Yazım hatam varsa affola...
22.yaş günümden sonraki ilk sabahımdı.
İnsana tüm özgürlüklerin vaat edildiği 18 yaşını geçeli dört sene olmuştu. Bir şeylerin farklı olacağını düşünüyordum. Oysa her şey eskisi gibiydi. Dünya eski dünyaydı, hava eski havaydı; hala İstanbul'un kirli, isli havasıydı. Sokaklar eski sokaklar, insanlar eski insanlardı. Hayat tanıdığım, sevdiğim ve ne olursa olsun seveceğime inandığım eski hayattı. Babam bizi terk ettiğinde ben on, kız kardeşim ise henüz yedi yaşındaydı. O bizi bırakmıştı. O bizi bu kasvetli dünyada yalnız bırakmıştı. Onu pek hatırlamıyorum, ona kızamıyorum... Unutulmaya yüz tutan anılara kızamazsınız. Tek yapabileceğiniz acıyan bedeninize rağmen onlara sarılabileceğiniz kadar sıkı sarılmak olabilir. Onunla ilgili hatırladığım tek şey ise akşamları uyumadan önce anlattığı buz kaplı masallar. Bizi neden terk etiğini ise hala bilmiyorum. Anneme ne zaman bu konuyu sorsam hemen içine kapanıyor ve bakışlarına hüzün düşüyor. Bu yüzden artık üstelememeyi öğrendim. Bilinmeyen gerçekler için en değer verdiğim varlığı üzmek anlamsız. Zaman içinde babamı özlememeyi de öğrendim zaten. Bize bıraktığı hüzün dolu günlerin gölgesinden sıyrıldığımızda hayatımızın ne kadar mutlu olabildiğimizi fark ettim. Ve kendimi buna adadım. Var olmamış anılara üzülmek yerine, yeni mutlu anılar edinmeye odaklandım.
Sonunda zamanımı yatakta harcamaktan sıkılarak ayağa kalktım. Banyoma giderek güzel bir duş aldım. Doğum günümü bana hediye almak isteyenlerle barınakta çalışarak geçirdiğim için bu duşa gerçekten ihtiyacım vardı. Bütün o hayvanların insanlardan daha dost canlısı olduğunu bilmek garipti. Gözlerindeki mutluluk bütün doğum günü hediyelerinden güzeldi zaten. Eğer okulum olmasaydı günüm daha güzel olabilirdi... Üzerime bir şeyler geçirerek saçlarımı kuruladım sonra da doğru kahvaltıya.... Ta daa, doğum günü sabahı külkedisine dönüşen ben ve hazır olmayan bir kahvaltı masası... Çantamı kaptığım gibi dışarı fırladım. Okulda bir şeyler atıştırabilirdim ne de olsa. Biricik ailem gibi olmasa da arkadaşlarım beni yalnız bırakmayacaklardı ya. Aslında evimizle okulun arası yürüme mesafesiydi, ismi lazım olmayan özel bir üniversitede burslu okuyordum. Hayır tahmininizdeki o zeki kız ben değilim. Ben daha çok sabahlara kadar ders çalışan inek kızım. Bu yüzden de direkt sınıfa yöneldim.
Ama birisi "Günaydın Asya." diye seslenince durdum. Arkama bakmadan "Günaydın Arda." dedim.
"Bugün yine çok güzelsin. Köpek tüylerinden de arınmış görünüyorsun."
"Şansını zorlama Arda, cevabım hala 'Hayır'."
"Ama çok eğleneceğiz neden oyunbozanlık yapıyorsun ki?"
"Partileri sevmiyorum, biliyorsun. Lütfen ısrar etme. Hem bu gece ders çalışmam lazım."
"Aman bir gece de çalışmasan ölürsün zaten!" Ona gülümsedim, koluna girdim ve birlikte sınıfa girdik. Melih Arda'ya kaş göz işareti yaptı. Arda'da ümitsizce "Yok abi! Nuh diyor Peygamber demiyor." dedi.
Gruptaki herkes birbirine bir an baktıktan sonra "Gerçekten gelmeyecek misin?" diye sordu Selin. Kaşları tehditkâr bir havayla kalkmıştı. Tamam, pekâlâ, istediği zamanlarda oldukça ürkütücü olabiliyordu.
"Siz bana takılmayın ya, keyfinize bakın." gözlerimi kısarak gülümsedim. Ama bu işe yaramadı.
"Sensiz olmaz" dedi Beste. "Eğer sen gelmiyorsan biz de gitmeyiz."
"Ya saçmalamayın! Hem iki gün sonra vizeler başlıyor.."
Beste "Bizim vizemiz yok sanki!" diye homurdandı. "Alt tarafı bir gece Asya... Sınavlara şimdi bile girsen hepimizden iyi yaparsın. Bölüm, fakülte birincisi olarak mezun olacaksın hala ders çalışacağım diyorsun. Başka bahane bul."
"Her şeyi biliyorsun zaten, bir gece çalışmasan ne olur sanki?" diye Beste'yi destekledi İnci. Dersin asistan hocası içeri girmeseydi bu böyle uzar giderdi, ama kurtuluşum pek uzun sürmedi, dersin ardından bizimkiler yine başladılar.
"Çok eğleneceğiz işte naz yapma!" dedi Melih. "Hem sadece bizim okul olmayacak ki birkaç üniversiteden daha katılanlar olacak."
Daha kalabalık olacak demesi cidden içime su serpmişti, ben zaten kalabalığı hiç sevmediğim için gitmiyordum partiye. Herkesin ortasında etrafına bakınan ya da koltukta yaşlı teyzeler gibi oturan kişi olmak istemiyordum. Başkalarının bana iğneleyici bakışlar atmasını istemiyordum. Okul birincisi inek burslu kız olmayı ise hiç istemiyordum.
"Utanırım diyorsan zaten parti maskeli yani kimse birbirini tanımayacak, güzel tarafı da bu..." diye ekledi Selin.
"Gelemem zaten kostümümde yok!" dedim, çünkü başka bahanem kalmamıştı.
"Bunu söyleyeceğini biliyordum." diye patladı birden İnci. "O yüzden sana bir şey diktim."
"Sen mi diktin?" İnci'nin modayla çok haşır neşir olduğunu biliyordum ama benim için bir şey dikmesi, işte buna 'hayır' diyemezdim. Elindeki paketi bana uzatırken sırıtıyordu.
Haklarını vermem gerek ki bütün bahanelerimi tüketmişlerdi. Ve söyleyebileceğim bir şey kalmamıştı. "Şu parti kaçtaydı?" dedim ben de. Onlar için bir geceye katlanabilirdim sanırım.
"Hey!" diye bağırdılar beş bir ağızdan. "Asya'yı da yoldan çıkardığımıza göre kimse karşımızda duramaz artık."
Öğle arası geldiğinde ise yemekhaneye gittik. Altımızın da sığabileceği bir masa bulup otururken "Bu partiyi kim veriyor?" diye sordum.
"Özgür." diye yanıtladı Arda. Özgür'ün zengin bir ailesi olduğunu biliyordum ama bu kadar rahat olduğunu fark etmemiştim.
"Peki, neden verdiği hakkında bir bilgin var mı?"
"Duyduğuma göre bir kıza açılmak için veriyormuş." diye cevapladı Melih. Demek bir kız için. Açıkçası düşündüğüm tek şey onun zengin bir pislik olduğuydu.
"Yuh! " dedim kendimi tutamadan. "Bir kız için mi yani?"
"Kızım çocuğun anası babası para sıçıyor! Ne yapsın o da harcayacak tabii..."
"Her şey para mı sanki? " dedi İnci. Ona tamamıyla katılıyordum. Parası olup bedeninde geçici gibi yaşayan birçok kişi vardı.
"Tabii para, bu devirde çulsuza kimse bakmıyor. Bak benle Arda'ya okul bitti hala sap sap dolanıyoruz."
"Yok, artık Melih! Birileri seni paran için sevecek ise aşkın ne anlamı kalır ki... Hem maşallah taş gibi çocuklarsınız ikinizde, onlar düşünsünler." dedi İnci. Tabii son sözlerinden sonra Arda ona kolunu dolamış dalga geçmeyi de eksik etmemişti.
"Demek taş gibi çocuklarız? Sizde ilik gibisiniz yalan yok!" devam edecekti ama İnci'den yediği dirsekle sustu.
"Hey bir sakin olun ya, bakın şu tarafa." diye susturdu herkesi Beste. Sarı saçlarını düzelterek oturuşunu dikleştirmişti. Ya da daha doğrusu biçimli bacaklarını göz önüne çıkarmıştı. İnci sırıtarak Beste'nin gösterdiği yöne baktı. Ve bende onun gözlerini takip ettim, Özgür'ü gördüm. Siyah kot pantolonu ve kaslı bedenini saran gömleğiyle oldukça sportif ve yakışıklıydı. Ona daha önce bu kadar dikkatli bakmadığımı fark ettim. Sarı saçları hafif uzundu ve ben buradayım diye bağıran mavi gözleri vardı. Buz mavisi sizi içine çeken gözler... Ellerini sarı saçlarına sokarak onları dağıttı. Ben tüm dikkatleri üzerine toplayan yürüyüşü ile bize doğru yürüdü, masamızın başında durdu. "Selam gençler." öyle bir konuşmuştu ki sanırsın bizden yaşça büyük... Kendini beğenmişlerden nefret ederdim. Hem kendini beğenmiş hem de yakışıklı kişilerden ise tiksinirdim. Kendini yenilmez sanan saçma insanlardı bunlar, gözümde hiçbir değerleri yoktu.
"Merhaba." dedi Beste, zaten onun dışındakiler Özgür'den memnun değildi.
"Partiye geliyoruz değil mi?" gıcık gıcık ona baktım ne zamandır birlikte hareket ediyorduk? Güzelim Türkçenin içine ediyordu.
Cevap yine Beste'den geldi: "Tabii ki geliyoruz, kaçırır mıyız hiç?"
Özgür "Saat 10'da benim evimde." diye doğrulayarak gitti.
"Neden bize özel olarak sordu ki? " dedi Arda. Özgür'ü gördükten sonra doğrulmaya karar vermiş gibi görünüyordu. Fakat sorduğu soru üzerine, bu bana da garip gelmişti.
"Belki de açılacağı kız içinizden birisidir." dedi Melih, "Bu yüzden emin olmak istemiştir."
"Hım kesin öyledir." diye homurdandım somurtarak.
Arda'nın yüzüne koca bir sırıtış yerleşti. Eğlendiğini belli etmekten çekinmiyordu. "Sen pek bir üstüne alındın, gelmeyeceğim diye direttin falan... Bir şey var da söylemiyorsan, kötü olur bak."
"Ardacım bazen saçmalayabilme kapasiteni merak ediyorum biliyor musun?" dedim alayla.
Sandalyesine daha çok yayılarak kahkaha attı. " Merak etme güzelim bir sınırı yok!"
"Bende öyle tahmin etmiştim"
***
Dersler bittiğinde, çocukların dışarıdaki planlarını ekerek doğruca eve, odama geçtim. Heyecanla İnci'nin muazzam bir şekilde paketlenmiş hediyesinin paketini parçalandım. Kutunun içinden bordo ve siyahlar içinde güzeller güzeli bir elbise çıktı. Yanında da siyah, mat bir maske duruyordu. Elbiseyi aceleyle üzerime geçirdim. Heyecandan birkaç kez düşme tehlikesi geçirdiysem de elbiseyi giymeyi başardım. İnci daha önce de bana bir iki şey diktiği için bedenimi biliyordu; elbise vücuduma tam oturmuştu. Aynadaki görüntümü o kadar çok sevmiştim ki bir süre kendimi seyrettim. Elbisenin bordo rengi tenimin beyazlığında mükemmel görünüyordu.
Bir de partiye gitmeyecektim!
Maskemi de yüzüme yerleştirdiğimde dudaklarımda oluşan istemsiz bir gülümsemeye engel olamadım, tam o sırada kapı açıldı "Asya?" diye seslenen annem içeri girdi. Bir şey söyleyecekti, dudakları garip bir şekilde kalmıştı. Her ne söyleyecektiyse beni görünce unutmuştu.
"Vay! Vay! Vay! Arkadaş... Analar neler doğuruyor maşallah..." diye hemen kendine de pay biçmeye başladı.
Gidip yanağına öpücüğümü kondurdum. "Anasına bak kızını al demişler, kötü mü demişler?"
"Hani gitmeyecektin partiye? Kararlıydın." dedi bu kez.
"Aman be anne bak bu güzellik buralarda harcansın mı? Hadi beni geçtim partidekilere yazık... Hiç mi güzel biri olmasın koskoca partide?"
"Eh, hadi olsun bakalım ama bak söylemedi deme kurda kuşa yem olursun böyle, ya Melih'i ara ya da Arda'yı alsınlar seni. Yoksa salmam seni dışarı böyle."
"Aman aman!" dedim yapmacık bir sinirle. "Hem ben artık özgür bir insanım, hiçbir şey yapamazsın."
"Bak sen... Bacaklarını kırarsam görürsün özgürlüğü."
Annem zorla Melih'i arayınca karşı çıkamadım tabii. Melih'e de acımadan edemedim. Garibim bir de iki saat kuafördeki işimin bitmesini bekledi. "Ya Melih sen gitseydin ben gelirdim taksiyle, annem tutturdu zaten kurtlar kapacak diye... Sanki ne yapacak kurtlar beni? Hayır, yani kaçıncı yüzyıldayız arkadaş? Hem ben artık 22 yaşındayım değil mi ama? Tamam belki 17-18 duruyor olabilirim ama ne yapayım?" Arabaya biner binmez art arda söylediklerimin karşısında Melih sadece derin bir nefes aldı.
"Annene kızma! Kadın haklı kırk yılda bir seni dışarı çıkarıyoruz onda da başına bir şey gelsin istemiyor tabii. Şimdi susta gidelim. Ayrıca seni burada iki saat beklememin karşılığı olarak benimle dans edeceksin ona göre."
"İstediğin dans olsun gülüm." diye dalga geçtim, gözlerini yoldan ayırmadan sırıttı.
"Neyse ki hep dışarı çıkmıyorsun Asya. Yoksa nasıl zapt edeceğiz seni bilemem yani..."
"Etmeyeceksiniz!" dedim gülerken.
***
Partiye ulaştığımızda park yeri bulmak oldukça zor oldu. Evin yakınları o kadar kalabalıktı ki arabayı evden 200-300 metre ileriye bırakmak zorunda kaldık. "Vay arkadaş." dedi Melih "İpini koparan gelmiş anladığım kadarıyla."
"Sen de buradasın." diye uyardım onu. Yüzüme, istemsizce oluşan, geniş bir gülümseme hâkimdi. Ama yanımızdan geçen kızın bacaklarına bakmaktan beni duymamıştı. "En iyisi ben kızları bulmaya gideyim senin de kısmetini kapatmamış olurum. Sonra buluruz birbirimizi. "
"Ha, şey tamam." diyerek bir kızın peşine takılıp benden uzaklaştı. Ben de topluluklarla ne kadar hızlı yürünürse o kadar hızlı yürüyerek kızları aradım. Kızları bulmak o kadar zor olmamıştı. Evin balkonunda buluşmak için sözleşmiştik. Beni görünce büyük bir hayranlıkla gözlerini açtılar "Sen Asya mısın?" diye sordu İnci. Turuncu saçlarıyla beyaz tenini ortaya çıkaran beyaz mini bir elbise giymişti, çok güzeldi. Sonra Selin'e baktım o da koyu renk saçlarını ve koyu gözlerini tamamlamış siyahlara bürünmüştü. Son olarak Beste... Sarı saçları ve sevimli yüzüyle uyumlu kabarık pembe balon etek bir elbise seçmişti. İlkokul çocukları gibi çok şirin olmuştu. " E," dedi İnci "Hala cevabımı alamadım."
Ona gülerek cevap verdim. "Evet benim." Parti hızlı başlasa da bu şekilde ilerlemedi tabii ki. Kızlar delice dans edip oğlanlarla takılmak istedi. Ben de kendi köşemden onları izlemeye koyuldum. Dans edenleri izlerken yanıma yaklaşan çocuğa baktım ne maske takarsa taksın, isterse kese kâğıdı geçirsin, vücudu onu ele veriyordu. Yanıma yaklaşanın Özgür olduğunu biliyordum.
"Arkadaşların yok mu?"
Ona küçük bir gülümseme ile karşılık verdim. Ve başımla havuzun kenarında garip dansı ile ilgi toplayan arkadaşlarımı işaret ettim. "Hayır, dans ediyorlar."
Kaşlarını kaldırarak "Kimse seni dansa kaldırmadı mı?" diye sordu.
"Ben dans etmeyi sevmem." diye yanıtladım.
"Peki, ne seversin?" Rahat bırakılmayı çok severim demeyi öyle çok istiyordum ki... Aslında dudaklarımı bunun için harekete bile geçirmiştim ancak birden sıcak nefesini kulağımda hissettim ve sustum, aslında bir süreliğine nefes bile almadım denebilir.
"Çok güzel olmuşsun... Bilmeceleri sevdiğini duymuştum" dedi eğlenen bir sesle "Sana bir bilmece hazırladım, çözersen ödülünü alırsın." Elbisemin askısına bir kâğıt sıkıştırdı. Geriye çekildiğinde sırıtışını gördüm. Küstah, tehlikeli bir gülüştü bu. Beni kendime getirmişti.
"Peki ya çözmezsem?" diye sordum tehditkâr bir havayla. O da bunun mümkün olmadığını söyler gibi güldü.
"Çözemezsen anlarım. Sonuçta önceden çalışacağın ders notlarına benzemeyecektir. Her şey de mükemmel olamazsın. Yine de çözebilirsen, ben bekliyor olacağım." Göz kırptıktan sonra arkasını dönüp giderken çalan müziği tekrar duymaya başladım.
Alayla "Ben de kendimi özel sanıyordum, kalbimi kırdın." diye söylendim arkasından.
"En büyük kalp kırıklığına bu olsun!" diye bağırdı arkasını dönmeden.
Çocuğun kendine olan güveni anlatılamayacak kadar yüksekti. Kendini beğenmişti, kibirliydi. Birilerinin ona evrenin onun hâkimiyeti altında olmadığını öğretmesi gerekiyordu. Aptal bulmacasını çözmeyecektim. Kendine başka bir oyuncak bulabilirdi. Tabii içten içe ilham verici bir konuşma yapmam bir yandan da bana verdiği kâğıda bakmamı engellemiyordu. Çözemezsem anlarmışım.
Bir kere benim çözemeyeceğim bir bilmece yok!
Katlanmış kâğıdı açıp tam ortasında yazılmış yazıya baktım:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Avaritia
Fantasyİçini ısıtan hayaller mi yoksa canını acıtan gerçekler mi deseniz... Bir hayale kapılıp gitmek için her şeyi yapardım; ama o hayalin asla gerçekleşmeyeceğini bilmek işte asıl canımı yakan şey. Varsın yaksın, acının gerçekliğiyle ayaktayım şuan.Ama a...