Bunda Benim Bir Suçum Yok Ki

283 78 44
                                    

Rüzgârın boyasını aşındırdığı, kapısını tam kapatamadığım, rutubetli ve benden başka kimi kimsesi olmayan evimin kapısını zoraki kilitlemeye çalışıyordum. Her ne kadar kilitlesem de kapım, hep aralık kalırdı. Kış aylarında içeriye sızan soğuk rüzgâr iliklerime kadar işlerdi. Üşümekten hareket edemez olurdum. Geçenlerde Nermin Teyze'nin çöpe attığı battaniyenin altına girerek dişlerim birbirine çarpa çarpa titrerdim. Kışı hiç sevmezdim, fakirlerin mevsimi yaz mevsimiydi kanımca. Sonra kendi kendime konuşurdum. İyi ki çöpe atmışsın be battaniyeyi Nermin Teyze... Sağdan soldan topladığım odun parçalarıyla ısınmaya çalışırdım. Siz şimdi beni işsiz güçsüz, bedava geçinen biri sandınız değil mi? İşin aslı ben anevrizma, halk arasında bilinen adıyla baloncuk hastasıydım. Bu hastalık bana musallat olduğundan beri hem işimi hem de çevremdeki dostlarımı kaybetmiştim. Artık insanlar yüzüme tiksine tiksine bakmaya başlamışlardı. İş istiyorum diye kapı kapı dolaştığım zamanlar da elime üç kuruş tutuşturmuşlardı. O anlar da içimde bir burukluk olurdu. Yahu ben dilenci değilim dediysem de bir türlü ikna edememiştim. Sonradan anladım ki diğer insanlardan farklı bir görünüşe sahip olmak beni yalnızlaştırmaktan başka hiçbir şey yapmamıştı. Hem ben de istemezdim ki böyle olmayı. Ah! Şimdi düşününce gençliğimde ne yakışıklı bir delikanlıydım. Şimdilerde ise yüzümü ve ellerimi saklamak için epeyce çapa sarf ediyordum.

Nihayet kapıyı kilitledim. Yine aralık kalmıştı ama olsun zaten çalınacak hiçbir şeyim yoktu. Kanepemden ve battaniyemden başka. Kapımın önünde duran çöp arabamı da sokak lambasının direğine kilitleyerek otobüs durağına doğru yürümeye başladım. Hava soğuk mu soğuktu. Ellerimi birbirine sürterek ısınmaya çalışıyordum. Bizim mahalleden tam çıkacağım sırada, sırtımda bir acı hissettim ve arkama döndüğüm an yüzüme gelen taşla neye uğradığımı şaşırdım. Mahallenin yaramaz çocuklarıydı bunlar. Ellerindeki sapanları yüzüme nişan alarak:

-Ben vurucam oğlum. Tam gözünden vurucam. Deli çöpçü, deli çöpçü...

Aralarında gülüştükten sonra ön dişleri olmayan esmer çocuk:

-Deli çöpçü neden hiç konuşmuyorsun? -dedi.

Çocuklara kızgın bir bakış atarak arkama bakmadan koşmaya başladım. Korktuğumdan değil, el kadar çocukları dövemezdim ya! Ben deli değildim ki sadece anevrizma hastasıydım.

Ihlamur ağaçlarının olduğu caddeden yürümeye başladığımda adımlarımı yavaşlatıp o yaprakların kokusunu içime çektim. Ne de güzel kokuyorlardı. Ağaçların karşı tarafından annesiyle el ele tutuşmuş bir şekilde zıplayarak gelen küçük bir kız çocuğuna gözlerim ilişti. Çocuk bana yaklaştığı zaman küçük elleriyle beni göstererek ağlamaya başladı. Annesi çocuğunu kucağına alarak:

-Kızım, kapat gözlerini. Ay bu nasıl bir yüz aman yarabbi! Halimize bin şükür. Vah vah! -dedi.

İstemsizce başımı yere eğdim. Ben korkulacak bir adam değildim, sadece hastaydım. Eski, yamalı ve rengi epeyce solmuş kahverengi montumun şapkasını yüzümü saklamak için kapattım. En iyisi beni benden başka kimsenin görmemesiydi. Hem ben insanları korkutmak istemezdim ki.

Durağa doğru yaklaştığımda yan yana konuşan iki genç kızlardan yeşil kabanlı olan yanındaki arkadaşını dürtükleyerek:

-Ellerine baksana, ya içim bir kötü oldu. Yazık ya! Allah şifa versin. - dedi.

Bütün bu hareketleri ve konuşmaları fark ettirmeden yaptığını sanıyordu ama hepsini görüyordum. İçim sıkılmıştı. Ellerimi hemen ceplerime koydum. Başımı yere eğerek otobüsün gelmesini beklemeye başladım. Yanımdan hızlıca geçen arabalar asfaltın üzerine birikmiş yağmur sularını üzerime doğru sıçratmışlardı. Sanki otobüs bekleyen ben değildim de karıncaydı. Sırf kendilerine eğlence çıkarmak için böyle bir yola girişiyorlardı. Ürkek bir keklik gibi etrafı seyretmeye başladım. Bana göre çaprazda kalan diş hastanesinin, dış cephesine gözüm takıldı. Gözlerimi kısarak duvarda yazılan yazıyı okumaya çalışıyordum. Beyaza boyanmış cephenin üzerinde 'Dış görünüş önemli olmasaydı biz burayı beyaza boyar mıydık?' yazılıydı...

Arka cebimde titreşim hissedince telefonumu alarak ekranına bir bakış attım. Arayan Hurdacı Hasan'dı. Bu dünyada Hasan'dan başka kimsem yoktu. Hasan evli ve altı çocuk babasıydı ve geçimini hurdacılık yaparak sağlıyordu. Bazı günler küçük kızı Ayten'i hurda arabasının üzerine oturtarak mahalle mahalle dolaşırdı. Hasan, yaz kış demeden üzerinden siyah montunu, başından ise beresini eksik etmezdi. O benim aksime heybetli biriydi.

-Aloo... Haaa saaan, alooo Hasaaan. Seeeen misinin, sen misin?

Konuşurken hem kekeler hem de aynı cümleyi iki defa söylerdim. Yaşlılıktan mıdır bilmem. Bunda benim bir suçum yok ki. Kekeme oluşumun sebebine gelince: çocukken bizim mahallede reis bendim. Ben ne dersem o olurdu. Arka mahallede kavga çıktığı zaman en önde ben giderdim. Zaman zaman bakkaldan mahallenin diğer çocuklarına dondurma çalardım. O gün, ah o yaz günü... Bizim emmioğluna yine dondurma çalmaya çalışıyordum ki elinde sobasıyla gelen bakkalcı amcadan bir kamyon dolusu dayak yemiştim. Bu da yetmezmiş gibi eve gelince babam da sobanın kenarında duran demir çubukla sırtıma sırtıma vurduğunda, korkudan konuşma yetimi yitirmiştim. O günden sonra konuşamadım, ta ki babam ölünceye kadar. Ondan sonra kekeleye kekeleye konuşmaya başladım. O zamanlar ne korkardım babamdan, dev gibi biriydi gözümde.

-Çektin mi parayı? Kusura bakma üç kuruş bir şey yollayabildim. Benim maaşım bana yetmiyor, biliyorsun gardaşım.

-Bii bi biliyoruum... Eee been şiiimdiii paraayı paraaayıı çekmeeeyee gidiyoruum. Allahh sennden sennnden raaazııı olsunn.

Evimin yakınında bankamatik olmadığı için otobüse binmek zorundaydım. Ama sürekli durakları, hangi otobüsün nereye gittiğini unutuyordum.

Durak iyice kalabalıklaşmaya başlamıştı. Kırmızı kabanıyla, siyah kalın topuklarıyla sendeleye sendeleye yürüyen kadını izliyordum. Elindeki telefonu kulağına götürüp:

-Ay şimdi neden açmadı ki? -diye söyleniyordu.

Kırmızı kabanlı kadınla göz göze geldiğimizde, kadının yüzü ekşimtırak bir ifadeye bürünmüştü. Başımı istemsizce yere doğru eğdim. O da benden tiksinmişti. Kırmızı kabanlı, kadının gözleri bu dünyada gördüğüm en güzel gözlerdi. Keskin yüz hatları, büyük gözleri ve uzun kirpikleri ta içime işlemişti.

Sonunda otobüs caddenin sonunda belli belirsiz görünüyordu. Gözlerimi kısarak gelen otobüse bakmaya çalışıyordum. Elinde akbiliyle bekleyen uzun boylu adama seslendim:

-Baa kaaar mısınıııız? Bankamatiğe giiiderrr miii? Giiiderrr miii?

Kaşlarını çatan adam:

-Gider, dedi.

Teşekkür etmeye yeltendiğim zaman ise hızlıca yanımdan uzaklaşmıştı. Otobüs durağa yaklaştığı zaman ilk öncelikle kırmızı kabanlı kadın bindi, sonra ise uzun boylu adam ve diğerleri binmişti. Ben ise sona kalmıştım. Otobüse doğru adım attığımda dizlerimde bir sızı hissettim. Ellerimle dizlerimi ovalayarak yavaş yavaş otobüsün kapısına doğru yürüdüm. Otobüsün kapısına tutunarak zoraki de olsa otobüse binmiştim. Şoförün kızgın bakışları eşliğinde ücretimi ödedikten sonra oturacak yer var mı diye şöyle otobüsün içine bir göz gezdirdim. Bütün yerler dolmuştu. Cam kenarına doğru geçerek dışarıyı seyretmeye başladım. Cama yansıyan insan suretleri bana bakarak yanındakilere bir şeyler söylüyorlardı. Duymazmazlıktan geldim. İnsanlar, iç yüzünü bilmediği bir şey hakkında konuşmaktan aşırı zevk duyarlardı. Hastalığım bulaşıcı değil, korkmayın benden diye bağırasım gelmişti.

Bankamatiklerin olduğu kızılcık durağına gelmiştik.Yağmur başlamıştı.İçimden -tam da zamanıydı- diye geçirdim. Otobüs durağa doğru yaklaşınca yine dizlerimi ovarak inmeye çalışıyordum.Hay aksi! Ayağım birden kaydı ve yere yüzükoyun olarak düştüm.Sırtımda yine o acıyı hissediyordum. Çocukların attığı taştan daha fazla canımı acıtmıştı, bu düşüş.Kendi kendime asla doğrulamazdım ki. Öylece beni yerden kaldırmalarını bekledim. Kaç saat bekledim bilmiyorum. Gözlerimi açtığımda etrafıma toplanan kalabalığa doğru baktım. Üstüm başım sırılsıklamdı. Üşüyordum... Son kez gökyüzüne doğru baktım. Yağmur damlaları kalabalığın arasından süzülerek gözyaşlarımla birleşmişti.Ruhumda dayanılamayacak kadar acı hissettikten sonra gözlerimi bir daha açmamak üzere kapattım ve şimdi yerde yatan kimsesize ve kuru kalabalığa semadan bakıyordum...

~SON~

Okuduğunuz için teşekkür ederim. İyi veya kötü yorumlarınızı bekliyorum. Sevgilerimle...🎀

ÖYKÜ DÜKKANIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin