Güneşin odaya vuran yansıması ile gözlerimi açtığımda yanı başımda uyuyan Yağız'ı gördüm. Dün gece saatlerce omzunda ağlarken o da benimle ağlamıştı. Gözlerimi ovuşturup yerimden doğruldum ve üzerimdeki örtüyü Yağız'ın üzerine doğru çekiştirdim. Yağız'ın uyurken ki masum görüntüsü yüzümde tebessüm oluşturdu. Her zaman masum biri olmasına rağmen uyurken çok daha fazla masum görünüyordu. Buruk bir gülümseme ile elimi yağızın saçlarına götürerek yüzüne düşen saçlarını geriye ittim, saçları nane gibi kokuyordu. Saçlarından yayılan nane kokusunu derin bir nefes ile içime doldurdum. Yataktan kalkarak pencerenin önüne paytak adımlarla yürüdüm, hala uykulu hissediyordum. Perdeyi bir çırpıda açarak odanın tamamen güneş ışığı ile dolmasına izin verdim. Telefonumdan gelen mesaj sesini duyunca şok olmuş bir şekilde telefonuma doğru yürüdüm. Hiç arkadaşım olmadığı için mesaj atacak kimsem de yoktu. Ah! Operatör mesajı. Beni düşünüp mesaj gönderen tek varlık. Teşekkürler. O da nesi? Saat neredeyse 11! Okula geç kalacağım diye içimden kendimi yerken elbise dolabıma koştum.
Üzerimi giymek için banyoya girdiğimde dikkatimi çeken ilk şey gözlerimin Japon balığı misali şişmiş olmasıydı. Yüzümde korkunç bir şişkinlik vardı ve bunu nasıl düzeltecektim? Duş almaya zaman yoktu bu yüzden saçlarımı ördüm ardından üzerimi giymeye başladım. Okulumun beyaz gömleği ve haki eteği vardı. Etek giymeyi çok sevmiyor olsam da üniformam üzerimde güzel görünüyordu. Normalde hiç kimse üniforma sevmez ancak ben çok seviyordum. Üzerimi giydikten sonra aynaya yöneldim ve işaret parmağımla gözlerime dokundum. Yüzümü yıkayıp bulduğum bütün kapatıcı ürünleri yüzüme bocaladım. Bir şekilde yüzümün kızarıklığı geçmiş olsa bile gözlerim şiş ve komikti.
Banyodan çıktığımda Yağız odada değildi. Büyük ihtimalle hazırlanmaya gitmişti ve onu uyandırmayı bile denemedim. Bunun için kesinlikle bana kızacağından emindim. Çantamı alıp aşağıya indiğimde hiçte beklemediğim bir tepki verdi, kolunu omzuma atıp "Günaydın." dedi. Açıkçası şaşırmıştım çünkü normalde benim bildiğim Yağız bana kızardı.
"Günaydın." dedim gülümseyerek. Yağız da bana aynı şekilde gülümseyerek konuşmaya devam etti.
"Nasılsın bakalım ? Düne göre yani?"
"İyiyim ya, sen nasılsın asıl?" dememe rağmen iyi olduğumdan emin değildim. İçimde hala bir burukluk ve korku vardı. Yağız benden de kötü hissediyordu ancak soruma yanıt vermemişti. Sol elimi Yağız'ın omzuna koydum "Ben buradayım üzülme." diyebildim. Yine de üzüleceğini biliyor olmama rağmen üzülmesini istemiyordum. Ancak bir gün bu duruma üzülmeyecektik. Sadece her şey tersine dönecekti.
Okula geldiğimizde birkaç göz her zamanki gibi üzerimizdeydi. Fısıltıları duyuyordum, Yağız'ında duyduğundan yüzde yüz emindim.
"Babası hala o işlerle uğraşıyormuş babamın şirketinde duydum. Babası mafyaymış biliyor musun?" gibi birçok laf dolanıyordu ağızlarında ancak bizim hala emin olduğumuz hiçbir şey yoktu. Sadece dün ki olaya göre hiçbir şeyi yorumlayamazdık. Babamız ile konuşmamız gerekiyordu ancak bunun için erkendi. Yağız ile ağır adımlarla okulun girişine yürürken tekrar bir fısıltı işittim.
"Peşini bırakmaz." diyordu çocuk yanındaki çocuğa.
"Evet, peşini bırakmaz büyük ihtimalle öldürür." Babamın işinden bahsettiklerini biliyordum ancak umurumda değilmiş gibi – oysaki fazla umurumda- hızlı adımlarla Yağız'ı kolundan çekiştirerek okula girdik. Merdivenleri aşarak hızla sınıfa girdiğimde doğrudan sırama oturdum. Aklımda o çocuğun söylediği kelimeler dönmeye başladı ve kendi kendime şu sözleri tekrarladım; Peşinizi bırakmayacağım.