Tren hızla giderken ruhum da ona eşlik edercesine hızına karışıyor, adeta yok oluyordu. Gözlerimdeki yaşları silerek inmek için trenin kalabalığına karıştım. Kapılar açıldığında içeride yalnızlığı ile hapsolmuş herkes hızla dışarıya fırladı. Ben ise elimde bavulum çekiştirerek inmeye çalışıyordum. Benimle beraber inmeyi bekleyen bir adam yardım etmek için bavulumu perona doğru çekiştirdi. Teşekkür etmek amacıyla gülümsedim, o da gülümseyerek merdivenlere doğru yol aldı.
İstasyonundan çıktıktan sonra bulduğum ilk taksiye binerek Mete'nin evine doğru yola çıktım. Yarım saat içinde varmıştım, bavulu bir seferde elime alarak güç bela ikinci kata çıktım. Kapının önünde dikilmeye başladığım sırada bir an için olsun geri dönmeyi düşündüm ancak gidemezdim. Yavaşça kapıya vurdum, duyulmamış olacak ki kapıya bakan olmadı. Bu kez daha sertçe vurdum ve beklemeye başladım. Ancak kapı bu kez de kimse tarafından açılmadı. Açıl kapı açıl gibi anlamsız bir söz söylediğimde açılmayacağını bildiğim için bavulumu kenara çekip merdivene oturdum. Mermer buz gibi soğuktu, karnım ağrıyacak diye düşündüm. Ancak diğer sorunların yanında bunun bir hiç olduğunu biliyordum.
Alev misali yanan gözlerim ve insanı çileden çıkaracak kadar güçlü baş ağrım beni öldürüyordu. Son iki haftadır doğru düzgün uyuduğum söylenemezdi, günde dört ya da beş saat ya uyurdum ya da uyumazdım. Ancak tüm günlerin tek ortak noktası her gece ağlamış olmamdı. Şu an bile göz kapaklarımın açık duracak direnci yoktu ancak ayakta kalmak için direniyordum, o sırada merdivenden çıkan Mete'yi fark ettim. Bütün gücümü toparlayıp yerimden ağır ağır kalktığımda o çoktan kapının yanında belirmişti, beni kendisine çekerek güçsüz bedenime sıkıca sarıldı. Kollarımı belini kırmak istercesine sıkıca bedenine sardım.
Eve ilk adımı attığımda içimi kaplayan huzursuzluk karanlık koridorda dağılarak yerini huzura bıraktı. Sessiz ve bitkin adımlarımla koridorda salona doğru ilerlemeye çalışırken, Mete ışığı açmaya çalışıyordu. Sanırım lamba kesmiş olacak ki birkaç denemeden sonra bıraktı. Karanlıktan hoşlanmadığım için olduğum yerde dikilmeye karar verdim. Mete'nin adımlarını duyabiliyordum, ev fazla sessizdi. Birkaç adımdan sonra iyice bana yaklaştığını hissettim, irkildim. Sıcacık nefesi yavaşça tenimle birleşiyordu. Ellerini belime koyarak karnımda birleştirdi, sıkıca sarıldı.
"Ağlamak istiyorsan ağla, bağırmak istiyorsan bağır" yutkundu "canın acıyorsa söyle, ben yanındayım."
"Uyusam olur mu?" diyebildim bitkin sesimle. Bir çırpıda küçücük bedenimi kolları arasına aldığında hafiflemiş hissettim, kafamı omzuna yasladım. O sırada bitkin gözlerim yavaşça kapandı.
Kafamın altındaki yumuşak yastıktan gelen leylak kokulu yumuşatıcı kokusuyla gözlerimi araladım, içerisi hala karanlıktı ancak odayı loş bir şekilde aydınlatan kırmızı küçük bir gece lambası takılıydı kapının çaprazındaki prizde. Yumuşacık yataktan kalkmak istemesem de yerimden doğruldum, loş odayı süzerken komodinin üzerindeki telefonumu fark ettim. Buraya geldiğimde saat akşam sekiz sularıydı, peki ya şimdi? Ekrana baktığımda ışık gözlerimi acıttı, ekran parlaklığını sonuna kadar kıstıktan sonra saate bakabildim. Sabaha karşı dört buçuk olduğunu gördüğümde gözlerim kocaman açıldı. Sekiz saati aşkın bir süredir uyuyor muydum?
Odadan çıkıp salona gittiğimde gözlerim koltukta uyuyakalan sevgilime kaydı. Ne kadar da masum ve sevimli görünüyordu, gülümsedim. Uyuduğum odaya dönerek yataktaki battaniyeyi elime aldım. Tekrar salona geçtiğim de battaniyeyi Mete'nin üzerine örttüm. Ardından yanına oturarak onu izlemeye başladım. Sanki dokunsam incinecekmiş gibi duran bu adama daha fazla dayanamayarak elimi saçlarında gezdirmeye başladım. Onu sevdiğimi biliyordum, ancak bu hoşlanmak mıydı yoksa aşk mıydı? Bunu ne yazık ki bende bilmiyordum. Her ne kadar yeni uyanmış olsam da ruhum hala yorgundu, yanına uzandım ve gözlerimi kapatarak uykuya daldım.