Mete'nin zoruyla kahvaltıda baya bir yemiştim, doyduğumu söylesem de ısrarla ağzıma yiyecek bir şeyler tıkıştırmıştı. Onun bu hali beni güldürmüştü, ufacık bir çocukla ilgilenir gibi ilgileniyordu benimle. Kahvaltıdan 1 saat sonra Mete ufak bir işi olduğunu söyleyerek dışarıya çıkmıştı. Bende fırsattan istifade alelacele duşa girmiştim. Saçlarımı kuruturken "Ah! Daha ne kadar burada kalabilirim ki?" diye iç geçirdim. Kararımı verdim, bugün eve gideceğim. Ah! Tabi ki de hayır! O eve dönmeyeceğim. Aslında babam bana ve Yağız'a birer daire almıştı, oraya gidecektim, kendime ait olan bir eve.
Saatler birbirini kovalarken ben bavulumu alıp evin yolunu tutmuştum. Daha önce iki kez gitmiştim ancak o da evi düzenlemek içindi, kısacası hiç orada kalmamıştım. Taksiden indikten sonra bavulumu yerde sürükleyerek yürümeye başladım. Gözlerim yerdeydi ancak zihnimdeki düşünceler yola bakmama engel oluyordu. Birkaç adımdan sonra ayağım kaldırımın taşına takıldı, yere kapaklandım. Vay be! Her gün kötü bir olay yaşamak için yaşıyormuş gibi hissettim. Dizimdeki kızarıklığa dokunduğumda canım çok yandı, üstelik kanıyordu. Parmaklarımın ucundaki kanı burnuma yaklaştırdım, kanın paslı kokusu evdekileri hatırlatmıştı. Kan kokusu beni ürkütüyordu. Derken gözlerime elini bana uzatmış olan bir genç takıldı. Yardım etmek istediğini düşündüğümden elini tutarak ayağa kalkmaya çalıştım, derken bir hamlede minik bedenimi kucağına aldı. Sapık mıydı? Aklımdan peş peşe korku dolu senaryolar geçiyordu. Yüzümü ona döndüm "Hey! Sen-"
Kafasındaki siyah kepin altından gözlerime baktığı sırada gözlerimiz buluştu. Gördüğüm güzel, kendisine baktıkça bakmak istediğim gözler Yağız'dan başkasına ait değildi. Yutkundum ve devam ettim "Sen burada..." beni hala kucağında tutuyordu, gözlerimi devirdim "Bırak beni."
Yüzünde pis bir sırıtma oluştu, beni bırakmadan yürümeye devam etti. Yağızın beni bırakmayacağını biliyordum. Sustum, uslu küçük bir kız çocuğu gibi kolları arasında sessizce duruyordum. Fazla ağır değildim ama beni zar zor taşıyor gibi görünüyordu. Apartmana girdiğimizde asansörü çağırdı. Dördüncü kata geldiğimizde sağdaki ikinci kapının önünde durdu ve beni yere indirdi. Ceketinin cebinden çıkardığı anahtar ile kapıyı açtı. Bir dakika. Benim evimin anahtarı neden Yağızda? Ceplerimi yokladım, anahtarım cebimdeydi.
"Ne- neden sende evimin anahtarı var?" kekeledim.
"Çünkü burası bizim evimiz." Kehribar gözleri gözlerime kenetlenmişti. İçimi saran yoğun ve tuhaf duygular ile başa çıkamıyordum. Ben bitti derken tekrar başlamasından korktuğum duygular. Karşılık bulamayacağım duygular. Kafamdaki düşünceleri silerek kaşlarımı çattım. İçeriye adımımı attıktan hemen sonra Yağız sertçe kapıyı kapattı. Kırsaydı keşke.
"Burası benim evim." kaşlarım hala çatıktı.
"Bizim evimiz dedim, uzatma Arya." sesi buz gibiydi. Ancak beni korkutamazdı. Sesimi yükselttim ve devam ettim.
"Uzatmıyorum Yağız, ne istiyorsun benden?"
"Yanımda kalmanı." dondurucu soğukluktaki sesi birden alev alev yanan fırına dönmüştü. Belki de alev alev yanan sesi değildi de kalbimdi.
"Ah! Arya! Kendine gel seni gerizekalı kız." duyulmayacak kadar sessizdi sözlerim ancak Yağız duymuş gibi görünüyordu.
"Kendine gerizekalı deme gerizekalı." söylediği sözün saçmalığını düşünürken kolumdan tutup beni salona sürükledi. Etraf tozluydu. Yerdeki tozlara göz gezdirirken "Otur" dedi. Sesimi çıkarmadan oturdum ancak içimden bağırmak geliyordu. Neden geldiğini sormak istiyordum.
Pansuman yapmak için yanıma oturduğunda sağ bacağımı bacaklarının üzerine çekti ve elindeki tentürdiyodu dizime damlattı. "Ah" acıdan inledim, hızla dizimi üfledi. "Dur sızlanma, dayan azıcık." dizimi üflemeye devam ediyordu.
"Sızlanmıyorum Yağız. Hem senin ne işin var burada? Neden geldin? Git."
"Git mi? Gidersem özlersin ama"
"Hah? Seni mi? Yanılıyorsun Yağız." Asıl yanılan bendim, giderse gerçekten özleyecektim.
"Neden geldiğimi sormuştun. Bir süre Türkiye'de olmayacağım." Bacağımı nazikçe yere indirdi ve sol bacağımı kendisine çekti.
Gözlerimle Yağız'ın ellerini izlerken "Nereye?" diye sordum. Sesim umursamazca çıkmıştı ancak fazla umurumdaydı. Gitmesini istemiyordum.
"Senin de istediğin bu değil miydi zaten? Git deyip duruyorsun bana. Rahatlarsın artık bir süre." Gitmesini istemediğimi biliyormuşçasına gözlerini gözlerime dikti ve gülümsedi. Kalbimi ısıtan bir gülümsemeden çok içimi titreten bir gülümseme olmuştu.
"Nereye diye sormuştum konuyu değiştirme Yağız."
"Avustralya'ya dönmem gerek. Bazı işlerim vardı onları halletmeden dönmüştüm. Uzun bir süre orada olacağım."
Ne kadar uzun kalacaktı? Bir yıl mı? Ya da iki yıl mı? Bu sorular aklımdan geçerken Yağız kâhin edasıyla dudaklarını araladı ve devam etti.
"Bir yıl kadar kalacağım. Belki birkaç ay daha az." Dizimde olan gözleri tekrar gözlerimi buldu.
"Arya." Sesi sıcaktı. Heyecanlandım.
"E-efendim?"
"Senden bir şey isteyebilir miyim?"
"Ne isteyeceksin?"
"Gittiğimde beni özler misin?"
"Özlemeyeceğimi söylemiştim sana."
"Hayır, öyle değil. Beni özlemeni istiyorum senden." Elindeki tentürdiyodu kahverengi sehpaya bıraktı. Yüzünü yüzüme yaklaştırdı.
"Beni bir tek sen özlesen yeter bana."
Vücudum kaskatı kesilmişti. Yağızdan duyamayacağım sözlerdi bunlar. Ancak şimdi nasıl? Anlamıyordum. Yüzünü biraz daha yaklaştırdığında sıcak nefesini hissediyordum. Kalp atışlarım yerinden çıkacakmışçasına hızlı atıyordu. Dudaklarını dudaklarıma yaklaştırdı. Beni öpecek miydi? Bunu istiyordum. Gözlerimi sıkıca kapattım. Öpmesini bekliyordum.
"Sen" dedi. "Sen o çocuğu sevmiyorsun. Sevseydin şu an bu şekilde beklemezdin Arya." Parmak uçlarını yüzümde dolaştırmaya başladı. Gözlerimi yavaşça açtım. "Şimdi seni öpmeyi istesem bile yapamam Arya. Pişman olmanı istemiyorum." Gözlerim dolmuştu. Ağlayacaktım. Parmak uçlarımla dudaklarımı kapattım, sesim çıksın istemiyordum. Gözlerini kapattı. Hala bana yakın olan dudaklarını, dudaklarımın üzerindeki elime bastırdı.
"Bu benim için yeterli."
Oturduğu yerden doğruldu ve dış kapıya doğru yürümeye başladı. Kapıdan çıkarken ardından duyabildiğim tek söz "Kendine dikkat et Arya." olmuştu.