Annem ve Gabe'le yaşadığımız ev Manhattan'teki birçok evden daha iyiydi. Gabe'e rağmen annem yanımdaydı. İkimiz de yaşıyorduk. Karnımızı doyuracak yemeğimiz, uyuyacak bir yatağımız vardı. Her şeye rağmen orayı da sevmiştim. Melez Kampı kadar olmasa da.
Melez Kampı, her şeyden, herkesten çok daha farklı bir dünyaydı benim için. Kıvırcık'tan veya Tyson'dan başka arkadaşlarım vardı. Bana saygı duyan, beni seven insanlar vardı. Yaptığım onca şapşallığa, saçmalığa rağmen bana güvenenler vardı.
Kulübe tanımına uyamayacak kadar büyük bir kulübem vardı. İçinde kardeşim Tyson'ın benim için yaptığı kalkan, Dalgakıran, Melez Kampı tişörtüm, dolap altlarına sıkıştırdığım çoraplarım, çürümüş elmalarım... Babamın hediyesi kocaman havuzum.
Kıvırcık vardı, benim küçük satir arkadaşım. Yeri geldiğinde çok evhamlı, yeri geldiğinde çok sinirli, altıncı sınıfta sakalları çıkmaya başlayan tek kişi.
Tyson, kiklop kardeşim. Kocaman, tek gözünü bana diken, Annabeth'i çok seven küçük kardeşim. Thalia, hem beni çarpan, hem de kucaklayan, yüksekten korkan tek Zeus melezi. Clarisse, kafamı sıkıştırma hayalleri kuran, Ares'in biricik kızı. Connor ve Travis, Silena, Charles, Will ve dahası. Ve de diğerlerinden çok farklı birisi, Annabeth.
Sarı saçları ve gri gözleriyle Athena'nın kopyası. Bilmiş kız, Athena kulübesinin baş danışmanı. Styks'ta beni hayata bağlayan, Tartarus'taki gün ışığı umudum. Bana Yosun Kafa diye seslenen kız.
Kheiron, bana babamdan daha çok babalık yapmış öğretmenim. By Brunner, sentor, üç bin yaşındaki Melez Kampı'nın etkinlik müdürü. Her şeye rağmen gülümseyip içimizi ısıtan, kuyruğunda bigudileri olan adam.
Görevlerden döndüğümde, sıcacık yatağım ve yiyeceklerimin beni beklediğine dair inancım. Kendimi babama yakın hissettiğim tek an; Tanrılara adak sunduğumuz ateş. Daha sonra Apollon kulübesinin yönetiminde söylediğimiz şarkılar, şekerlemelerimiz.
Her cuma bıkmak bilmeden oynadığımız Bayrak Yakalamaca. Her seferinde Clarisse'i yakalayıp gölde boğma hevesim.
Şimdi, hiçbiri yok.
Şuanda Melez Kampı'ndan geriye kalan şeylerin üstünde yürüyorum. Ne Poseidon kulübesi, ne de o buz mavisi duvarlarıyla gökyüzümüz Büyük Ev. Sanki koca bir ayak hepsini birden ezmiş gibi. Paramparça, sahipsiz kalmışlar.
Yürürken cansız bedenler görüyorum. Bazıları arkadaşlarım, bazılarıysa tanınmayacak halde. Bu düşünce korkutuyor beni. Ya yanlışlıkla tanımadığım bir arkadaşımın yanında öylece geçiyorsam? Ona veda etmiyorsam?
Korkuyorum. Bundan sonra bir evimin olmayacağından, hiçbir zaman güvende hissedemeyeceğimden.
Kendime kızıyorum. Bir anlığına Jüpiter Kampı'nı Melez Kampı'ndan daha iyi gördüğüm için. Annabeth'le orada yaşamak istediğim için.
Ve sonra, Büyük Ev'i görüyorum. Diğer binalardan daha tanınır halde. Gök mavisi duvarları kan ve çamura bulanmış, camları ve çatısı kırılmış. Sağ duvarında kocaman bir yarık var. İçerideki pinpon masasını ve merdivenleri görebiliyorum. Yürümeye devam ediyorum. Yarıktan içeriye doğru bir adım atıp Büyük Ev'e giriyor, merdivenlerle yukarı çıkıyorum.
Çatı katı, her şeye rağmen bozulmamış görünüyor. O basık havası hala yerinde. Melezlerin topladıkları eşyalar da öyle. Afrodit'in eşarbı gibi.
Ama çatının kırıklığı o eski karanlığı alıp götürmüş. Güneş, çatıdaki açıklıktan içeriye sızıyor, belki de yıllardır temizlenmemiş tozlar adeta zafer edasıyla havalanıyor. Geri dönüp Büyük Ev'den çıkıyorum. Bu sefer beni hala direnenler bekliyor.
Hayatta kalanlar.
Hepsinin yüzünde bir keder var. Annabeth'in gri gözleri sitemle etrafı süzüyor, Piper ve orayı daha önce hiç görmemiş Hazel göz yaşlarına boğuluyor. Jason ve Frank sessiz. Leo bir şarkı mırıldanıyor, gözleri eskiden Hephaiston kulübesinin olduğu yerde.
Benim geldiğimi gördüklerinde hepsi gözlerini bana çeviriyor. Sonraysa Annabeth'e. Annabeth dişlerini sıkarak yanıma doğru geliyor. Birbirimize bakıyoruz. Sonsuzluk gibi gelen bir sürenin sonunda kollarını bana doluyor. Ağladığını hıçkırıklarından anlayabiliyorum. Başımı sarı saçlarına gömüyorum. Ama hayır, kesinlikle ağlamıyorum.
Kimse ağzını açmıyor. Annabeth hafifçe geriye çekiliyor. Işıkta daha da açık bir renk alan gözleri, umutla bakıyor. Ona anlam veremiyorum. Onca şeyden sonra hala nasıl umut dolu olabiliyor ki?
Havanın ılıklığına rağmen buz gibi olan elini tutuyorum. Son kez evime, hayatımın yarısını geçirdiğim yere bakıyorum. Şimdi o tatlı şekerlemelerden, melezler arasındaki rekabetten eser kalmayan, yıkık dökük şehre. Ve güneş batarken, ışığa doğru yürüyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Last Time (Percy Jackson Fanfiction)
FanfictionHer şeyin bir sonu vardır. Tıpkı Melez Kampı'nın olduğu gibi.