Şövalye çalıların üzerine yatmış, saatlerce gökyüzünü izlemiş. Yıldızı ona göz kırpıyor, o yıldızına gülümsüyormuş adeta. Huzur dolu saatlerin ardından hafif bir fırtına çıkmış. Şövalye donsa da kalkmayacakmış yerinden, izleyecekmiş yıldızını. Sonra fırtına artmış, toz topraktan görünmez olmuş gökyüzü. Şövalye ayağa fırlamış, bir ağacın dallarına tırmanmaya başlamış. Oysa yıldızı, fırtınanın arasında kaybolmuş birdenbire! Gökyüzü yıldızsız, kapkaranlık kalmış. Şövalye elini havaya doğru savurmuş adeta fırtınaya rüzgara vurmak ister gibi. "Ey yıldızım!" diye haykırmış havaya, "Fırtına da çıksa, kar da yağsa, deprem de olsa geleceksin bana. Çünkü yuvanım ben senin. Ve herkes gün olur yuvasına döner."
16.Bölüm : Kimsesiz Kalmak.
*Bir gün yanında olduğumda da bana böyle gülecek misin?*Hani bazı binalar vardır, bütün ışıkları sönmüşken tek bir katının ışığı sabaha kadar yanar. İşte biz o sabaha kadar yanan ışıklı evde yaşayanlarız. Uyumayan, uyuyamayan, içinde bir yerde hep düşünen, düşündükçe düşünenleriz biz. İşin içinden çıkamayan, çıkamadıkça daha çok hapsolan, hiçbir şeyi kendi içinde halledemeyenleriz biz. Her şeye rağmen ayakta kalan ama ayakta kaldıkça mahvolan, mahvoldukça daha güçlü ayakta kalan, oysa çaresiz kaldıkça çaresizliğe sürüklenen, umut gördükçe umuttan kaçanlarız biz. Biz kimiz biliyor musunuz, yıllarca o ışığı sabaha kadar yanan evde yaşamış ve birden kapkaranlık bir odaya hapsedilmiş, biri gelsin de ışıklarımızı yaksın diye bekleyenleriz biz. İşte şimdi ben burada oturuyorum, ellerim Ege'nin bana yollattığı hediyesinde, ışıklı yorganımda. Gözlerimden yaşlar akıyor, yorgana damlıyor ve işte o zaman ağlamamam gerektiğini anlıyorum. Ağlamamam gerek çünkü bu yorganı ıslatmamam gerek. Ağlamamam gerek, çünkü beni aydınlatacak bu ışıkları mahvetmemem gerek. Ağlamamam gerek çünkü Ege'yi üzmemem gerek. Ağlamamam gerek, kendim için, Ege için. Anlıyor musun, İzmir? Benim artık ağlamamam gerek.
Telefonumu elime aldım. Bir elim yorganın ışıklarına dokunuyor bir elim Ege'ye mesaj yazmakla meşgul. Ne diyeceğimi, nasıl anlatacağımı bilmiyorum?
"Sevgili Ege," yazdım, "Gönderdiğiniz hediye elime ulaştı. Müteşekkirim. Yazdığınız ciddi fakat bir o kadar da duygusal not içime dokundu. Size gelip de EGE SEN NE YAPTIN KAFAYI YEDİM BURADA! yazmak isterdim, fakat bu ince hediye, o ince not böyle bir tepkiye hak etmiyordu. Bu yüzden size kısa bir mektup yazmaya karar verdim. Siz, kalbime bir notla, bir yorganla, birkaç ışıkla dokundunuz. Sanki geceyi yaşıyordum, birden gündüz oldu. Sanki kapkaranlık bir odadaydım, gelip ışığı açtınız. Beni karanlığımdan alıp götürdünüz, aydınlığa çıkardınız. Artık karanlığa hapsolmamak dileğiyle, bir gün o yorganın altında birlikte ısınacağız... Sevgilerle..." Yazdım, gönderdim ve bir mesaj daha attım,
"EGE SEN NE YAPTIN KAFAYI YEDİM BURADA!" Ve bir mesaj daha,
"Ağlıyorum."
"Gerçekten ağlıyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
3391 Kilometre
Teen Fiction''O gün, bana 'Sinemaya gidelim mi?' diye sordu. 3391 kilometre öteden, şehirlerce, denizlerce uzağımdan... Yanımdaki insanlar görmezken beni, o bana imkansız olduğunu bile bile 'Sinemaya gidelim mi?' dedi...'' Aylarca sesini duymadığınız, yüzünü...