16. Bölüm "Beni Sevgine İnandır."

65 6 8
                                    

Jimin'den

Koltukta uyuya kalmıştı. Gülümsedim bir süre onu seyrederken. Oturduğum sehpadan kalkıp yanına oturdum. Eli koltuktan düşmüş. Kavradım zarif elini. İnce,uzun, zarif elini. Aldım avuç içlerime. Öptüm önce onun avucunu, daha sonra sımsıkı kenetledim parmaklarımızı. O da sımsıkı sardı elimi parmaklarıyla. Ellerimizi anlına götürdü. Gözlerini açmaya hazır değildi daha ama gülümsedi uyandığını belli edercesine. Birbirine kenetli dudaklar o an hiç aralanmadı. Kirpikleri hiç kalkmadı ama dudakları hilal oldu bir müddet. Derincene bir nefes içine çekti. Daha sonra çenesini biraz kaldırarak öptü bileğimden. İçim bir hoş oldu o an. Ama dudaklarını hiç geri çekmesin istedim. Ruhumu teslim etmiş gibiydim sanki. Sonra aralandı kurumuş dudaklar. Islak dili dudaklarını nemlendirdi.
"Bilekten öpmek... Çok anlamlı değil mi?"
Yutkundu. Adem elması büyük bir endamla kımıldadı.
"Hayata bağlayan damarlardan biri orada ve sen oraya hükmediyorsun..."
Beyaz bir çarşaf gibi açılmış boynuna bir öpücük kondurdum.
"Boynun şarap gibi... günler geçtikçe daha da güzelleşiyor."
Nefesimin, dudaklarımla boynunun arasında kalacağı mesafeden fısıldamıştım.
"Sarılarak konuşmak diye bir şey var mesela, muazzam. Boynuna konuşuyorsun, kalbiyle duyuyor.
Ve o cümleler hep orada kalıyor. Gitmiyor, gidemiyor."
Bir öpücük daha kondurdum, bu sefer adem elmasına. Bir celsede altına aldı ufak bedenimi. Gözleride açılmıştı dudaklarıda. Sırıtırken bende kahkaha attım.
Kollarımı boynuna sardım. Kendime çektim küçüğümü. Kulağına hizaladım dusaklarımı.
"Beni sevgine inandır küçüğüm."
Kalçamdaki elini yavaşça geri çektiğinde sırıtarak kendimi koltuğa geri bıraktım.
"Ayıp ama bu yaptığın hyung. Hevesim kursağımda kaldı."
"Bundan sonra böyle ufaklık."
Üzerimden kalktı yavru köpek bakışlarını atarak. Gülerek ortamı alaya aldım.

Gece olmuştu bile. Saat 23.59'du.
"Yarın Kore'nin bir, iki yerini mi gezsek ?"
'Nerden çıktı şimdi bu?' der gibi baktı kaşlarını kaldırarak.
"Hadi ya."
Gülerek onay verdi.
"Olur."
Saate baktığımda 00.01 olmuştu bile.
"O zaman kalk hadi hazırlanalım."
"Hö?!"
Kahkaha attım.
"Kolayı üzerine döküceksin dikkat et. O tişört benim velet."
Güldü.
"Yarın dedik diye hatırlıyorum."
"Çift sıfırdan sonra yeni bir gün başlıyor diye biliyorum."
Kahkaha attı.
"Fazla kurnazsın."
Yandan sırıttım ve odama çıktım.

İç çamaşırımla kalmış bir vaziyette dolabıma bakıyordum. Kapımın kolunu indiğini gördüğümde dolabın kapaklarını siper edindim istemsizce.
"Siyah pantolonunu giymeyeceksen ben giyebilir miyim ? Benimki kirlenmiş ?"
Dolaptan siyah yırtık kotumu çıkartıp uzatmak için ona döndüğümde onunda boxerıyla olduğunu farkettim. Ağh! Beni tahrik etmek için yaptığını adım gibi biliyordum. Erkekliğinin ucu boxerından gözüküyordu. Farkında değilmiş gibi yapması gerçekten komikti. Bilerek açtığını ikimiz de biliyorduk.
"Hyung?"
Elimde kotla erkekliğine baktığımı tavşanımın sesiyle farketmiştim. Hemen gözlerimi ordan çekip ona verdim ve dolabıma geri döndüm.

Çıktığını sanmıştım ama belime dolanan eller çıkmadığını kanıtlamak istercesine burdayım diye bağırıyordu. Belimde milimlik hareketlerle dolanan elleri dışında erkekliğide rahat durmuyordu. Çenesini omzuma yasladı ve "Bence şu beyaz gömlekle şu yırtık kotunu giymelisin. Üstünede deri ceket."
Nefesi boynuma çarparken kendimi dizginlemek oldukça zor oluyordu.
"Hıhım" diyebildim sadece. Hemen kıyafetlere uzanıp dolaptan aldım ve Jungkook'un kollarından ayrılıp yatağa oturarak kıyafetlerimi giymeye başladım.
"Hazırlansan keşke ufaklık." Diyerek odamdan göndermeye çalıştım.
"Hazırlanırım ben iki dakikada." Dedi ve pantolonunu giydikten sonra dağıttığım kıyafetleri toplama bahanesiyle beni izliyordu.

