İYİ Kİ DOĞDUN!

62 6 0
                                    

"Bugün onun doğum günü evlat, bugün onun doğum günü..." dedi ve ardından titreyen ellerine inat, tekerlekli sandalyenin tutacaklarından destek alarak olduğu yerde ayağa kalkmaya çalıştı.

"Dur! Baba, aman ne yapıyorsun?" diyerek telaşlı telaşlı annem mutfaktan yetişip dedemi koltuk altlarından hızlıca kavradı.

"Bin dokuz yüz doksan beş, doksan beş..." diye tekrar etti dedem sessizce.

Annem, dedemi tekerlekli sandalyesine oturtuktan sonra avucunun içiyle gözyaşlarını hızlıca sildi. "Bin dokuz yüz doksan beş, bugün annemin ölüm yıl dönümü baba." dedi titrek ve nemli bir ses tonuyla.

O an da dedemle göz göze gelmiştik, aramızdan esip geçen marazlı bir rüzgar annemin sözlerini doğrular nitelikteydi. Doğruydu da. Bugün anneannemin ölüm yıl dönümüydü ama dedem her yıl olduğu gibi bu yıl da pencerenin önüne geçer, anneannem için toplanan kalabalığa sırtını dönerdi.

"Selim, bırak şu kitabı da bir işin ucundan tut be oğlum." dedi annem sitem dolu bir sesle. Gözlerimi dedemden hiç ayırmadan sinmiş olduğum köşeden dizlerimi tutarak bir çırpıda ayağa kalktım. Kilimin üzerine bıraktığım kitabı ayağımla yatağımın altına ittim ve uyuşmuş bacaklarımı ovalayıp, yalpalayarak mutfağa gittim.

"Şu tepsiyi dedene götürüver."

Ellerime tutuşturulan tepsiyi, yerde oturan kalabalık kadın grubunun arasından sıyrıla sıyrıla nihayet dökmeden odama getirmiştim. Dedem, derin bir iç çekerek: "Bugün onun doğum günü, bin dokuz yüz doksan beş..." dedi ve ardından başını hafifçe sağa döndürerek eliyle yanına gelmemi işaret etti. Elimdeki tepsiyi rahlenin üzerine bıraktım. Ardından dedemin ayaklarının ucuna bağdaş kurarak oturdum.

"Evlat, sen bana inanıyorsun değil mi? Selim'im sen bana inanıyorsun değil mi?" dedi hırıltılı bir sesle.

Başımı yerden kaldırarak gözlerimi dedemin çipil yeşil gözlerine diktim. Üzerinde kahverengi lekeler, damar damar olan ellerini tutarak: "Bin dokuz yüz doksan beş, bugün onun doğum günü, bugün anneannemin doğum günü" diyerek dedemin ellerini okşadım sevgiyle.

Yarım yamalak bir şekilde gülümsedi, cama yasladığı bastonunu alarak yine olduğu yerde ayağa kalkmaya çalıştı fakat acı içinde tekrar tekerlekli sandalyeye oturdu.

"Dedem, ne istiyorsun? Söyle ben getireyim."

Yüzündeki hüznü gizlemeye çalışarak çekmeceyi işaret etti. "Albümü getir, evlat."

İşaret ettiği çekmeceyi açarak kahverengi, yaldızlı albümü aldım ve dedemin dizlerinin üzerine yavaşça bıraktım.

"Dede önce yemeğini yedireyim daha sonra beraber fotoğraflara bakarız olmaz mı?"

Başını olmaz anlamında hafifçe sağa-sola salladı. Bakışlarını çimenlikte top oynayan çocuklardan kurtararak titreyen ellerine inat albümün ilk sayfasını açtı. Vuslata ermiş gibi birdenbire gülümsemeye başladı, sağ eliyle fotoğrafı göstererek.

"Meliha Hanım, yani benim sultanım sence de çok güzel görünmüyor mu evlat?" diyerek parmaklarıyla eşinin yüzünü sevdi, gülümseyerek. Başımı fotoğrafa çevirdiğimde, anneannem ve dedem tahminen yirmili yaşlarında olmalıydılar. Dedem, anneannemin sağ kulağına papatya takarken oldukça yakışıklı görünüyordu; anneannem ise yüzüne yayılan mahcup bir ifadeyle alt dudağını ısırarak gülümsüyordu. Titreyen ellerinin arasında tuttuğu fotoğrafa uzun uzun bakarak sanki önemli bir sır saklıyormuşçasına, sessizce: "Onu kaybettim. Srebrenitsa Savaşı'nda onu kaybettim." dedi meyyit bir ses tonuyla. Damar damar olan elleriyle yüzünü kapatarak ağlamaya başladı. O an da boğazıma oturup kalmış olan acıyı yutkunmaya çalışarak dedemin dizlerini okşadım. Nemli gözlerini, gözlerime dikerek: "Bu ikimizin arasında bir sır. İnsan bedeniyle ölür gider, toprağa karışır zira ruhu her zaman sevdiklerinin arasında dolaşır durur." Sağ elini kalbinin üzerine koyarak: "Tam şuramda hala sevgisini hissediyorum, nasıl olur da ben ona öldü diyebilirim? Nasıl? Ben ne vakit toprak olursam işte o zaman sultanım da benimle birlikte ölecek. Her gece onunla uyuyup onunla uyanıyorum, el aleme nasıl derim Meliha'm öldü diye?" dedi nikbin bir ses tonuyla. Ardından yutkunarak konuşmasına kaldığı yerden devam etti: "Onu bin dokuz yüz doksan beş yılında, yani Srebrenitsa Savaşı'nda kaybettim. Her yıl ölüm yıl dönümünde, onu tekrar zihnimde doğuruyorum. Bu gün yine doğdu bak evlat ama annen inatla kabullenmiyor, kabullenmiyor..." diye tekrar etti sessizce.

Dedemin, cümlelerinden merhamet hissi doğuyordu adeta. Bakışlarımı elindeki albüme diktiğimde derin bir iç çekerek: "Anneannem bugün yeniden yetmiş altı yaşına girdi." diyerek, albümün arkasındaki tarihi sessizce okudum: "11 Temmuz 1995."

"İnsanın yaşamı kalbidir. Yaşlı bedenime inat kalbimde bir can daha taşıyorum. Anneannen ölmedi evlat, o burada yaşıyor." deyip sağ elini kalbine usulca koydu.

Sokak lambasının cılız sarı ışığı dedemin yüzüne vuruyor, kirpiklerinin gölgesi yüzüne yorgun bir ifade veriyordu. Rahlenin üzerine gelişigüzel bıraktığım çorba soğumuştu. Başımı salona çevirdiğimde, kadınların gitmiş olduğunu fark ettim. Annem, hem ortalığı topluyor hem de söylenip duruyordu: "Bir kere de ben söylemeden yardım etse şaşırırım zaten."

Dedemle göz göze geldiğimizde ister istemez gülümsedik. Annemin sinirli halleri dedemi daima gülümsetirdi. "Aynı annesi, aynı..." diyerek bakışlarını gökyüzüne çevirirdi. Ardından, dizlerinin üzerinde duran albümü usulca bana uzattı. "İyi ki doğdun sultanım, iyi ki doğdun Meliha'm..."diyerek gözyaşlarını avucunun içiyle sildi.

Avuçlarımın arasında duran albümü açtığımda anneannemle göz göze gelmiştik adeta. Gülümsüyordu...Gözyaşım, tam da anneannemin yanağına düştüğünde içimi tuhaf bir duygu ele geçirmişti. Boğazımdaki üzüntüyü yutkunarak: "Bin dokuz yüz doksan beş, iyi ki doğdun anneanne, iyi ki..." deyip bakışlarımla dedeme sımsıkı sarıldım.

(Zeliha Coşkun)

Okuyan herkese çok teşekkür ederim. İyi veya kötü yorumlarınız benim için değerli.

Bilgi: Büyük bir insanlık trajedisi olan Srebrenitsa Katliamı'nın üzerinden 24 yıl geçti... 11 Temmuz 1995'te gerçekleşen Srebrenitsa Katliamı, insanlık tarihinin en karanlık sayfalarından bir tanesi. 11 Temmuz 1995 günü yapılan bu katliam insanlık tarihinin en kara sayfalarından biridir. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa'da yapılan en büyük katliamdır.

ÖYKÜ DÜKKANIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin