Neden böyle bir şey yaptığını ben de merak ettim. Babaannemin namazını bitirmesiyle Yıldız bana kızmaya başladı:
"Sen yine ne işler çeviriyorsun?"
"Ne işler çevirmesi?"
"Sus, yemekte Halit İkbal konusu açıldığında Leon'la nasıl bakıştığını gördüm."
"Nasıl bakışmışız acaba?"
"Söylesene, hala daha o adamın kuryeliğini yapıyorsun değil mi?"
"Bilmediğin konulara karışma istersen abla."
"Abla ha, sonunda ablan olduğumu hatırladın, buna da şükür!"
Biz Yıldız'la tartışmaya devam ederken babaannem araya girdi:
"Yeter artık, bırakın didişmeyi, uyuyun."
"Ama baba-"
"E yeter dedim Hilal, girin yatağa."
"Tamam babaanne."
"İyi geceler babaanne."
...
Gecenin ilerleyen saatlerinde duyduğumuz seslerle uyandık ve neler oluyor öğrenmek için odadan çıktık.
General Vasili, Teğmen Leon ve Kirya Veronika aşağı iniyordu. General Vasili yine bağırıyordu:
"Leon, Albay Cevdet nerede?"
"Odasının kapısını çaldım ama cevap veren olmadı."
"Hemen albayı bul ve yanıma getir."
"Tamam baba."
General ve teğmen bize hiç bakmadan önümüzden geçti ve dışarı çıktılar.
Babaannem Veronika'ya yaklaştı:
"Cevdet'ten yana bir malumat var mı? Asker bir şey dedi mi kızım?"
"Maalesef Hasibe hanım."
Yıldız araya girdi:
"Kirya Veronika, müsaadenizle haber etsek, sordursak karargahtan?"
"Bir havadis olursa mutlaka haber verirler. Birileri illaki bedel ödeyecek."
Bu kez araya ben girdim:
"Bedel ödeyecek olan sizlersiniz."
Bu sözümle birlikte Veronika bana taraf döndü. Bende sözlerime hiç aldırmadan devam ettim:
"O silahlarla dökeceğiniz kana mani olundu. Bunlar daha hiçbir şey."
Veronika, sol yanağıma sertçe bir tokat attıktan sonra cevap verdi:
"Küçük hanım, bedel ödemenin ne olduğunu kan dökmekle ilgili ne bilirsiniz siz. Bir daha asla benimle böyle konuşmayın."
Babaannem, Veronika'nın bileğini kavradı ve lazım olan cevabı verdi:
"Kadın, sen de bir daha zinhar torunuma el kaldırmayasın yoksa o elini kırarım. Geçin odalarınıza!"
Dolu dolu olmuş gözlerle odaya geçtiğimde arkamdan Yıldız'ın hak ettin serzenişlerini duyuyordum ama bu konularda onun gibilere diyecek sözüm yoktu ben de duymazlıktan geldim.

Sabah olmak üzereydi. Yıldız ve babaannem dayanamamış ve uyumuşlardı lakin ben... Yaşadıklarımı hazmedemediğim için gözüme uyku girmiyordu. O sırada konağın önüne gelen faytondan inen teğmeni görünce sessiz ama hızlı şekilde bahçeye çıktım. Önüne geçtiğimde anlamaz ama yorgun gözlerle bana bakıyordu. Bir an haline acıdım ama belli etmemeye çalıştım.
"Ne oldu küçük hanım?"
"Babam, babam nerede?"
"Karargahtalar, endişelenmeyin bir sıkıntı yok?"
"Sadece merak etmiştim. Evden sinirli çıkışınız düşündürdü bizi, bu kaçıncı?"
O sırada sol yanağıma dikkatli baktığını görünce açıklama gereği hissettim:
"Anneniz vurdu teğmen, hem de haklı olduğum halde. Böylesiniz işte, işinize gelmeyen bir şey olduğunda kim olursanız olun  karşınızdakinin kim olduğuna bakmadan hiddetleniyorsunuz . Bizleri suçluyorsunuz ama barbarlı-..."
"Yeter, küçük hanım! Haddinizi yine aşıyorsunuz. Annemin size vurması kötü olmuş ama annem gibi sakin bir kadına ne söylediniz de acaba böyle bir şey yapma mecburiyeti hissetti hiç düşündünüz mü?"
"Doğru ya, siz suçlu olmazsınız ki hiç, olamazsınız. Nasıl da unuttum bunu. Hata bende ki size laf anlatıyorum, müsaadenizle"
Ardından ona arkamı döndüm ve önünden hızlı adımlarla konağa girip odaya geçtim. Aslında ona kızmıyordum, kendime kızıyordum küçük bir kız çocuğu gibi ona annesini şikayet ettiğim için.
...
Geç uyuduğum için sabah Yıldız'ın dürtmesiyle uyandım. Acıkmamıştım ama Veronika'ya inat kahvaltıya katıldım.

Kahvaltıdan sonra annemlerle hastaneye giderken bizimkileri merak ettiğim için anneme bahane uydurarak gazeteye gittim.

Gazeteden içeri girdiğimde bizimkiler konuşurlarken bir anda sustu. Ne olduğunu sorduğumda kemküm ettiler. Üsteleyince konuştular:
"Aklımızı kurcalayan bir şey var İlal kızan?
Dünkü Yunan asker seninle iyi gibiydi, bir sıkıntı olmasın ilerde?"
"Saçmalamayın, benim onunla aram katiyen iyi olamaz, böyle şeyleri düşünmeyin bile."
"Sen nasıl dersen."
"Başka bir sıkıntı yok değil mi?"
"Aslında başka bir şey daha var ama nasıl söylesek..."
"Uzatmayın, fazla vaktim yok ne diyeceğiniz varsa söyleyin."
"Andreas vardı ya?"
"Evet, ne olmuş, haber mi var, varmış mı eve?"
"Cesedi, cesedi kıyıya vurmuş."
"Nasıl! Nasıl olmuş?"
"Bilmiyoruz..."

Duyduklarımla gazeteden nasıl çıktım bilmiyorum ama o esnada Mehmet'i gördüm, şüpheli hareketleri vardı, sürekli etrafa bakıyordu. Onu takip etmeye başladım ama daha sonra gördüklerim beni dehşete düşürmüştü. Mehmet, Andreas'ı öldürmüştü. Bize bunu nasıl yapabilmişti diye düşünürken bir yandan da gözyaşlarıma hakim olamıyordum. Gözyaşlarımı silerek Mehmet'i takibe devam ettim. Eski bir binaya girdi, ardından ben de. Ayak seslerimi duymuş olacak ki bir anda beni yakaladı.
"Hilal, ne yapıyorsun burada?"
Ağlamaklı bir sesle hesap sormaya başladım:
"Boynumuzun borcu demiştin!"
"Ne?"
"Andreas'ı neden öldürdün?"
"Birinin yapması gerekiyordu."
"Nasıl bu kadar acımasız olabildin?
Gerçekte kimsin sen, kimin adamısın, söyle?"
"Hasan'ın kardeşi Mehmet'im."
"Bana yalan söyledin, bundan sonra aramızda itimad yok, bilesin."
"Hilal, çık artık, git buradan."
"Hiçbir yere gitmiyorum, senin neler çevirdiğini öğreneceğim."
"Öğrenip ne yapacaksın? Senin gücün yetmez."
"Nereden biliyorsun?"
"Abim ölürken neredeydin Hilal?"
"O benim de abimdi!"
"Hilaaal, git!"
"Gitmiyorum!" dememle birlikte Mehmet sinirle masaya devirdi. Masanın altındaki bomba düzeneğini görünce bunun tuzak olduğunu anladık ve tam dışarı çıkacakken arkamızda Yunan askerlerini gördük, en önde de Teğmen Leon'u ve onun fısıltıyla çıkan sesini:
"Hilal"

Bir Smyrni EfsanesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin