15"

1.1K 139 25
                                    


••

Gözlerimi ağrıyan bir kıçla beraber aralarken, yanımdaki yarı çıplak adamı seyrettim dakikalar boyunca.

Onun evine ne zaman geldiğimizi dahi bilmiyordum.

Korumam gereken sınırları korumayışlarıma koca bir siktir çektim ama yine de gülümsedim arsızca.

Beni öpüşü düştü gözlerimin önüne.

İtirafları, koca bir karınca ordusunu uzuvlarıma salarken titredim ve sarıldım battaniyeye.

Onu tanıyordum.

Gidecekti benden.

Kabul edemezdi benden etkilenişini.

İstemezdi de zaten.

Ben onun en yakın arkadaşıydım.

Ve Jung Hoseok, kafasına göre davranmayı severdi işte.

En yakın arkadaşıyla sevişmiş olabilirdi, bu onun için en küçük bir anlam ifade etmeyecekti.

Kıracaktı beni.

Kül edecekti.

Ufalanacaktım avuçlarında.

İşte tam bu yüzden, kalkıp gitmem gerekirdi.

Gitmedim.

Öylece, uyanmasını bekledim.

İzledim, fakat dokunamadım biçimli yüz hatlarına.

Huzurlu oluşlarında kayboldum; perdenin arasından sızan güneşin yüzüne gölge yapışını dahi sevdim.

••

Ellerim yanaklarımın altına yerleşti ve kıpırdanan bedeni takip ettim gözlerimle.

Önce gerindi sonra duruşunu düzeltip tavana dikti bakışlarını.

Kaşları, bir şeyler düşünüyormuşçasına havaya kalktı ve sonra bana düştü gözleri.

Gülümsemeye çalışarak küçük bir günaydın gönderdim ve cevap vermeden ayaklanıp banyoya gidişini izledim.

Derin bir nefes alıp ayağa kalktım ve hızla üstümü giyinip mutfağa koştum.

Hayır, duş falan almayacaktım.

Ne olursa olsun, o şerefsiniz dokunuşları tenimde kalmalıydı.

Buna kokusu da dahildi.

Ben kahvaltıyı hazır etmiştim ve o çoktan nemli tutamlarıyla masaya oturup beklemeye başlamıştı bile.

Aceleyle önüne koyduğum -tabiri caizse attığım- yumurta ve peynire bakıp hiçbir şey söyleme gereği hissetmeden yemeye başlamıştı.

Ben, o sabahta kendimden nefret etmiştim.

Kahvaltıma dahi dokunmamıştım, üstüne üstlük azimle burnumu yolmaya devam ediyordum.

"Burnunu yara yapacaksın Jeon."

Oh, aptal kertenkelenin konuşabildiğine şahit olmuştum!

"Yaparım yapmam. Sanane ki?"

"Konuşmak şimdi aklına mı geldi?"

Gülmüştü.

Gülemezdi.

Gülmesindi.

Gardımı avuçlarımın arasına saklayıp öperdim onu.

Gülmemeliydi.

"Gülme Hoseok."

"Ne yapayım?"

"Ne dememi bekliyorsun?"

Ağlamak istemiyordum.

Sonunu bildiğim şeyler için ağlamak bana göre değildi.

Sadece, neden onu hala hayatımda tutuğumu sorgulamaya başlamıştım.

Bana sancılar veriyordu o, canımı yakıp yıkıyordu.

Bir özürü dahi çok görüyordu.

"Ne var biliyor musun?"

Hışımla ayağa kalkıp ona yaklaşmış ve ellerimi sandalyesinin iki yanına sabitleyip konuşmaya başlamıştım.

Bugün, tam şuan bitirecektim her şeyi.

Umursamaz tavırları dokunuyordu içime.

Beni çöpe atmasına daha fazla göz yumacak değildim.

Olmayacaktım.

Ve o da gülmeyecekti.

Çünkü, gülerse öperdim.

"Bitti."

"Aramıza serptiğin her neyse, biz her neysek bitti Jung Hoseok."

"Çünkü sen beni bin parçaya böldün ve inan bana nefeslerim hepsini yaşatmaya yetmedi."

"Sana ne iyi geliyorsa onu yaptın ve asla düşünmedin karşındakini."

"Bu yüzden, bitti."

"Aramızdaki o koca köprüyü kesiyorum Jung Hoseok."

"Ve, sunacağın hiçbir bahaneyi duymak istemiyorum."

"Evet, seni seviyorum."

Duraksamıştım.

İçim deşiliyordu sanki.

"Fakat görüyorum ki, sevgi yetmiyor."

Burukça gülümsemiş ve dış kapıya ulaşmıştım kokusundan uzaklaşıp.

Son bir sözüm vardı ona.

Gerçekten, sondu.

"Dün olanları at çöpe Hoseok."

"Aynı beni un ufak edip attığın gibi."

••

••

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Keep my distance • HopekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin