Hey, Jason beni bekle ! Seni kırdıysam özür dilerim. Sadece biraz sinirlendim.
-Sorun değil baba. Ama er ya da geç annemle buluşacağım. Buna engel olamayacaksın.
-Bak oğlum. Annene bir daha ulaşamaz...
-Neden baba, neden ?
-Sözümü kesmezsen anlatacağım, Jason.
-Tamam, özür dilerim. Sözüne devam et.
-Bak Jason. Annen bizim bilemediğimiz bir yerde. Onun yerini Tanrı' dan başkası bilemez. Ama Tanrı' ya dua edersen ve iyi bir insan olursan er yada geç annene kavuşacaksın. Bu yüzden bu davranışlarından vazgeçmelisin. O telefon kulübesini de unut artık. Sende üzücü duygular uyandırıyor belli ki.
Jason, bu düşündürücü söylevin ardından biraz düşündü. Ardından sadece "peki" diyerek babasına sitemli bir cevap vermiş oldu. Bay Thomson' da bunu anladığı için cevap vermedi ancak işlerin düzelmeyeceğinin farkındaydı. Artık önünde onunla ilgilenebileceği iki hafta vardı. Üstelik olacakları Jason' a olanları fark ettirmemek için de uğraşacaktı. Tabiki zorlu bir görevdi. Fakat her şey oğlunun mutluluğu içindi.
Yol boyu hiç konuşmadan eve ulaştılar. Sabah erkenden evden ayrıldıkları için ev havasız ve düzensizdi. Mutfak bulaşık dolu, yatak odalarında yatak bile görünmüyor, banyodan kanalizasyondan gelir gibi bir koku geliyordu. Bay Thomson, evin halini görünce biraz duraksadı ancak bu günleri mutlu geçirmesi gerektiğini bildiğinden Jason' a bir şey çaktırmamaya çalıştı. Her şey yolundaymış gibi davranıyor, hep güler yüzle dolaşıyordu. Halbuki işler hiç de yolunda değildi. Psikolojik destek alması gereken bir çocuk, ondan ayrılma hissi ve birazda Bayan Lindargard' a karşı hissedilen hisler çevresini sarmıştı. Sanki onu boğazlayacakmış gibi üstüne geliyorlardı. Bir süre mutfaktaki küçük koltukta dinlendikten sonra işlerin başına geçen Bay Thomson, Jason' a bir şey istiyor mu diye sormak için odasına girmişti. Sonra yine moralini bozacak bir manzarayla karşılaştı. Jason, masasının başına geçmiş, bir şeyler yazıyordu. Yanına gittiğinde yine başa sardıklarını anladı. Jason annesine bir mektup yazıyordu. Mektubun başında da "Canım Anneme" yazıyordu. Bay Thomson ne diyeceğini bilemedi. Sonra ağzından kekeleyerek birkaç cümle çıkardı :
-Jason, senle biraz önce ne konuştuğumuzu unuttun mu ?
-Hayır baba. Her şey hala aklımda. Neden sordun ki ?
-Jason, annenin yerini bilmediğimizi ve onunla yeniden görüşemeyeceğimizi sana anlatmıştım. Bu mektup da nereden çıktı ?
-Bak baba, sen bilmiyorsun ama ben annemle düzenli olarak görüşüyorum. Hem de o telefon kulübesinde.
-Jason ! O kulübeyi unutmanı söylememiş miydim ?
-Evet söylemiştin baba. Ama o kulübenin bende çok anısı var. Annemi hatırlatıyor bana.
-Jason, bir daha kavuşamayacağın anneni unutmak için o kulübeyi hayatından çıkarmalısın.
-Peki.
Yeniden gelen "peki" cevabı Bay Thomson' un, Jason hakkındaki düşüncelerini kesinleştirdi. O asla annesini unutamayacaktı. Tıpkı Bayan Lindargard' ın dediği gibi. Onu normale çevirmenin tek yolu ise zorunlu tedaviydi. Ama bu ona korkunç geliyordu. İşkence gibi. Fakat başka çare de görünmüyordu.
-Jason, annen ebediyette. Bunu biliyorsun değil mi ?
-Ah, baba! Hala benim annemle görüştüğümü anlamıyorsun. Tamam senin istediğin olsun.
Bu sözlerden sonra Jason' un mektubu yırtıp atmasını bekleyen Bay Thomson, oldukça şaşkındı. Çünkü Jason, sadece mektubun başındaki hitap sözcüklerini değiştirmişti. O kelimeleri okumak cidden Bay Thomson' a acı veriyordu :
"Ebediyete Mektup"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
New York'ta Bir Telefon Kulübesi
Kurgu OlmayanBir telefon konusmasi neler anlatabilir? Ya da oradan gelen ses bir cocugun hayatini nasil etkiler? Psikolojik sorunlar yasayan bir cocuk mu daha caresizdir, ne yapacagini bilemeyen bir baba mi? Ölen annesini surekli anan cocugun hayati nasil altust...