Müzik : Kai Engel - Summer Days
Şövalye, sisin ardından ağacın dalında uyuyakalmış. Gözlerini açtığında sis çoktan dinmiş, yıldızı karşılamış onu gökyüzünde. "Ah," demiş, "yıldızım. Beklemesem geceyi senin için, bilmez misin karanlıktan korkarım ben. Gelsen ellerime, ışığım olsan, hiç korkmasam karanlıktan." O an gökyüzündeki hareketlenmeyle gözlerini kısmış şövalye, yıldızı yavaş yavaş büyümüş gökyüzünde. Kaşlarını çatmış şövalye, yıldızı daha çok büyümüş, ardından biraz daha, ve biraz daha. Bir efsanenin başrolü gibi göğü aydınlatmış yıldızı. Gecenin bir vakti sanki gündüze dönmüş hava, küçücük yıldızı gözlerinin önünde koskoca güneşe dönüşmüş adeta. Şövalye sevinçle atlamış ağaçtan! Bir kez daha aşık olmuş yıldızına. Bir zamanlar kolayca kaybolabilecek küçücük bir yıldız tanesiymiş koca gökyüzünde, sonra büyümüş, her geçen dakika daha da parlamış ve o küçücük yıldız, bir anda güneşe dönüşmüş. Ve şimdi, artık istese de kaybolamazmış. Şövalye, yerde kavuşamadığı yıldızına gökyüzünde kavuşmuş, sağı solu onun ışığıyla doluymuş artık. Ellerini ısıtan, gözlerini kamaştıran yıldızının ta kendisiymiş. Şövalyenin aşkı, bir yıldızı güneş yapmaya yetmiş.
18.Bölüm : Sözümü Tuttum.
*İzmir'in Ege'sine kavuşma hikayesi.*İnsanlar kaymayan yıldızların ardından dilek dilemezler. Öyleyse başını kaldır, bu yıldızlı gecede bir kereliğine de yıldızların seni izlediğine inan. Bil ki, bir gün geriye dönüp baktığında yaptıklarına değil, yapamadıklarına pişman olacaksın. O yüzden durma, dudaklarını arala, içinde tuttuğun ne varsa bağırırcasına fısılda.
Uçaktan indiğimden beri tam üç saattir yoldayım. Ege'nin evi tam olarak nerede bilmiyorum, ama Jurques diye küçük bir kasabada yaşadığını biliyorum. Evet yaşadığını biliyorum, ölmediğini. Paris'te iner inmez Jurques'e giden otobüse binmek üzere bir servise atladım, ardından otobüse bindim ve inmek üzereyim. Yol boyunca içimde Ege'ye hiçbir şey olmadığına dair o garip inancı taşıyıp durdum, gözlerimden yaşlar akarken insanların İngilizce sorularına gözyaşlarımın arasından cevap veremezken Fransız bir teyzeyle kesişti yolum. Yanımda oturduğu iki saat boyunca hiçbir şey demeyip ağlayışımı izlemesine rağmen sonunda iki dakika önce bana bozuk İngilizcesiyle neden ağladığımı sordu.
"Neden ağlıyorsun, ufaklık?" Burnumu çektim, yüzüne baktığım sırada gözyaşlarımdan o buruşmuş ama bembeyaz yüzünü seçebildim, ve hüzünlü bir nefes verdim.
"Bazı... kötü şeyler yaşıyorum... yaşadım..." Kadın bilge bir ifadeyle gülümsedi.
"Hepimiz kötü şeyler yaşarız yavrum. Ağladıkça kötü şeylerin seni alt etmesine izin veriyorsun."
"Elimden başka hiçbir şey gelmiyor."
"Gelir," dedi teyze Fransız aksanıyle bezenmiş İngilizcesiyle, "Seni üzen ölüm değilse elinden her şey gelir." Başımı kaldırdım. Yemyeşil gözlerine baktım titreyen gözlerimle,
ŞİMDİ OKUDUĞUN
3391 Kilometre
Teen Fiction''O gün, bana 'Sinemaya gidelim mi?' diye sordu. 3391 kilometre öteden, şehirlerce, denizlerce uzağımdan... Yanımdaki insanlar görmezken beni, o bana imkansız olduğunu bile bile 'Sinemaya gidelim mi?' dedi...'' Aylarca sesini duymadığınız, yüzünü...