SEN HEP GÜLÜMSE BABA

209 73 49
                                    

  Ne bileyim, hangi açıdan bakarsam bakayım, bir insan olarak, insan denen yaratığın bu denli gamsız oluşunu bir türlü hazmedemezdim. 

                  (Hasan Ali Toptaş)

Dut ağaçlarının sıra sıra dizildiği, çamurlu bir o kadar da taşlı yolun gerisinden kanatlarını olanca kuvvetiyle açarak gelen hindi sürüsüne gözlerimi diktim. Sanki birbirlerine bir şeyler anlatmak istercesine, kanatlarını açıp tüylerini kabartarak yalpalaya yalpalaya geliyorlardı. Annem, bostanın içerisinden elindeki hortumu sinirle sağa sola sallayarak bağırıp duruyordu:

"Duymuyor musun gız? Hindiler geliyorlar, açıver şu kapıyı; üstüm başım çamur içinde" dedi ve ardından yeşil renkten kahverengiye dönmüş olan lastik ayakkabılarını yıkayarak: ''Kime diyorum gız ben, getirtme beni oraya!" diyerek elindeki hortumu sinirle fasulyelerin dibine tuttu.

Bir hışımla merdivenlerden inerek, tahta bahçe kapısını açtım. Hindiler kanatlarını açarak yavaş yavaş kümesin olduğu yere doğru yürümeye başladılar, erik ağacının altına geldiklerinde aniden durdular. Ağacın etrafında birkaç tur attıktan sonra ağıt yakarmış gibi sesler çıkartarak, iki gün önce dedemin içlerinden en yaşlısını kestiği yerde durdular. Sağ ayağımı yere hızlıca vurarak onların korkmasını sağladım. Aralarından en babacanı kanatlarını açıp tüylerini olanca gücüyle kabartarak üzerime doğru yürümeye başladı. Sanki benden eşinin intikamını almak istiyordu. O anda ayaklarım gerisingeri yürümeye başladı. Bir yandan da gözlerimi bostanın içerisindeki anneme korkuyla dikmiştim.

"Koysana gız şunları içeriye! Ne diye yüzüme baykuş gibi bakıyorsun?"

"Anne?"

"Ne var?"

"Korkuyorum, bu hindi beni dövecek."

Bostanın bahçe kapısında duran çalı süpürgeyi bir hışımla alan annem, hindilerin sırtlarına doğru savurdu ve ardından gözlerini belerterek yüzüme baktı.

"Aha, şu kapıdaki merkep kadar oldun hala boyunu geçmeyen hayvanlardan korkuyorsun. Boyundan posundan utan e mi? Tut gız şunun ucundan, karanlık çökmeden kümesin kapısını bağlayalım." dedi sinirle.

"Anne...?"

"Yine ne var gız?"

"Keşke dedem, eşini kesmeseydi. Ben anladım onun için durdular erik ağacının altında, o yüzden üzerime üzerime yürüdü. Eşinin intikamını benden almadan yakamı bırakmayacak, korkuyorum ben o hindiden anne!" dedim titrek bir ses tonuyla.

"Ne saçmalayıp duruyorsun? Sen demedin mi kes diye? İnsan mı o gız, senden intikam alacakmış. Kin tutmak iki ayaklılara mahsustur. " dedi öfkeyle.

Annem, söylene söylene kerpiç evimize doğru yürümeye başlamıştı. Arsız bir rüzgâr esmeye başlamış, kapının önünde duran boş bidonları sağa-sola doğru savuruyordu. Ulu çınar ağacı ise rüzgârın şiddetiyle yerinden zorlukla kıpırdıyordu. Tel örgülerin üzerinden bostana doğru düşen çamaşırları hızlıca toplayıp eve götürdüm. Babamın, koyu yeşil rengindeki divandan ıhlayarak uyandığını görünce ellerimdeki çamaşırları hızlıca katlamaya başladım. Onunla göz göze gelmek istemiyordum, bütün gününü kahve köşelerinde heba ediyor, kalan parasını ise kendi eğlencesine harcıyordu. Birine emir vermek en sevdiği eylemdi. Aramızdaki ilişki baba-kız ilişkisinden çok farklıydı, evin içinde kendimi onun hizmetçisi olarak hissederdim. Başkalarına gösterdiği bambaşka bir yüzü vardı. Daima gülümser ve evde daha önce tatmadığım yiyecekleri misafirlere sunardı. Hasan Dede'ye göre eli açık biriydi, bana göre cimri. Kasabaya gittiğinde mutlaka ellerinde poşetlerle eve dönerdi; un, şeker, çay, bal, tereyağı alırdı. Ama sabah kahvaltısında hiçbir zaman balı ve tereyağını görmemiştim. En pahalı yiyecekler özenle misafirlere sunulmak için saklanırdı. Neymiş efendim, elalem demesin bunların evinde hiçbir şey yok! Ben yiyemedikten sonra elalemin ne dediği zerre umurumda değildi ki.

Hasan Dede ile evin girişinde oturup çay içtiklerinde onları gizlice perdenin arkasından izlerdim. Babam, sağ elini havaya kaldırarak bir şeyler anlatır ve ardından gülümserdi bıyıklarını sıvazlayarak. Kahkahasını duymak için usulca pencereyi açardım. Hemen fark ederdi pencerenin açıldığını ve ardından başındaki kasketini düzelterek: "Canan, çaylarımızı yenile!" diye bağırırdı sinirle. Çayları yenilerken babamın gülümsemesine şahit olmak için gizli gizli bakardım yüzüne. O ise hemen yüzünü bostana doğru çevirirdi...

Gökyüzü palas pandıras kararmıştı farkına varamadan, babam yattığı divandan uykulu gözlerle etrafı süzüyordu. Annem ise elindeki tepsiyi dikkatle divanın üzerine indirerek: "Seversin diye keşkek yaptım." dedi ellerini önünde birleştirerek. Babam, annemin yüzüne bile bakmadan keşkeği yemeye başladı. Annem, oyalı yazmasını düzeltip başını usulca eğerek mutfağa doğru yürüdüğünde: "Eline sağlık hanım, çok güzel olmuş." dedi babam. Annem ise, sanki o anda önemli bir sınavı geçmiş gibi çocuk gibi sevindi birden. O anda evin içindeki sisli hava dağılmış, etrafa leylak kokusu salınmıştı sanki. Babamın yüzünün gerisinde sakladığı mutluluğu görebiliyordum. "Gönül gözüyle bakarsan her şeyi ama her şeyi görürsün Canan." demişti annem. Bıyıklarının sakladığı gülümsemesini görebiliyordum artık. Çamaşırları katlama işim bitince babamın gülümsemesinden cesaret alıp:

"Baba, yarın beni mektebe yazdıracak mısın?" dedim ürkek bir ses tonuyla.

Gözlerini keşkekten ayırarak bir süre yüzüme baktı. Bir annemin bir benim yüzüme bakarak:

"Ne dersin hanım, ne düşünüyorsun? Yazdıralım mı?"

Bizim evde aslında anneme hiçbir şey sorulmazdı, bütün kararları babam verir ve kimseye danışmadan uygulardı. Annem, babamın sorusu karşısında adeta çocuk gibi sevinmişti. Belki de ilk defa birey olduğunun farkına varıyordu. Gözlerini babamın gözlerine dikerek:

"Şey... Ben bilmem bey. Sen nasıl uygun görürsen." dedi önünde kavuşturduğu ellerini iki yana açarak.

"De hele!"

"Bakkalcının verdiği kitapları yastığının altına saklıyor garibim. Ben de okuma bilmem ki ne yazdığını okuyayım. Okula giderse öğrenir ya okumayı. Bize de okur belki he?"

Babam, gözlerini kerpiç duvarda asılı olan tahta kaşıklara dikerek iç geçirdi. Ardından oturduğu yerden kalkarak bir hışımla yastığımın altındaki hikâye kitaplarını aldı.

"Bunları mı okuyacan kız sen?

"Evet, baba" dedim titrek bir ses tonuyla.

Kahverengi lekelerle dolu, damar damar olan ellerinde özensizce tuttuğu kitapları bana doğru uzatarak:

"He ya! Oku tabi, biz cahil kaldık ama sen oku Canan. Yarın tez vakit gideriz mektebe. Haydi, şimdi bir çay demle de içelim kana kana." dedi gülümseyerek.

Babamın gülümsemeye başlaması ile birlikte şöminenin kenarındaki kürsüde oturan dedemde gülümsemişti birden. Sonra, ister istemez ben de gülümsemiştim, annem de. Yüzüme dağılan yayvan bir gülümsemeyle babama doğru bakarak:

"Sen hep gülümse baba..." diyerek çay demlemek için mutfağa doğru gidiyorum...

                                -SON-

1) Öykümü nasıl buldunuz?

İyi veya kötü bütün yorumları dikkate alıyorum ama lütfen kelimelerinizi kırmadan seçiniz. Bazen bir öykü üzerinde günlerce emek verdiğim de oluyor.

Şimdiden okuyan herkese çok ama çok teşekkür ederim.

Sevgilerimle...😘

ÖYKÜ DÜKKANIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin