Eve geldiğimizde geldiğimiz yerin benim evimin olmadığını fark ettim. Parayı ödedikten sonra bileğimden tutup arabadan indirdi. Binaya girene kadar bileğimi bırakmadı. Arkasından onu takip ediyordum. Asansöre bindiğimizde en üst kata çıkacak olan katın düğmesine bastı. Telefonumu çıkarıp babamın beni arayıp aramadığına baktım ama aramamıştı. Bulanıklaşmaya başlayan görünüşümden ağlamaya başlayacağımı hissetmiştim. Hızla gözlerimi ovarak kendimi toparlamaya çalışıyordum. Her şey yoluna girmeyecekti. Ama kendime buna inandırmak zorunda hissediyordum.
Sonunda kata geldiğimizde Furkan yavaşça elimden çantamla telefonumu aldı. Bunu yaparken ellerinin ne kadar soğuk olduğunu fark etmiştim. Ceketini Can'ın üzerine örttüğü için sadece tişörtüyle duruyordu ve hava buz gibiydi. Üşümüş olduğunu fark ederek bir süreliğine olanları unutarak arkasından onu takip ettim.
"Üşümüşsün. Üzerine kalın bir şeyler giyip de sıcak çay iç. Hasta olma."
"Hasta olursam onunla kendim ilgilenirim. Sen kendinle ilgilen ilk."
Ne demek istediğini fark ettiğimde yutkunamamıştım. Ağlamaya başladığımda hemen susturmaya çalıştı.
"Tamam ağlama! Sakin ol lütfen! Ya demedim bir şey lütfen sus!"
Kapıdan içeri zorla girerek kendimi koltuğa atmıştım. Biraz daha ağlayıp rahatladığımda yavaş yavaş susmaya başlamıştım. Tam su isteyecekken önümüzde bulunan masaya bırakmıştı. Yanına da peçete koyup gözden kayboldu. Burnumu silip suyumu içtikten sonra sonunda çevreyi inceleme fırsatı bulmuştum. Tek tük duvara ve masaya koyulmuş resimler vardı. Ev fazlasıyla sade ama doluydu. Ama nedense evde hissedilen farklı bir sıcaklık vardı. Bu duygunun tam olarak ne olduğunu bilmiyordum ama güzel hissettirmişti. Bir duyduğum kelime nefes almamı durdurmuştu.
"Peki anne geç kalma cidden bu kızla ne yapacağımı bilmiyorum. Babasına ulaşamadı hala."
Anne.
Anne.
Anne.
Sesinin geldiği yer olan mutfağa doğru ilerledim. Dolaptan bir şeyler çıkarıp tezgahın üzerine bırakıyordu. Arkasına dönüp beni gördü.
"Acıktın mı? Dünden kalma birkaç yemek var. Annem yemek yapmayı pek beceremez yemek istemezsen eğer sipa--"
"Hayır! Yemek isterim!" aşırı tepki verdiğimi fark edince toparlamaya çalıştım. "Yani sonuçta yapmış değil mi? Yiyelim hadi. Gerçekten çok açım..."
Anlam veremeyerek yemekleri ocağa koyup ısıtmaya başladı. Oturmam için sandalyeyi çekti ve önüme yine bir bardak su koydu.
"Sıcak çay yok mu? Ihlamur ya da papatya gibi mesela... ama papatya varsa daha çok memnun olurum yoksa da sorun değil."
"Var."
Dolaptan kase içerisinde yüzen papatyaları çıkardı. Anlam veremeyerek papatyalara bakmak için yanına gittim. Açıklama yapma gereği duymuş olacak ki neden böyle yaptıklarını anlatmaya başladı.
"Annem hazır papatya çaylarını sevmiyor. Bu yüzden fazlasıyla geniş saksılar aldı ve papatya eker. Herhangi bir ilaca veya başka bir şeye maruz kalmadan temiz çiçekten çay yapıyor. Açıkçası böylesi daha lezzetli."
İlginç bir bilgi verecekmiş gibi tüm vücuduyla bana döndü ve işaret parmağını sallamaya başladı.
"Ve papatyanın yenildiğini biliyor muydun? Bilmiyordun değil mi? Ben de öyle tahmin etmiştim. Tadı güzel gerçekten. Annem bazen yenilebilecek çiçekleri toplayıp onlardan çorba yapıyor."
"Çorba mı? Kendi tarifi mi?"
"Hayır. İspanyolların bir tane soğuk çorbası var. Adını hatırlamıyorum ama hatırlayınca söylerim. O çorbanın tadı gerçekten güzeldir. Bir gün pişirirse getiririm."
Bazı papatyaları sudan çıkararak dikkatle cezvenin içerisine bıraktı. Bir bardak suyunu boşaltıp haşlamaya bıraktı. Yemeklerle aynı zamanda haşlandığı için yemeğin yanında içmeye başlamıştım. Gerçekten hazır papatya çayından daha da lezzetliydi tadı. Yemeği yemeye başladığımda tadının değişik olduğunu fark etmiştim ama nedense daha güzel geliyordu. Acaba anne eli değdiği için miydi?
Telefonumun çaldığını duyunca hemen telefonuma doğru koştum. Telefonuma baktığımda arayanın babam olmadığını fark ettim. Sınıftan Çağla'ydı. Furkan da arkamdan arayan kişiyi gördü ve elimden aldı telefonu.
"Melek şuanda konuşamaz. Evet biliyoruz. Tamam. Şimdi mi? Tamam anladım."
Telefonu kapatıp çantama koydu. Ve kenara bıraktı. Yine bileğimden tutup beni mutfağa doğru sürükledi ve az önceki sandalyeme oturttu.
"Yemeğini ye. Biliyorum bu çok fazlasıyla erken ama emniyet müdürlüğüne gidip--"
"Katil olduğumu itiraf edeceğim."
"Saçmalama! Olanları anlatacaksın."
"Ama bunlar beni katil yapar. Sonuçta benim yüzümden oldu."
"Melek! Suç senin değil. Suç kimsenin değil. Kendine yüklenme."
Ama kendime yüklenmeden yapamıyordum. Bu benim hatammış gibi hissediyordum. Bir kişinin hayatı sadece saniyeler içerisinde yok olmuştu. Sanki ruhu bedeninden ayrılmış ve bana gülümseyerek bakarak koşmaya devam ediyormuş gibi hissediyordum. Aslında koşmaya devam etmişti ama koştuğu yer bambaşka bir yerdi. Geri dönüşü olmayan bir yerdi. Onun yanına gitmek istesem de gidemeyeceğim bir yerdi. Sınıfta tek arkadaşlık kurduğum kişiydi. Sınıfta tek normalmişim gibi davranan insan oydu. Şimdi yokluğuna alışmam baya zaman alacaktı.
"Tamam."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ORTAK NOKTA
ChickLit***Kanserli Kızın Aşkı adlı kitabın ikinci serisidir. "Annesi doğum sırada öldü Dilara. Ona her zaman babadan çok anne gibi yaklaştım ve benimle her zaman konuşurdu. Şimdi sorunu ne bilmiyorum. Benimle artık konuşmuyor bile ve delirmek üzereyim!" "B...