12. Bölüm "Dönüş"

60 6 14
                                    

          

Hâlâ aklım almıyordu. Nasıl ya? Nasıl kurtuldu? Nasıl kaçtı? Nasıl geldi? Nerdeydi?
Bu sorularla şuan onun canını sıkmak istemiyordum.
"Ne düşünüyorsun hyung?"
Göğüsümün üzerinde birleşen ellerini ayırıp iki elim arasına aldım.
Zarif parmaklarıyla oynuyordum.
"Seni. Seni düşünüyordum."
Hoşuna gitmişti.
"Nasıl düşünüyordun ?"
"Güzel düşünüyordum."
Göğsüme vurdu şakasına. Güldüm ben de.
"Özledim demek istiyorum ama çok pasif bir kelime. Ve sen yokken benim hissettiklerimi açıklayacak nitelikte maalesef değil."
Gülümsedi. Hissedebiliyordum.
"Geldiğimden beri neden çok konuşmadığımı anlıyorsundur o zaman? Saatlerdir seni nasıl özlediğimi tarif edebilmek için kelimeler arıyorum fakat yok. Bulamıyorum. Oradayken bir şeyler yapmak için çok vaktim vardı. Bende senin bana sürekli önerdiğin ama benim bir türlü okuyamadığım kitapları okumaya karar verdim. Ne istersem alıyorlardı bende evime gidip bana verdiğin kitapları almalarını istedim. Birde bana verdiğin şu beyaz tişört."
Gözlerimi gökyüzünden çekip minik tavşanıma çevirdim. Hâlâ üzerinde beyaz tişörtü vardı. Altında ise kaçırıldığı gün altında olan siyah şortu.
"Ve kitaplardan öğrendiğim kadarıyla eğer birini gerçekten özlüyorsan, bunu doğru ifade edecek kelimeleri saatlerce arasan bile söyleyecek tek bir kelime dahi bulamazsın."
Bu kitabı hatırlıyordum.
"İçinden beyaz gül çıktı değil mi ?"
Gülerek onayladı.
"Hepsinin içine kapak renklerine göre gül koymak... akıllıca Bay Park."
Kıkırdadım.

"Ben yokken ne yaptın ?"
Şimdi gerçekten oydu dimi yanımda duran? Hâlâ inanamıyordum.
"Seni düşündüm, seni hayal ettim, seni çizdim, seni aradım..."
"Senden nefret etmem için çok uğraştılar. Ama şeytana uymadım. Bunlar şeytanın işleridir. Senin değil. Sen beni o aptalların eline bırakmazdın biliyorum. Aradığını biliyordum. O ölüm videosuna inanmadığın için sana minnettarım. Çünkü beni ararken sürekli yaklaşıyordun. Bir keresinde seni gördüm hatta. Bulmuştun. Seslenmek için o kadar uğraştım ki. Sesimi duyurmak için çok çabaladım ama bayılttılar sanırım, çünkü uyandığımda başka bir yerdeydim. Sürekli yaklaşıyordun ama beni son anda başka bir yere götürüyorlardı."
Bu konuları açmak dahi istemiyordum. Hoşuma gitmiyordu. Onunda hoşuna gittiğini sanmıyorum.
"Ee ne yapalım ?"
Kıkırdadığında anlam veremedim. Komik bir şey mi demiştim?
"Bunu hep ben söylerdim. Şimdi senden duymak... komiğime gitti."
Gülümsedim.
"Burası gayet güzel. Aklında binlerce soru var biliyorum. Hepsini sor ve bugün aklındaki tüm soruları çözümleyelim."
Dudak büktüm.
"Bu konular hoşuna gitmeyecek ama ?"
"Biliyorum. Neler yaşadığımı anlatıp bana acımanı sağlamak istemiyorum ama aklında sorularla durmak zor onu da biliyorum."
Derin bir iç çekip onayladım.
"Bu konular aklıma geldikçe moralim bozuluyor. Sen yokken çocuk gibi ağladım. O kadar hiç, o kadar boş, manasız, öyle haksız yere senden uzak kaldım ki..."
Kaküllerimi çekip anlımdan öptü.
"Artık yanındayım. Söz verdiğim gibi. Hep yanında olacağım ve gözyaşlarını teker teker ben sileceğim."

"Nasıl kaçtın ?"
"Bıraktılar."
Ha ?!
"Nasıl?!"
"Basbaya bıraktılar. Hallettik dediler ve beni bıraktılar."
Neyi hallettiler?
"Peki neden parayı getirmeme rağmen seni kaçırmışlar ?"
"Adam benden hoşlanmış. Seni beklerken abileri aradı fotoğrafımı istemiş fotoğrafımı attılar. Jimin'i beklemeyin getirin onu buraya para umurumda değil dedi. Bende duydum."
Sinirden çenem kasılırken kucağından kalkıp karşısına oturdum.
"Merak etme. Dokunmasına izin vermedim. Sonuçlarını ağır ödedim ama asla dokundurtmadım."
İstemsizce gözlerim bedeninde gezindi. O salak adama olan öfkem daha da artıyordu Jungkook anlattıkça. Bedeninin bir çok yerinde morluklar, yara izleri ve hâlâ geçmemiş olan yaraların kabukları duruyordu. Ellerini kavradım ve kollarındaki yaralarını okşadım.
"Hepsi geçecek. O da bunların sonuçlarını ağır ödeyecek."
Ellerini öptüğümde gözlerime korkuyla baktı.
"Hayır Jimin. Onunla görüşmeyeceksin. Gözümün önünde onlarca adam öldürdü. Hepsinin de ona ne yaptığını anlattı. Hiçbirinin suçu ölümle cezalandırılamazdı ama o yaptı. Ve her seferinde senide böyle öldüreceğini söyledi, anlattı. Zevk alarak anlattı. Babanı nasıl öldürdüğünü, aileni nasıl dağıttığını, karşısında atılan çığlıkları, sıçrayan kanları, senin korku dolu bakışlarını, benim ailemi dağıtışını, beni dövdürttüğünde senin nasıl tepki verdiğini, her şeyi anlattı. O gün anlamış zaten. Benim senin için ne kadar değerli olduğumu. Yıllarca ailemi takip ettirmiş. Sonrada seni. Babandan alamadığını senden almak için seni baban yerine koymuş. Ve tek değer verdiğin biri olduğumu anlamış. Beni elinden alırsa ona köle olacağından eminmiş. Ama o zamana kadar benim yüzümü görmemiş. O gün beni görünce bana aşık olmuş. Beni senden almak istemiş. Parayı istemedi. Senin acı çekmeni umursamadı. Bana sahip olmak için çabaladı. Her çabası boşa çıkınca cezalandırdı. Her dövdürttükten sonra yanıma gelip benimle ilgilendi. Sonra gözümün önünde bir adam öldürdü. Hepsinin ölümünün bir bakıma suçlusu benim olduğumu her dakika söyledi. Sana sinirimden onları affetmiyorum dedi. Kaç gece onlar için ağladım. Hepsi benim yüzümden öldü. Sıçrayan kanları tişörtüne leke oldu." Gözlerinden boncuk boncuk süzülen yaşların ardı arkası kesilmiyordu. Sımsıkı sarıldım ve saçlarından öptüm. Kollarımın arasındaki titreyen bedene ne kadar şefkatliysem ona bunu yaşatanlara o kadar öfkeliydim. Hepsi bunu ödeyecekti.
Kollarımın arasından yavaşça ayrılıp gözlerime baktı. Kıpkırmızı olmuştu gözleri. Hemen kızarıyordu.
Yüzümü elleri arasına aldı.
"Asla onu bulup kafa tutmayacaksın anladın mı? Bir daha ikimizden biri onlarla göz göze dahi gelmeyecek. Tamam mı?"
Cevap vermedim.
"Hayır Jimin. O öfke dolu bakışları tanırım. Aklından dahi geçirme. Gitmeyeceksin. Gidersen giderim(!)"
Gözlerimi kocaman açıp şok içinde ona bakıyordum. Şuan karşımda o adamı mı koruyordu?
"Sen şuan o salak herifimi koruyorsun!"
Şok ve sinirle ayaklandım.
"Hayır! Seni koruyorum ve sen bunu anlayamayacak kadar öfkelisin!"
O da ayağa kalkıp bana bir adım daha yaklaştı.
"Tabii ki kızacağım! Sana bunları yapmaya hakkı yoktu! Bir de hâlâ bana o aptalı koruyorsun!"
Oflayarak yüzünü sıvazladı.
"Korumuyorum!!!"
"Tamam Jungkook yah!"
Elimi boşver dercesine havada salladım ve ağaç evden çıkıp aşağı indim. Arkamdan gelirken aynı zamanda durmamı söylüyordu.
"Dur ya! Jimin bi dinle! Jimin! Hyung dur ya!Mochi!"
Dinlemiyordum şuan daha fazla onunla konuşursam onun suçu olmasa da kalbini kırabilirdim.
"OPPA!"
Bi anda dona kaldım. A-az önce ? bileğimden kavrayıp kendine çevirdi.
"Kaçarak neyi çözmüş oluyorsun?!"
Hâlâ oppa demesinin etkisindeydim.
"Sana diyorum Jimin."
Başkasına baktığımı sanıp arkasını kontrol etti.
"İyi! Ne halin varsa gör! Defol git! Tamam git! Yapmadığın şey sanki! Yine git!"
"Aynı şey değil!"
"Dönemeyeceğin bir yere gitmek.. Bana göre aynı şey ve arkanda bıraktığın kişi benim!"
Luck artık kavga etmemizi istemiyordu. Aramıza girip ayağa kalktı ve Jungkook'u belinden itmeye çalıştı. Yapamadı. Beni itmeye çalıştı ama onu kenara çektim.
"Tamam Jungkook. Ben anlayacağımı orda anladım. Şimdi çevirme. Her şey ortada işte daha ne zorluyorsun ki! Varsa söyle! Söyle de boşuna mutlu olmayayım."
Gözlerini kocaman açtı.
"Ne diyorsun sen ya! Ne dediğinin farkında mısın! Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin!"
Bir an duraksayıp bende ne dediğimin farkına sonradan vardım. Resmen ondan hoşlandın dimi demiştim. O gelip burada bana hep beni düşündüğünü söylerken benim yaptığım şey... Büyük bir aptallık etmiştim.
Sinirle soluyordu. Gözleri doluydu. Hep biri ona bağırdığında ağlardı zaten. Güçlü değildi o kadar. Sol gözünden bir damla yaş süzüldüğünde hızla belinden kavrayıp kendime çektim ve dudakları dudaklarımı bulduğunda elleri saçlarıma daldı.
"Özür dilerim."
"Özür dilerim."

Gözlerimi açtığımda hâlâ yanımdaydı. Rüya olmadığına artık fazlasıyla emindim. Rüya değildi. Tamamen yanımdaydı artık. Kollarımın arasındaydı. Pamuk gibi olan teni benim beyaz tenimle birleşiyordu. Gün yeni doğarken ışığını ay yüzlüme yansıtmıştı.
Islak kirpikleri kıpırdaştığında uykusunun açıldığını anladım.
"Bugün yine günlerden sen...
Sabahın ilk ışıkları senin üstüne düşüyor ve bir melek gibi göz kamaştırıyorsun.
Masumluğuna ölmek istiyor insan, sıcacık ellerine gömülmek, uykundayken rüyana girmek ve seni daha çok sevmek istiyor.
Nefes alışlarını dinlemek, göğüsünün kalkıp inişini seyretmek bana huzur veriyor. Günaydın huzur bahçem."
Aramızdaki milimlik mesafeyi uzanarak kapattığında kıkırdayarak altıma aldım. Omzuma vururken kahkahaları evin dört duvarında yankılanıyordu.
"Hayır hyung." Parmağını sağ sola salladı.
"Güne ağrılarla başlamak istemiyorum."
Kıkırdadığımda oda kıkırdadı ve uzanıp dudaklarıma masum bir öpücük bıraktı. Daha sonra kalkıp giyindi.
"Tam bir fetişçisiniz Bay Park."
"Ne fetişi ?"
"Kookie fetişi olabilir mi ?"
"Tam üstüne bastınız Bay Kookie."

Space || JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin