BABA

234 69 54
                                    

Yalnızlık bir boşluktur
içimizde;
sisli yamaçlarında babalarımızın
dev gölgesi dolaşır
babalar ki,
bizde bitmeyen upuzun tiratlardır;
bir masal ağacına benzeyen ellerini uzatıp
ellerimizden
çocuklarımızı okşarlar.
Torunlarına baba derler sonra,
sürekli değişen sesleriyle
torun çocuğunda hortlayarak.

*Babalar, alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır.

(Hasan Ali Toptaş)

Hava ha karardı ha kararacak, genzimi yakan mazot kokuları, şapkamın gerisinden esen arsız rüzgâr inatla bir sağa bir sola bedenimi kurumaya yüz tutmuş yaprak gibi sarsıyordu. Gökyüzü sanki bu şehrin çirkinliklerini, şımarıklığını, köhne bir sokakta dizleri yara bere içinde kalan kimsesiz bir çocuğun ağlamasını, yalpalaya yalpalaya evinin yolunu bulmaya çalışan ayyaşları, kapalı kapılar ardında dönen dolapları örtmek istercesine birdenbire kararmıştı, farkına varamadan. Karanlık sicim sicim yağıyordu üzerime. Elektrik tellerinin üzerinde tek tük kalmış kumrular karanlığı yırtmak istercesine korkutucu bir sesle ötüşüyorlardı.

Dükkânın önündeki sebze ve meyve kasalarını kollarımın güçsüzlüğüne inat itekleyerek içeriye koydum. Günün hâsılatını eprimiş kahverengi ceketimin iç cebine yerleştirdim ve kepenklere olanca gücümle asılarak kilitlemeye çalıştım. Nihayet, kepenkler terli avuçlarımın eşliğinde kilidin olduğu bölmeyle kavuşmuşlardı. Dolunayın izin verdiği ölçüde dükkânı kilitledim ve korkularımı da ceplerime koyarak köhne sokakta yürümeye başladım. Veresiye defterinin gün geçtikçe kabaran sayfaları içimi muazzam bir şekilde sıkıyordu. İsmini bir türlü telaffuz edemediğim ana caddeye doğru adımlarımı hızlandırıp, otobüsü kaçırmamak için zihnimdeki düşünceleri bir süreliğine de olsa öksüz bırakarak dikkatimi başka yöne çekmeye çalıştım. Ana caddeye varınca durağa doğru gidip kalabalığın arasına karışıp, ceplerimdeki korkularımı çıkararak gökyüzüne doğru bıraktım. Köhne sokaklar, kimsesiz evler, köşe başlarında dikilen mahallenin sözde bekçileri ve keşmekeş sokaklar hep beni ürkütürdü. Kalabalık ortamlarda korkularımdan sıyrılıp öz benliğime dönerdim.

Devasa binaların arasında kalmış, yıkık dökük, inadına ayakta durmaya çalışan gecekonduda yaşıyordum. Babamdan hep uzak büyüdüm. Dünya haritasında yerini dahi doğru düzgün gösteremediğim bir ülkeye gitmişti. İki senede bir bizi görmeye gelirdi. Her şey benim ve kardeşimin okuması içinmiş. Kendimi ne kadar zorlasam da okuyamadım, sevgiye muhtaç bir insan nasıl olur da zihnini derslere verebilirdi ki? Sevgisiz büyümek insanı kötürüm yapar derdim de inanmazlardı bana.

Eve doğru yaklaştığımda yaramaz bir çocuk edasıyla zıplaya zıplaya sarmaşıkların süslediği bahçe kapısından içeriye girdim. Annem, sobanın hemen üzerindeki baca girişinde biriken kurumları temizlemeye çalışıyor, fısıltıya karışan sesiyle türkü mırıldanıyordu. Elleri kurum olan anneme bakarak:

"Yine mi yanmıyor anne?" dedim sitem dolu bir sesle.

"Hele sen şunun ucundan bir tut bakayım." dedi elindeki soba borusunu uzatarak.

"Babam aradı mı?"

Gözlerini telefona doğru dikerek iç geçirdi.

"Aramadı kızcağızım, aramadı." dedi gözyaşlarını yeleğinin yeniyle silerek.

Babam gideli tam tamına on beş sene olmuş. Evin bütün yükünü ben üstlenmiştim. Erkek gibi kızsın be Süreyya derlerdi bana. Etek giymek yerine kadife bir pantolon giyerdim. Gömleklerim hep kareliydi. Saçlarım ise kısacıktı. Başımdan şapkamı hiç eksik etmezdim. Uzaktan bakanlar yeni yetme bir oğlana benzetirlerdi beni. Dükkânı tek başıma çekip çevirirdim. Görünüşümden dolayı mı yoksa davranışlarımdan dolayı mı erkeğe benzetirlerdi bilmem. Hiç hoşuma gitmezdi bu durum. Birkaç kere dükkâna güzel elbiseler giyip makyaj yapıp gitmiştim. Baş edemedim askıntı heriflerle. Hâsılıkelâm öz benliğimi gizleyerek yaşadım yahut yaşamak zorunda bırakıldım.

ÖYKÜ DÜKKANIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin