BUGÜN DEĞİLSE BİLE ELBET BİR GÜN

217 24 16
                                    

Gökyüzünü nuhuset hissi kaplamıştı, istasyondan ayyuka yükselen uğunmalar ve bu sefer kavuşmalara değil de; ayrılıklara, acılara ve gözyaşlarına neden olacak lokomotifin sesi kulaklarımda acımasızca yankılanıp duruyordu. Lokomotif, ardında kirli bir buhar bırakarak istasyona doğru geliyordu. Üşüyen bedenimi biraz olsun ısıtmak için ellerimi ağzımın tam hizasına getirerek avuçlarımın içine üflemeye başladım. Birdenbire nasıl olduysa sırtıma yediğim darbeyle kendimi beton zeminin üzerinde yüzükoyun olarak bulmuştum. Çöken beton zeminin üzerinde biriken, yağmur suları yüzüme sıçrayınca ortalığa okkalı bir küfür savurdum. Düştüğüm yerden kalkmak için ellerimle soğuk beton zeminden destek alarak ayağa kalkmaya çalıştığım sırada, sırtıma baskı yapan, askeri postalın ağırlığını artık bütün vücudumda hissediyordum. Başımı yerden hiç kaldırmadan, kirpiklerimin arasından oldukça iri yarı olan askere baktım acıyla.

-Muhbir! Seni şuan gebertmediğime şükret, diyerek karın boşluğuma öfkeyle tekme savurdu.

Acıyla dişlerimi sıkarak gözleri öfkeden kan çanağına dönmüş olan askere baktım. Onu tanımıştım, köşe yazılarımda gerçek kimliğini ortaya döktüğüm, yaptığı yolsuzlukları üstündeki üniformayla kapatmaya çalışan budalanın tekiydi. Müftehir ses tonuyla, gözlerimi onun gözlerine diktim: "Doğruları yazmaktan hiçbir zaman vazgeçmeyeceğim. Bugün değilse bile elbet başka bir gün herkes senin ve senin gibilerin gerçek yüzünü görecektir."

-Belene Kampından bol bol mektup yazmayı unutma, diyerek alayla güldü. Ardından elindeki işaret parmağını lokomotife doğru çevirerek: "İşte, şu gelen lokomotif varya, senin sonun olacak, gittiğin yer ise mezarın olacak. Bu ülkede yaşıyorsan, buranın kurallarına uymak zorundasın, çocuklarına Türkçe isim vermeyecektin, Hasan'ı gizlice sünnet ettirmişsin, duyulmayacak mı sandın? Peki karının yazdığı şiirler, siz kendi mezarınızı kendiniz kazdınız Hüseyin!" deyip soğuktan sertleşmiş parmaklarını saçlarıma doğru geçirdi ve hırsla beni yerden kaldırdı. Omzundaki apolete doğru baktım, ardından dudağımın kenarından sızan kanı parmaklarımla sıvazladım. Üniformasını sağ elimle sıkarak sol elimdeki kanı üniformasına sürdüm. "Kalbinde can çekişen insani duygularına, işte bu kan can versin. Ne mutlu Türküm diyene!" diyerek lokomotife binmeye çalışan kalabalığın arasına karıştım. Ucunda ölüm dahi olsa; vatanımdan, dilimden ve bayrağımdan asla vazgeçmeyecektim. Gazetelerden yırttığım köşe yazılarımı, uğradığımız baskıyı ve zulmü anlattığım mektubu, ceketimin astarının altına saklayıp üzerine de anlaşılmasın diye yama yapmıştım. Eprimiş ceketim, bir gün doğru ellere ulaşacak ve bütün dünya uğradığımız zulmü duyacaktı.

Lokomotif, hıncahınç dolu bir şekilde Belene Kampına doğru ilerliyordu. Kaç gün gittik bilmiyorum ama bildiğim tek şey günlerdir ağzıma bir lokma dahi alamamamdı. Tenekelerin içerisindeki kirli yağmur sularını içerek açlığımızı gidermeye çalışıyorduk. Gitgide bedenimi ele geçiren, sıcaklık ve süreğen öksürüklere açlık da eklenince halsizliğim kat be kat artırıyordu. Lokomotifin içi buz gibiydi, üşüyordum... Tam karşımda, dizlerinin üzerine çömelen, çipil gözlü tahminen elli ya da elli beş yaşlarında olan sakalları kırçıllaşmış adam, şakaklarını ovalayıp duruyordu ıhlayarak.

-Sen neden sürgün edildin? dedim öksürüklerimin arasından çıkan boğuk bir sesle.

Yüzünü ele geçiren yılların attığı çizikleri, kırçıllaşmış sakallarının ortasındaki saçkıranı ve toprak gibi damar damar olan ellerini gözlerimle tavaf ettim bir süre. O anda aramızdan sanki marazlı bir rüzgar esti geçti, acılarımızı paylaşmak istercesine. Zembereğin tutsağı olmuş, akrep ile yelkovan yaşlı adamın sol kolunda zaruri bir şekilde ilerliyorlardı. Çipil gözlerini, gözlerime doğru dikerek: "Hastalarımla Türkçe konuştuğum için sürgün edildim, sen iyi görünmüyorsun azizim." deyip yanıma doğru geldi; sağ elini alnıma doğru koyarak: "Ateşin var senin." dedi telaşla. Ardından, boğazımı yoklayarak: "Bademciklerin de şişmiş, aç bakalım ağzını ama gün ışığına doğru aç ki rahatlıkla göreyim." dedi mahzun bir sesle. Zihnimin içindeki ağırlık, şakaklarımın zonklamaya başlaması, gitgide şiddetini arttıran öksürüklerim, bütün vücudumun ağrımaya başlaması ile birlikte yere cenin pozisyonu alıp yattım; yaşlı adam, başımı yerden kaldırarak dizinin üzerine koydu.

ÖYKÜ DÜKKANIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin