Bölüm 6

399 29 0
                                    


Can'ın cenazesinin üzerinden biraz zaman geçmişti. Olanları kavramak, kendime gelmeye çalışmak biraz zordu. Hala kendimi suçlu hissediyordum. O anları hala rüyalarımda görüyordum. Uyumaya korkuyordum. Ne zaman uyumak istesem uyuyamıyordum. Sınıfa girdiğimde her zaman dolu gördüğüm sıra boştu. Kimse onun yerine oturmak istemiyordu, oturmak isteyen olursa da oturtmuyorlardı. Herkesi kendisini sevdirmeyi becermişti ve herkese destek olmuştu, güldürmüştü. İlk hafta herkes ondan bahsederken şimdi kimse bahsetmez olmuştu. Yavaş yavaş unutmaya başlamışlardı gerçekten... Furkan da zaman zaman benimle konuşuyordu ama yine eskisi gibi soğuk olmuştu. Bunu kafama takmamaya çalışsam düşünmeden de edemiyordum.

Neden onu düşünüyordum?

Neden bir gün okula gelmediğinde endişelenip ona mesaj atmamak için kendimi zor tutuyordum?

Neden onunla konuşmadığım zamanlarda canım sıkılıyordu?

Neden eskisi gibi yalnız takılmak istemiyordum?

Neden sorusu başka bir neden sorunu getiriyordu ama cevabını bulma zahmetine girmiyordum. Sadece soruyordum. Cevabı kendi içimden değil de onda bulmak istiyordum belki de...

Çalan telefonumu fark edince sınıftan dışarı çıktım. Kalabalık sınıfın uğultusu beni rahatsız ediyordu.

"Efendim baba?"

"Benim bir mahkemem İstanbul'da yapılacak. Birkaç gün orada kalacağım. Sen eve gelmeden ben yola çıkmış olacağım. Teyzende kal, hala rüyalar görüyorsun."

Sesi ne kadar da önemser gibi gelse de istemiyordum. Teyzemde kalmak bir işkence gibi olurdu benim için. Bitmek bilmeyen neşelendirme çabaları, asla kapanmayacak olan fırını ve çenesi... ah hayır...

"Ah... yok baba ben tek kalırım. Rüyalar başladığı gibi bitiyor zaten."

"Emin misin? Bazen ağladığını duyuyorum."

"Ay sende baba yani. Ben hep ağlıyorum bilmiyor musun beni?"

Gülerek dalga geçme havası vermeye çalışıyordum. İşe yaramış olacak ki rahatlamış bir şekilde cevap verdi.

"Peki. Öyle diyorsan öyledir. Yemek yemeyi unutma ama."

"Hı hı unutmam. İyi yolculuklar ve bol şans."

"Teşekkürler Meleğim."

Telefon ekranına bakarak bugünü atlatabilecek miyim diye kendimi sorgulamaya başlamıştım. Rüyalarımın azalmasından çok artması beni rahatsız ediyordu. Aynı sahneyi tekrar ve tekrar görüyordum. Hiçbir şekilde devamı gelmiyordu. Can'a seslendiğim an araba çarpıyordu, seslenmediğim anda ise yine araba çarpıyordu. Ne yaparsam yapayım rüyamda bile onu kurtaramıyordum bir türlü. Can yine ölüyordu, onu kurtaramıyordum. Kurtaracak gücüm yoktu...

Sınıfa girmek için arkama döndüğümde Furkan'ın arkamda olduğunu fark ederek şaşırmıştım. Arkamda ne yaptığını soracakken sınıfa dönerek sınıfa girdi ve benim yerime oturmuştu. Normalde sinirlenirdim ama bu seferlik bir şey demeyerek bende yerime oturdum. Önüme bir kap koydu. Ona baktığımda açmamı söyledi. Açtığımda burnuma gelen taze ve sıcak kek kokusu burnuma dolmuştu. Hele portakal kokusunun güzelliği o kadar etkilemişti ki beni... bir portakal kokusu insanı ne kadar etkileyebilir ki? Etkilemişti işte.

"Annem senin için yaptı. Gerek yok dedim ama yaptı."

"An... annen mi?"

"Evet."

"Teşekkür ettiğimi söyler misin? Çok beğendiğimi söylersin."

"Yemedin bile."

"Kokusu her şeyi anlatıyor o yeter bana. Teşekkürler yine."

"Her neyse."

Kutuyu kapatıp çantama hemen koyup güvene almaya çalıştım. Ne olur ne olmaz diye sıramın altına da koydum. Abarttığımı söylese bile bir bahane ile susturmayı becermiştim. Saatler sonra ders bitmişti. Eve gitmek için yola çıkmışken Furkan ile aynı durakta beklediğimizi hatırlamıştım. Onu yemeğe davet etmeli miydim? Yani bu doğru bir zaman mıydı? Saçmalamaya başladığımı düşünerek kafamı salladım. Kulaklığımı takıp sakin tonda çalan Song From A Secret Garden (Young Ok Shin) şarkısının huzuruna bırakmıştım kendimi. Arka planda çalan hoş melodi ile piyano sesi ve kadının sesi tüylerimi diken diken ederek beni sakinleştirmesi hoşuma gidiyordu. Babamın bana bu tarz şarkıları dinlemeye başlamam gerektiğini söylemesine katılmaya başlıyordum. Gerçekten bu tarz şarkı insanı rahatlatmayacaksa ne rahatlatacaktı?

Furkan'ın gelen otobüse binip uzaklaştığını görmek beni germişti. Giden otobüsün arkasından uzun uzun bakmıştım. Annesinin yaptığı kek aklıma gelince çantamdan kutuyu çıkarıp bir tanesini alıp yemeye başlamıştım. Portakal kokusu burnuma dolarken, ağzıma gelen portakal taneciklerinin tadı keki ayrı bir lezzetli yapmıştı. Annesi ne iş yapıyordu? Aşçı mıydı? Gerçekten çok güzel bir kek yapmıştı. İyice acıktığımı hissederek teyzemde yemek yemem gerektiğini fark ettim. Teyzeme yemeye geleceğimi haber verdikten sonra ona gittim.

"Kal işte ne diye uzatıyorsun ki sende ya?"

"İstemiyorsa zorlama Dilara. Zorlarsan rahat edemez."

"Neden edemesin? Burası onun da evi."

"Teyze yani kalmak isterim ama—"

"Aması ne? Ay gerçekten karşımda Ceren var sanki. Aynısınız ikinizde. İnatçı keçiler."

Bir kere daha annemle ortak nokta bulduğumda gülümsemeden edemedim. Annemle daha fazla ortak noktamız var mıydı acaba?

"Annene benzettiğini duyunca nasıl da gülümsedi bak."

"Aman Ömür görmüyor musun sanki Ceren hiç gitmedi de burada."

Bunu ortamı yumuşatmak için söylemiş olsa da içimizde bir buruklukla gülümsemiştik. Hep bir parçamın eksikliğini hissediyordum. Acaba bu anne sevgisi ihtiyacı mıydı?

"Enişte beni bırakır mısın? Geç oldu otobüsle dönmek istemiyorum."

"Demesen de bırakacaktım zaten. Gitmek mi istiyorsun?"

"Evet."

"Pekala.Hadi gidelim."    

ORTAK NOKTAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin