İhanetten Geri Kalan.
2 bölüm.
Boşuna mı yaprak gibi rüzgarına kapıldım ben?
Kendimi unutup bir divaneye kapıldım ben...Bir hafta onsuzluk... Tam bir haftadır yani tam tamına 7 gün 168 saat 44, 45, 46... saniyedir onu görmüyorum. Ne aradı, ne sordu. Ben? Ben ölüyorum... Onun kokusunu arıyorum. Yatakta, bıraktığı bir kaç kıyafete kokusunu arıyorum. Ama bir gün o kokununda beni bırakıb gideceğini biliyorum.
Günlerdir ağlıyorum, yemiyorum. Aynada kendime bakınca kendimi tanıyamıyorum. O aynada ki yansıma bana ait değil. O kadın ben olamam. O kadın çökmüş vaziyete. Ölüyor... Göz altlarım halkalarla dolu, gözlerim kıp kırmızı. Bir şey yemiyorum ama her gün sabahları midem bulanıyor.
Beni o öldürüyor ama kalbim yine o'nu istiyor. İnsan kendi celadını ister mi? Kendime olmaz diyorum ama kalbime yine söz geçiremiyorum.
Sonunda kendimde biraz güç bulub dışarı çıkmak kararı aldım. Temiz hava iyi gele bilir... Sahile inib biraz yürüdüm. Karnımın acıktığnı hissedince şaşırmadan edemiyorum. Biraz yemek yemem lazım...
Kafenin girişinde o'nu görünce donub kalıyorum. Karısı ve kızıyla yemek yiyor. En önemlisi çok mutlu. Mutlu olması içimi açıyor. Zaten hiç zaman gülümseme yüzünden hiç eksik olmasın. Ama tüm hafta boyunca beni bir kere bille olsun aramaması ve burada böyle eğlenmesi canımı yakıyor. Kalbim sıkışıyor... O'nu boşuna sevdiğimi düşünüyorum. Boşuna acı çektiğimi, boşuna bu eziyete katlandığımı. Kafasını kaldırıyor ve gözlerimiz buluşuyor. Yüzünde ki gülümseme soluyor.
Bir şey yapmadan mekanı terk ediyorum. Kaçmak istiyorum buradan... Ondan uzaklaşmak... En güzeli ne biliyor musunuz? Yok olmak! Hiç var olmamak! Ama ne kadar kaça bilirim ki? Bu gün rüzgar ters taraftan esiyor...
Sahile gelince bir bank bulub oturuyorum. Ağlamaya başlıyorum. Canım yanıyor, kalbim acıyor... Bir şey yapamıyorum en çokta bu yakıyor canımı. Ne hesap sora bilirim, ne de sorgulaya bilirim...
Daha içli ağlamaya başlıyorum. Etraftakileri umursamıyorum. Daha doğrusu umursama gücüm kalmadı. Güçlü gözükmektan yoruldum ben... Her seferinde bir şeylerden vazgeçmekten, benim olmadığını ve olamayacağını bille bille savaşmaktan, sonunda yine hüsranla karşılaşmaktan, yoruldum...
Birden omzuma bir el dokunuyor. Kafamı kaldırdığımda uzun kirpiklerle karşılaşıyorum. Bana mendil uzatmış dikiliyor karşımda. O kadar yorgunum ki sorgulamıyorum kim olduğnu. Mendili alıyorum. Beyfendi yanıma oturuyor.
"Ağlama değmez. Hem ağlayınca çirkin oluyorsun"
Değmediğini bende biliyorum. Ama yine ağlıyorum. Durduramıyorum kendimi...
"Bari yakışıklı mı?"
Anlamsızca adama bakıyorum. Alman aksanıyla konuşuyor galiba türk değil.
"Anlamadım?"
"Kızım kimin için ağlıyorsun? İşte ağladığın adam yakışıklı mı? Değer mi bu göz yaşlara?"
"Değil... Yakışıklı falan değil tam bir kaplumbağaya benziyor!"
Kahkaha atıyor. Ona bakınca bende gülüyorum.
"Demek yakışıklı. İsmin ne? Sevdim seni..."
"Sana ne?"
Bu bilmiş tavırları beni kızdırıyor.