O gün şirketten eve biraz geç dönüyordum. O sırada dikkatimi bir şey çekti.
Siyah! Evet evet sokak lambasının altında baştan aşağı siyah olan kapşonlu bir adam...
Elinde bir sigara vardi sanırım beni izliyordu. Korkmuştum fakat belli etmemeye çalışarak adımlarımı biraz hızlandırdım.
Küçüklükten beri karanlıktan korkardım.
Arkamdan geliyormuş gibi hissettiğimde telefonumu videoya aldım ve arkamı görecek şekilde elimde tutup yürümeye devam ettim.
Birkaç saniye sonra kaydettiğim videoyu izlemeye başladım.
Kapşonlu tam arkamda yavaş yavaş yürüyordu. Apartman kapısına yaklaştığımda sokak lambasının bir anda patlamasıyla küçük bir çığlık koyverdim.
Ve birkaç saniye sonra bir el koluma dokundu. "Korkma lambaydı."dedi Kapşonlu. Benim yaşlarımda uzun boyluydu. Başımı sallayarak belli belirsiz gülümsedim ve cebimden anahtarımı çıkarıp apartman kapısını açarak içeri girdim.
Bugün yeterince korkmuştum ve bir an önce evime gitmek istiyordum. Her ne kadar beni bekleyen sıcak bir ailem olmasa bile...
Asansöre binip ailemden bana kalan büyük evin kapısında anahtarımı deliğe yerleştirip çevirdim ve ayakkabılarımı elime alarak içeriye girdim ve ayakkabılarımı dolaba yerleştirdim.
Karanlıktı, her yer soğuk ve karanlık. Korkmaya başladığımda ışığı açtım ve montumu çıkarıp üst kata çıkmaya başladım.
Şömineyi yakıp karşısına oturdum. O sırada fotoğraf albümüm dikkatimi çekti.
Elime alıp her zaman ki gibi sayfalarında yolculuk yapmaya başladım.
Beni geçmişe götürüyordu.
İlk sayfada ben daha bebekken olan birkaç fotoğraf vardı. Habersiz çekilmişti.
Aslında bütün fotoğraflar öyleydi.
3 ay kadar önce biri bu albümü kapıma bırakmış içine de bir not sıkıştırmıştı.
Notta şöyle yazıyordu.
İpek Elvan'a
Elvan, Ailenin öldüğünden çok öldürüldüğünü düşünüyorum ve onları bulmaya çalışıyorum.
Albüm'e gelirsek, bir yerlerden elime geçti ve sana vermem gerektiğini düşündüm.
kazayı çok iyi hatırlıyordum.
11 yaşlarındaydım o zamanlar. Babamın bir iş için İzmir'e gitmesi gerekiyordu ve annemle ben de onunla gitmek istemiştik. Babam da bizi kırmayıp onunla gidebileceğimizi söylemişti.
İstanbul'dan yeni yola çıkmıştık ben arka koltuktan radyoyu açmaya çalışıyordum ta ki annem çığlık atana kadar. "Nergis frenler boşalmış!" Diye bağırmıştı babam. Yola baktığımda uçurum gibi bir yerin kenarındaydık ve bir araba son sürat üzerimize geliyordu.
Ağlamaya başlamıştım. "Babaa ne olur ölmeyelim babaa!!" Birkaç saniye sonra araba bize çarpacakken direksiyonu kırıp yavaşladı ve hiçbir şey olmamış gibi yolunda devam etti. babam o sırada direksiyonu çevirmiş, bariyerlere çarpıp durmuştuk fakat bariyerler kırılınca araba da yuvarlaya başlamıştı. "Kızım, ne olur ağlama bir tanem."
Ağlamam çok daha şiddetlenmiş bağırıyordum. "Hayııır, ne olur babaa kurtar bizi!!" Ve son duyduğum ses 'kızım' olmuştu. Uyandığımda karanlık bir odada tek başımaydım. Elimde bir serum vardı. Sonra öğrendim ki annem ve babam ölmüş, ben 2 ay yoğun bakımda kalmışım ve artık benden ümidi kesmişler.
Albümü yerine bırakıp ağlayarak terasa çıktım. İstanbul ayaklarımın altında bütün muhteşemliğiyle duruyordu. Battaniyemi aldım ve yere çöküp ağlamaya devam ettim.
(Teras multide)
"Neydi alıp veremediğin ha neydi? Aşağılık herif!"
Herkese merhaba umarım bölümü beğenmişsinizdir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gökkuşağının Sekizinci Rengi
Teen FictionHiç görmediğimiz bir rengi hayal edebilir miydik? Hayır! Hayal gücümüz ne kadar geniş olursa olsun bu imkansız bir şeydir. Hayatı Gökkuşağının sekizinci rengine benzetiyorum, bilinmezliklerle dolu... Ne zaman ne yaşayacağımızı bilemeyiz, tıpkı gökk...