"Kamerayı ne yapacaksın ?"
Evden çıkarken sordum.
"Vlog ?"
Gülümseyerek onayladım kafamla.

"Nereye gideceğiz ?"
Cevaplamayı tercih etmedim.

"Everland mı!"
Kulağımın dibinde çığırmasıyla koltuğa sinmem bir oldu.
"Sakin ol in hadi."
Gülerek indik ikimiz de.

Önümde gülümseyerek ilerlerken yüzündeki mutluluk gülüşünden okunuyordu...
Aklıma hücum eden düşüncelerden bu gün uzak durmak istiyordum. En azından bir günlüğüne her şeyi yok sayabilirdim değil mi?

Gülümseyerek bana döndüğünde uzattığı elini kavradım sımsıkı.

Hız trenindeyken yüzümdeki kocaman gülücükle ona döndüm. Gülücüğü öyle ilahiydi ki, tapılası duruyordu.

Tüm gün bu parkta eğlenmiştik. Seul'un en büyük eğence parkıydı burası ve daha önce küçükken babam getirmişti bizi. Ama Jungkook hatırlamıyordu bile.
"İlk defa geldim. Teşekkürler." Diyip boynuma sarıldı ve dudaklarıma bir buse kondurdu.
"Ne yapıyorsun?"
"Öpüyorum."
"Herkesin içinde ayıp."
"Peki." Kıkırdayarak önüne döndü. Elimi asla bırakmıyordu. Kamyonete geri bindiğimizde eve gideceğimizi sanmıştı. Ama iki yer demiştim. Seul'u ayaklarının altında hissettiğin bir yere götürecektim onu.

"Aaa buraya küçükken gelmiştim." Güldüm.
"Biliyorum." Dedim gururla. "Biliyorsun." Dedi gülümseyerek.
"Hakkında her şeyi bilmem..."
"Ve benim senin hakkında çoğu şeyi bilmemem..."
"Seni seviyorum."
Hayır Jimin düşünmek yok bugün.
"Bende seni seviyorum."

Vlogu burda sonlandırmayı düşündüm.
"El salla Jungkook!"
Kamerayı ikimizi de alıcağı şekilde çevirdim.
"İleriki bize mutluluklar!"
Güldüm.
"İleri de mutlu olmayı unutmayın!"

Seul Kulesinin tepesinden korkuluklara yaslandık.
Tek tük insan vardı. Gün ağırmak üzere sayılabilirdi.
"Gün doğumunu burdan hiç izlememiştim." Dedim.
"Gün doğumunu senin kanatların arasında hiç izlememiştim."
Gülümsetmişti.

"Özür dilerim hyung."
"Neden?"
"O an cidden öyle demek istememiştim. Sana katil demek istememiştim ben.. cidden çok üzgünüm. Özür dilerim."
Ahh şu konu...
Kelimelerin harfi harfine her dakika yankılanıyor ve ne yalan söyleyeyim bu yara bir özür bandıyla iyileşmeyecek.
Tek kelime etmedim. Ne gülümsedim, ne yüzüne baktım, ne de cevap verdim. Duymamazlıktan geldim. O da önüne dönmeyi tercih etti.

"Keşke geçmişi geri alsak. Gerçekten düşünerek söylerdim. Bu kadar düşüncesiz olmazdım özür dilerim."
"Geçmişi geri alamayız, geleceği ise durduramayız."

Gün doğarken indik kuleden. Kamyonete bindik. Çektik bir sahil kenarına. Kamyonetin arkasındaki yorganların ardına girdik ikimizde. Sarıldık birbirimize.

Gökyüzünü seyrederken sessizliği bozdum.
"Bir morg düşü-"
"Hayır."
"Şiit! Kesme sözümü bu olacak bir şey."
"İstemiyorum. Benden önce gitmeyeceksin."
Neden! Neden samimi değil o korkulu bakışlar? Neden gerçekçi durmuyor ? Neden aşık gibi bakmıyor? Neden mi ? O adam çünkü. Yine o adam... Öyle değil mi?
"Neyse."
"Neyse.."
Yine büyük bir sessizlik oldu. Şu aralar iki yabancı kadar sessizdik ikimizde birbirimize karşı.

"Dudakların... Fazla kurular."
Alayla kıkırdadım.
"Sen gidince..."
"Hı?"
"Sen gidince kurudu dudaklarım. Seni bir daha öpemeyeceklerine inanmıştılar çünkü. Çünkü hiçbir ten, senin tenin gibi olamazdı."
Dudaklarımdan öptü uzuncana.
"Eskiye dönme vakti o zaman."
Sahi, vakti gelmiş ya, sende dönsene beni sevdiğin günlere.

Parmaklarıya oynuyordu.
"Bir şey mi var ?" Dedim. Bunu sormamı beklermişçesine hemen atladı.
"Evet, evet bir şey var."
Kaşlarım birbirine yakınlaştı hemen.
"Bir şey var. Bir sen anlarsın ama bir sana anlatamam."
Bir şey demedim. Bıraktım. Peki anlamında kafamı sallayıp gözlerimi yumdum.
"İyi geceler tavşanım."
"İyi geceler pisicik."

Space || JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin