Balo bittikten, herkes dağıldıktan sonra saat gece yarısını geçerken ve şafak sökmeye yakınken arabası evimin önünde durdu. Aniden frene basmasıyla öne doğru savruldum. Savrulmamla birlikte zihnimdeki bulutlu dumanlar geceye karıştı. Sahi ne düşünüyordum?
"İşte geldik prenses."
Mete'nin sesi ile irkildim. Yüzümü direksiyona çevirerek söyleyecek bir şeyler düşünmeye başladım fakat ne söyleyeceğimi bulamadım. Yüzümü tekrar arabanın kapısına çevirerek ıssız sokakta tek başına serseri gibi duran arabadan zor adımlarla indim. Saatlerdir giydiğim topuklu ayakkabılar ayaklarımı fazlasıyla yormuştu.
Ben indikten hemen sonra Mete de arabayı durdurarak indi ve "Öylece gideceksin ha?" dedi saçma bir gülümseme ile. Doğruyu söylemek gerekirse öylece çekip gitmek istemiştim çünkü ona ne söylemem gerektiğini ya da nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum. "Bak dürüst olmalıyım ki daha önce bir ilişki de bulunmadım. Bu yüzden nasıl davranmam gerektiğinden de tam anlamıyla emin değilim. Eğer anlayışla-." Sözümü keserek devam etti;
"Anlayışlı olacağım prenses. Yanıma gel." Sağ işaret parmağı ile beni yanına çağıran bir işaret yaptı. Yaptığı işaret hoşuma gitmemişti ama her şekilde yanına gidecektim. Ağrıyan ayaklarımla zorla da olsa ağır adımlarla ona doğru ilerledim.
Kendi bedenini bedenime iyice yaklaştırarak kollarını üşümüş bedenime sardı. "Üşümüşsün." Diyerek geri çekildi ve üzerindeki ceketi çıkararak omuzlarıma bıraktı. Ardından tekrar kollarını sıkıca bedenime sararak kendisine iyice yapıştırdı. Sıcacıktı ve kalbi fazla hızlı atıyordu. "Acaba benim kalbim de böyle hızlı atıyor mu?" Diye içimden geçirirken, iç sesimi duymuşçasına, sakinlikle "Kalbin" dedi derin bir nefes alarak "çok hızlı atıyor."
Yüzümde bir tebessüm oluştu kollarımı göğsünden çekerek beline sarıldım. O an için büyük bir şehvetle sarılmak istemiştim. Soğuktan ve utancımdan kızaran yanağıma bir öpücük bıraktı. İçim daha da ısındı.
Yüzünü yüzüme yaklaştırdı "Seni gerçekten çok seviyorum turuncu saçlı kız." dedi.
Dudaklarımda oluşan kocaman tebessümle gözlerimi kocaman açtım. Beni seviyor olması beni mutlu etti ve bugüne kadar kimse tarafından sevilmeyen ben için bunun anlamı sevilebilir biri olduğunu kanıtladın demek gibiydi.
Mete'nin gözlerindeki ışıltı beni büyülemişti. Söyleyecek bir şey bulamıyordum çünkü hala zihnimin derinliklerindeki düşünceler susmuyordu.
"İnanma." diyordu. "Sevme." diyordu. "Bırak gitsin. Ona ait değilsin." diyordu. Evet, zihnim bunları diyordu ama ben zihnimi değil kalbimi dinlemeyi seçmiştim. Kalbim ise "Sev." diyordu. "Bırakma." diyordu ve birde "Öp onu." diyordu.
Yüzü yüzüme yeterince yakınken ona biraz daha yaklaşarak bende onu yanağından öptüm. Evet, en fazla bunu yapabilirdim. Derken bir ses işittik.
"Oynaşmanız bittiyse eve gir Arya!"
Ah bu ses hayatta babamdan çıkamazdı. Tüm gün Yağız'ı görünce mutlu olacağımı düşünürken onun kapının eşiğinde durduğunu gördüğüm zaman sinirden köpürecektim. En özel anımı mahvetmişti. Gerçekten de mahvetmişti.
"İyi geceler." diyerek kollarımı Mete'den çektim. Alnıma narin bir inciye dokunurcasına bıraktığı hassas öpücükle "İyi geceler. Sabah yazacağım." dedi.
Arabasına binerken arkasından kısık sesimle sadece "hoşça kal." diyebildim. Duyduğundan şüpheliydim. Gazı kökleyerek kapının önünden ayrıldıktan sonra sinirle ayakkabılarımı ayağımdan çıkarıp elime aldım. Ağrıyan ayaklarımla sertçe yere basarak kapının eşiğindeki gamsız ve bir o kadar da lanet olan çocuğu iterek içeriye geçtim. Merdivene yönelmişken kolumdan tutarak kendisine çekti.
"Bakıyorum da çok eğlenmişsin ben yokken." yüzündeki ifade Yağız'a göre fazla ciddiydi.
"Kapa çeneni! Kolumu acıtıyorsun Yağız bırak beni."
"Kimdi o çocuk?" birden bu kadar merak nedendi?
"Sana ne Yağız? Sana ne? Madem çok umurundaydım benim için gelseydin bugün. Ayrıca sana hesap vermek zorunda da değilim."
"Hadi ya? Emin misin?"
"Sen kimsin ki sana hesap vereyim?"
Yüzündeki ciddiyet birden üzüntüye dönüştü. Kolumu serbest bıraktı ve "Doğru. Kimim ki ben?" diyerek merdivene yöneldi, ardından ikişer ikişer çıkmaya başladı. Odasına girdiğinde kapısını ne kadar şiddetle çarptığını yandaki evden duymak mümkündü.
Neydi şimdi bu? Tiyatro oyunu falan mı? Yukarı çıkacak takati kendimde bulamadığım için koltuğa kıvrıldım. Aklım hem Mete'de hem de Yağız'daydı. Gecem güzeldi. Her şey güzeldi. Bu gece Mete'den daha fazla hoşlanmıştım ve uzun zamandır beni izlediğinin de farkındaydım. Ancak aklım hep beni umursamayan birine takılıp kalmıştı. Ancak nasıl oluyorsa ben tam kalbimi birini vermeye hazır hissetmişken "O" kişi birden beni umursaya başlamıştı. Bu ne tür bir oyunsa bana karşı oynanan bir an önce son verilmeliydi.
Aynı anda hem Mete'nin beni öpmesini hem de Yağız'ın kolumu kıracak kadar sert bir şekilde sıkmasını düşünüyordum. Beynim kısa devre yapacak gibi hissetmeye başlamıştım. Fazla düşünmek beynimi yormuştu. Çok geçmeden uykuya daldım.
Sabah olduğunda Yağız yanı başımda oturuyordu.
"Burada uyumuşsun." dedi ifadesiz bir yüzle. Bakalım bugün ne oynayacaktık?
Cevap verecek kadar halim yoktu. Masadaki suya uzandım, bir kerede içip Yağız'a baktım.
"Uyuyamaz mıyım?" Beni kırdığını belli etmeye çalıştım.
"Ne bu tavır?"
"Hangi tavır Yağız? Sen yaptın bunu?"
"Dün içinse üzgünüm."
"Teşekkürler ya gerek yoktu."
"Arya! Düzgün konuş."
"Konuşmazsam ne olacak?"
"Çocuklaşma Arya! Üzerini değiştir yanıma gel."
Cevap vermeden odama çıktım.
"Ah küçük beye de bakın siz yanına emrediyor beni nasıl da mutluyum huzuruna çıkacağım için!" diye söylene söylene duşa girdim, çıktığımda saat on buçuk sularıydı. Ah birde erken uyandırıldım. Zaten eve geldiğimde şafak sökmek üzereydi. Sahi Yağız o saate kadar beni mi beklemişti? Belki de konuşması gereken şey önemliydi diye düşünerek dolabımdan kıyafet seçmeye başladım.
Siyah bir şort ve kırmızı omuzları açık bir tişört yeterliydi. Hava neredeyse 35 dereceydi. Fazla sıcak.
Yağız'ın odasına girdiğimde üzerini değiştiriyordu. Gözlerimi üzerinde gezdirirken "Bana bakmayı kes." dedi. Neden bu kadar gergin olduğunu anlamıyordum. Dün gece onu sinir edecek bir şey yaptığımı da düşünmüyordum açıkçası.
O sırada aklıma dünden beri babamı görmediğim geldi. Acaba evde miydi?
"Babam nerede? Sabah gördün mü?" dedim meraklı meraklı.
"Onunla ilgili konuşacağım bir susup dinlersen." Merakım yerini tuhaf bir korkuya bıraktı.
"Dün geldim ancak sana arayıp haber veremedim. Babamın doktoru aradı üç gün önce. Durumu biraz kritikmiş. Doktoru ciddi bir şey olmadığını söyledi ancak emekli falan olmazsa sağlığı daha da tehlikeye girebilir dedi bana. Sonra sen gittikten sonra babamla bunu konuştuk uzunca bir süre. İşi bana devretmek istiyor." Yüzünü bir üzüntü kapladı.
"Bir saniye ya? Sen eczacı değil misin şimdi? O şirkette ne yapacaksın ki? Ya da diğer konuda ne yapacaksın ki?" diyebildim yalnızca. Çünkü biliyordum ki Yağız'ın da yapabilecekleri sınırlı kalıyordu bu konuda.
"Kabul ettim bile." dedi.
Dudaklarımdan tek dökülen kelime "Ne?" oldu.