Bölüm 1 "Ağaç Ev"

279 14 25
                                    

Jungkook'un benim yüzümden yara aldığı beşinci olay.
Beşinci olayın 196. günü.
Yaşıyor, biliyorum ama olmuyor.
Bulamıyorum.
Tam buluyorum ve yine izini kaybediyorum. Herkes o öldü diyor ama biliyorum, hissediyorum o ölmedi. Ölseydi bilirdim.
Ölseydi hissederdim.
Zaten beni bırakıp gitmez o.
"Beni bırakmaz benim minik tavşanım.
Öyle değil mi ?"
Yoongi'nin histerik gülüşünü işittiğimde çenem kasılmıştı. Yine başlayacak ve canımı sıkıcaktı. Yine kavga edeceğiz ve ikimizden biri kapıyı çarpıp çıkacaktı.
"Ne diyeceğimi biliyorsun öyle değil mi Jimin?"
Uzamış olan kâküllerimin gölgesinden baygın bir bakış attım.
"Kendini boşuna umutlandırma Jimin. Kes ağlamayı artık. Kes şu saçmalıkları. O öldü. Duydum Jimin. Gördüm. Kendi kulaklarımla duydum o acı çığlığını. O gözyaşlarını kendi gözlerimle gördüm. O öldü!"
Yalan söylüyordu.
İnanmak istemiyorum.
O ölmedi!
"Ölmedi!"
"Jungkook yaşıyor anladın mı ?! Anla artık şunu! Beni bırakıp gidemez! O benim üzülmeme dayanamaz!"
Kahkaha attı.
"Bunları o pisliklere bulaşmadan önce düşünseydin keşke! Belki şuan yanında olurdu AHMAK!"
Yerimden sinirle kalktığım gibi omzundan hızla ittim. Hiç bir sikim bilmiyordu.
"Bana bak Yoongi!"
Sinirle soluduğum nefesim genişleyen burun deliklerimden duyulabilir bir sesle çıkıyordu.
"Jungkook. Öl.me.di. Anladın mı! Sok şunu şu kalın kafana artık yeter!"
Kafasına işaret parmağımla vurarak söylediğimde uzun boyuyla bana yukardan baktı ve yüzümü iki eli arasına aldı.
"Jimin üzgünüm, sadece seni düşünüyorum. Boşa umutlanma istiyorum. Kulaklarımla duymasam, gözlerimle görmesem bu kadar emin konuşmazdım Jimin ama Jungkook öldü."
Her seferinde aynı şey oluyordu. Jungkook ile öldü kelimesi yan yana gelince gözlerim doluyordu.
O ölemez ki.
Benim minik, yaralı, sevimli tavşanım, bir tanem ölemez.
Benim yaralarımı saracağına dair söz verdi, şimdi kabuk bağlamasına az kalmışken gidemez.

Gözlerimden süzülen yaşları sildi.
"Ağlama. Özür dilerim."
Nadiren böyle yumuşardı bu konuda. Çoğu zaman tartışırdık ve biri evi terk ederdi.

Jungkook'un kaçırıldığını duyduğumda kriz geçirmiştim. Parayı bulduğumu söylememe rağmen Jungkook'u kaçırmışlardı. Eve geldiğimde kapı açık, ev darmadağın, evin hemen girişinde yerde birkaç damla kan çıldırmama yetmişti.
Bugün Jungkook'un kaçırılmasının 28. Haftasının son günüydü. Tamı tamına yedi ay oluyordu.
Onu özlüyordum.
Hiç aklımdan çıkmıyordu.
Rüyalarım da bile benimleydi.

Luck havladığında ona döndüm.
"Noldu ?"
Ağaç eve doğru koştuğunda yine farkında olmadan buraya geldiğimi anladım.
"Yine sana gelmişim Jungkook."
Kıkırdadım ve ağaç evimize doğru koşmaya başladım.
Rüzgarın koşarken yüzümü yalaması, saçlarımın arasında gezinişi, vücuduma bu yaz gününde serinlik vermesi, her şeyiyle rüzgar çok güzeldi. Rüzgarın güzel hissiyatı ve Mugunghwa Çiçeğinin kokusu beni eski anılarımıza buraya geldiğimiz ilk güne götürmüştü.

[eski]

"Jungkook bekle!"
Çalılar bacaklarımı çizerken Jungkook'a yetişmeye çalışıyordum.
"Hadi ama Jimin hyung, bak az kaldı mızmızlanma."
Hyung...
Başka hangi kelime bu kadar canımı yakabilir ki...
Yine o hayat buldurtan kahkahası kulaklarımı doldurmuştu. Bu kahkaha hayata her an tekrar bağlanmamı sağlıyordu.
Sana her saniye tekrar aşık oluyorum Jeon Jungkook.
Fazla güzelsin, benim olamayacak kadar fazla...

"Bak işte burası!"
Eliyle yeşermiş ağacı gösterdiğin de bir şey görememiştim.
"İçinde Jimin hyung."
Ve ekledi.
"Hadii."
Yanıma gelip elimden tuttuğunda kalbim hızlanmıştı. Sıcacık elleri vardı, kalbinin aynası olan.
Benimkinin aksine sıcacıktı baştan aşağı. Kalbi, ruhu, kanı, elleri, dudakları...
Fazla sıcaktı.
"Jimin hyung?"
Hyung...
"Efendim Kookie ?"
"Daldın ?"
Gülümsedim.
"Evet biraz öyle oldu."
"Düşünme artık o adamı kalbini yaralamaktan başka bir şey yapmadı."
Güldüm. Komikti. Fazlasıyla komikti. Öyle bir adam yok Jungkook. Keşke öyle bir adam olsaydı da o yapsaydı ama yok.
O sensin Jungkook. Senin unuttuğun yıllarınsın...


"Yıldızları seyretmeye bayılırdın öyle değil mi ?"
Beni en sinirlendiren noktada buydu işte.
Çocukluk yıllarımızı hatırlıyordu, gençliğimizi de ama ergenliğimizi hatırlamıyordu. Acı, tatlı ne şayandıysa yaşandı, o döneme ait hiçbir şey yoktu aklında.
Buruk bir tebessüm oluştu yüzümde.
"Evet minik Kookie. Severdim."
Göğsüme yasladığı kafasını, ağaç evin zemininden destek alarak kaldırdı.
"Sever-dim?"
Tek kaşını kaldırarak dudaklarını araladığında bu tatlı portreyi resmetmek istemiştim. Evimdeki diğer on binlerce portresinin yanına bunu da eklemek istemiştim.
"Artık sevmiyorum."
Yavaşça dudakları kapandı, kaşı indi, yüzü düştü.
Dudaklarını yaladıktan sonra gülümsedi ve hevesle ciğerlerine temiz havayı doldurarak konuşmaya başladı.
"Ben sevdiririm."
Fazla masum bir ruhu vardı. İçine melek kaçmıştı adeta.
"Senin sevdirdiğin her şeye sevmekten daha fazlasını yaparım."
Dünya güzeli gözlerini açıp dudaklarını sıkılaştırdı. Tam bir tavşana benziyordu.
İstemsizce kıkırdayarak ağzımı ellerimle perdeledim.
Ellerimi kavradığında birden duraksadım ve ifadesiz bir hale büründüm. Şaşırmıştım.
"Böyle çok tatlı oluyorsun. Ama gülüşünü gizleme, seyretmesi bayağı güzel oluyor."
Gülümseyerek kolumu kafamın altında biraz daha yerleştirdim ve göğsüme geri yatırıp konuyu kapattım.

"Bak işte orda! En parlağı o!"
Elini sonsuz karanlıkta ki gökyüzüne kaldırıp gözüne kestirdiği yıldızı işaret etti. Elinin hizasına bakıp gülümsedim.
"Ben daha parlağını görüyorum."
Kaşları çatık bana döndü. Hayır hayır. Sinirden değildi tamamen meraktandı.
"Tam buradalar. Her gün, her saat, her dakika, her saniye gözlerimin içine bakan, alt tarafı bir yansımanın aynası diyemediğin ender gözlerinler, şu yıldızdan daha parlak olanlar. işte onlar tam karşımdalar. O parlak yıldız senin gözlerin Kookie."
Yanakları al al olduğunda güldüm.
Gözlerini aşağı kaydırdığında bende baktım.

?

Ellerimiz birbirine kenetliydi. İkimizde farkında olmadan kenetlenen ellerimize bakıyorduk.

Ay yerini güneşe bırakırken günün ilk ışıkları da yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başlamıştı. Günün ilk saatlerinde aydınlanmaya başlayan gökyüzünde uçuşan kuş cıvıltıları eşliğinde,
"Eski günlerdeki gibi." Dedi mırıldanarak ve ezbere okudu.
"Gün bitti ağaçta, neşe söndü.
Yaprak ateş oldu, kuş da yakut.
Yaprakla kuşun pırıltısından,
Havzın suyu erguvana döndü..."

Space || JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin