BOZKIRLARIN DİLİ OLSA

92 8 9
                                    

                                                                                             " ...Bugün paçalı bir güvercin gördüm

                                                                                               çocuk Anadolu böyle avunamaz bir daha

                                                                                               bilmem ki nesiyim o güvercinin

                                                                                              artık nereye uçsa göğü benim içimdir..."

                                                                                                                                                 Haydar ERGÜLEN

Köhlenmiş tahta bavulumu çekiştirerek yalpalaya yalpalaya istasyonun sonuna doğru yürüyorum. Zihnimde dönüp duran ait olduğun yerde kalmalısın sözünü kovalayıp duruyorum bir süre. Ailemden ayrı kalacağım düşüncesi ayaklarımın geri geri gitmesine neden olsa da tayin olduğum toprakların da bana ihtiyacı olduğu aklıma geldikçe yüreğimde ince bir sızı bırakıyor. Hasanoğlan'a gidecek olan lokomotif aheste aheste geliyor gara. Gürültülü bir nefes vererek içimde tuttuğum özlemi gökyüzüne bırakıyorum. O an sanki özlemle gurbet tek bir kelimede birleşiyor, marazlı bir rüzgâr esip bütün uzuvlarımı ele geçiriyor. Biteviye gökyüzüne ulaşan uğunmalar ve hasretle sarılmalar lokomotifin düdüğünü çalmasıyla birlikte daha da artıyor... Kalabalığın arasından süzülüp sıkıntılı nefes vererek düşünceli bir şekilde yerime oturuyorum.

"Baba!"

Sesin geldiği yöne başımı çevirdiğimde, buğulu camın ardından belli belirsiz görünen kızım -Zeynep- sağ elinde tuttuğu güvercinini gökyüzüne bırakıp ellerini sevinçle çırpıyor. Gözlerimle güvercini yakalamaya çalışsam da bir süre sonra gökyüzünün maviliğinde kaybedip sessizce mırıldanıyorum: "artık nereye uçsa göğü benim içimdir..."

            Vedalaşmayı sevmediğim için ayakkabılarımı elime alarak parmak uçlarıma basa basa çıkmıştım evden. Anadolu'nun her köşesini yurt edinmiştik, ilk defa ayrılmıyordum evimden, son defa da ayrılmayacaktım. Tayinimin çıktığı köye gidip ilk önce evimizi kuracak daha sonra ise yanıma karımı ve kızımı da alacaktım. Aklımdaki düşünceye gülümseyerek arkama yaslanıyorum, lokomotif kirli bir buhar bırakarak istasyondan uzaklaşmaya başladığında, ardımda bıraktığım kızım ve karım yavaş yavaş küçülüp daha sonra geçmişin içinde kayboluyorlar...

Uyanıp uyanıyor, uyanıp uyanıyorum... Kaç saat yol gittik bilmiyorum ama ağırlaşan göz kapaklarımı zoraki açarak uçsuz bucaksız bozkırlara baktığım an da yılkı atının dörtnala koştuğunu görünce heyecanla oturduğum yerden kalkıp yüzümü cama yaslıyorum. Tam karşımda oturan fötr şapkalı adam sırtıma dokunarak:

"Bakıyorum da uykunu kaçırdı bizim at." diyor sırtımı sıvazlayarak.

Başımı yılkı atından ayırmadan: "Ne zamandır lokomotifi takip ediyor bey amca?"

"Muallim sen insanların yüzüne bakarak konuşamaz mısın?" diyor azarlar bir şekilde.

"Affedersiniz." deyip yol boyunca tek kelime dahi etmediğim fötr şapkalı adamın yüzünü inceliyorum bir süre. "Muallim olduğumu nereden bildiniz?" diyorum şaşkınlıkla.

"Tek ben bilmiyorum ki." diyerek kahkaha atıyor. Ardından başını lokomotifin peşinden koşan yılkı ata çevirerek: "Bak Güldiken de seni selamlamak için gelmiş." dedikten sonra ayak ucuna koyduğu çuvalı alarak ayağa kalkıyor.

ÖYKÜ DÜKKANIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin