Bedenim soğuk, dudaklarım mor olsa da her şeyi duyabiliyor, hissedebiliyordum. Annemin haykırışlarını, babamın gözyaşlarını, uzaklardan gelen siren sesini. Her şeyi.
Hazır değilim ölmeye. Daha yaşamak istediklerim, hissetmek istediğim çok şeyler vardı. Bir çocuğu sevmek, saçlarımın beyazlamasını hissetmek, aynanın karşısına geçip kırışan suratımı incelemek istiyorum.
Ölmeye henüz hazır değilim.
İki kişi, birisi ayaklarımdan diğeri kollarımdan kaldırıp sedyeye yatırdılar.
"1. 2. 3. Şimdi!"
Düşmemem için beni bağladılar. Sonra hızla cansız bedenimi ambulansa götürdüler.
Annem yerde baygın yatıyor, hemşireler ilk yardımı yapıyor.
Yavaş yavaş annem kendine gelmeye başladı. Hissettiklerini gayet iyi anlayabiliyorum. Bende bir kardeş yarısı kaybetmiştim. Nasıl bir duygu olduğunu gayet iyi biliyorum.
Midene bir acı saplanıyor ve oracıkta kalıveriyorsun. Her şey sana değersiz gelmeye başlıyor. Öldüğünü kabullenmek istemiyorsun.
Beni ambulansın içine koyuyorlar. Kapı örtülmeden anneme ve babama seslenmeye çabalıyorum.
"Gidenin arkasından ağlanmaz."
Sesim çıkmıyor ve kapı nihayetinde örtülüyor. Annemin haykırışları boğuk boğuk geliyor. Ambulans çalışmaya başlıyor ve hızla hastaneye ilerlemeye başlıyoruz. Annemin haykırışları siren sesi ile köreliyor ve siren sesinden başka bir ses duyamaz oluyorum.
Kendimden emin bir şekilde Ruh Hırsızın kucağına bırakıyorum ruhumu. Beni bir bebek gibi sarmalıyor, kulağıma ninniler fısıldıyor.
Uykum geliyor ve yavaşça gözlerimi kapatıyorum.
▪▪▪
Dizimi karnıma doğru çekmiş, başım ellerimin arasında, klozetin üzerine de hızlı nefesler alıp veriyor, titreyerek bekliyorum. Neden böyle bir şey yaptığıma dair en ufak bir fikrim bile yok. Başımı ellerimin arasından çekip şaşkınca etrafıma bakındım.
Pis bir tuvalet kabinindeyim. Kabinin içinde kalp içinde harfler kazınmış, ne var ne yok sürmüşlerdi. Ayağa kalktım ve dışarı çıktım.
Saçlarım ıslak, birbirine karışmıştı. Üzerimde sarı yağmurluk, elimde kırmızı bir şemsiye vardı. Siyah botlarımın içi olduğu gibi suydu. Garip bir şekilde sudan buruşan ayaklarımı hissedebiliyordum.
Derince bir nefes aldım ve nefes almamla vermem bir oldu. İğrenç kokuyordu. Sanki bir kokarca yuvasındaydım. Pis ve kötü kokulu. 'Buraya biri acilen oda parfümü sıkmalı.' dedim içimden ve ilerledim.
Biraz ilerledim ve lavaboların olduğu yere geldim. Aynalar kırılmış, yerlerde düzinelerce ambalaj paketleri, bira şişeleri var. Yüzümü buruşturdum ve titredim. Midem kus gitsin diye yumruk atıyordu ama öyle bir şeye niyetli değildim.
İçeriye, biri erkek diğeri kız, el ele gülerek girdiler. Beni görünce ikisi de birden durdu ve yüzünde ki gülümsemeler silindi. Çekik gözleriyle beni süzdüler ve adam kadına bir şey söyledi. Ters ters bakarak yanımdan geçti ve kabinin birisine girdiler. Ne yapacaklarını aklıma bile getirmek istemiyordum.
Kapıya doğru ilerledim. Kapıyı açar açmaz yağmurun sesi kulaklarıma doldu.
Neredeydim ben?
Ara sokaktan sakin adımlarla ilerledim. Islanmaya başladım. Şemsiyemi açtım ve ana yola çıktım.
Gördüklerimin karşısında donakaldım. Göğü delen binalar, neon ışıklar, değişik harflerle yazılmış tabelalar, çekik gözlü insanlar ve onların ilginç konuşmaları.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruh Oyunu
Science FictionBeş beden, bir ruh. ▪ "Ya ihanet, ya ölüm" diye sorduklarında ne dersiniz? İşte her şeyinin son bulduğu nokta. Aileniz bile söz konusu olsa bu seçimi -ciddiyim-kesinlikle yapardınız. Olayların ve seçilen bir grup masum insanların bu oyunda oynamalar...