Bölüm 7: Ben Astrid Bowle

3.2K 122 8
                                    

Yazım yanlışım varsa affola...

"Asya. Şükürler olsun..." Beni yere indirmeyi akıl ettiğinde biraz uzaklaştı ve incelemeye başladı. Ve aptalca davrandığının farkına varması geç olmadı. Dışarıdan berbat göründüğüme emindim. Gerçi içerisinin de pek bir farkı yoktu. Ağlamaktan gözlerim kıpkırmızı ve şiş olmalıydı. Bir de suratıma aldığım darbeler vardı tabii. Dudağımın yanındakini hatırı sayılır yarayı hissedebiliyordum. Kaç gün ya da saat geçti bilmiyorum ama hiç su içmemiş doğru düzgün uyumamıştım. Ve ıslak kıyafetlerimle geceyi atlattığım için bedenim ister istemez titriyordu. Ateşim bile olabilirdi. Kendimi artık hiç iyi hissetmiyordum. Yaşadıklarımı düşünürken onun ne söylediğini anlayamadığımız fark ettim. Bana seslenip duruyordu. Gözlerim ellerimdeki kana odaklanıp dikkatimi dağıtıyordu.
"Asya bana bak iyi misin? Konuş benimle Asya..." Ellerime boş boş bakmaya devam edince daha fazla telaşlandı.
"A-ambulans çağıracağım!" Telefonunu cebinden çıkarabilmek için tuttuğu omuzlarımı bıraktı. Ve o bırakana kadar bu kadar kötü olduğumu fark edememiştim. Dengemi kaybedip yana doğru sendelediğimde telefonu bulmayı bırakarak tek hareket ile beni kucağına aldı. Telaşlı gözlerle yüzüme bakıyordu. "İyi olacaksın. Seni hastaneye götüreceğim." Sessizde olsa sonunda konuşmayı başardım.
"Ben iyiyim. Ece'yi görmeme izin ver."
Salondaki koltuğa oturduğumuzda Melih beni hala kucağından indirmemişti. Korumak istercesine kollarını sıkı sıkıya sarmıştı. Belli etmek istemese de gözleri sürekli üzerimdeki kana takılı kalıyordu.
"Ne oldu Asya? Neredeydin? İki gün oldu, neredeydin?" Ona verecek cevabım yoktu. Zaten cevaplardan hoşlanmamaya başlamıştım. Melih'in omzunda sessizce ağlamaya başladığımda beni sakinleştirmeye çalıştı. Ardından o masum sesi duydum. Burada olmamı sağlayan küçük kardeşimin sesini... Koridorun başında olmalıydı. "Melih?" diye seslenmişti. "Bir ses duydum sen iyi misin?" Melih yavaş bir şekilde yutkundu. Ece'nin beni bu şekilde görmesini istemiyor olmalıydı.
"Asya geldi Ece." dedi düz bir tonda. "Merak etme iyi olacak." Ece yanımıza geldiğinde gözyaşlarım tekrar akmaya başlamıştı. O saçlarını benim aksime annemden almıştı, ancak bakışları yine benim aksime tıpkı babamınkiler gibi maviydi. Hatta endişeli ve ağladığı zamanlarda rengi iyice açılır şeffaflaşırdı. Öyle ki, o zamanlarda içinizi gördüğünü hissederdiniz. Ve şu an bana o gözleri ile bakıyordu acımın en derinini bile görüyor gibi... Kollarımı Melih'ten çekerek onun boynuna sardım. Bana ihtiyacı vardı. Ona ihtiyacım vardı.
"Abla." dedi ağlarken. "Seni de kaybedeceğim diye çok korktum."
Onla birlikte ağlarken boğazım düğümlendi. "A-annem..." diye fısıldadım. Ece daha çok ağlamaya başlayınca nefesim kesildi. Daha fazla ayık kalamazdım. Ayakta durmamı sağlayan enerji çoktan tükenmişti.
***
"Asya... Aç gözlerini, iyisin. Güvendesin."
Sanki birisinin seslenmesini bekliyormuş gibi yavaş yavaş gözlerimi açtığımda o iğrenç kokuyu algılamaya başlamıştım. Yine hastanedeydim. Ama bu sefer ciddi derecede serumlara ve makinelere bağlanmıştım. En kötüsü de burnumdan içeri giren garip şeylerdi. Yan tarafıma oturmuş başımda bekleyen Melih'i görünce elini güçsüz de olsa sıktım.
"İyi olacaksın güzelim, çok daha iyi olacaksın."
Saçlarımı okşarken devam etti.
"Bizi çok korkuttun Asya. Bunu alışkanlık haline getirmeni sevmedim." Beni güldürmeye çalışması kötüydü çünkü bu çabayı benim yapmam gerekirdi. Melih bunun için uğraşıyorsa durum çok kötü demekti.
"Bana öyle bakma koca bebek hastanede ne kadar serum, kan, makine varsa şu an da sana takılı yani çok korkutucusun." Yüzümü buruşturarak Burnumdaki adını bilmediğim şeyleri çekiştirdim. Sadece psikolojik de olsa nefes almamı daha da güç bir hale sokuyorlardı.
"Şunu çıkarmama yardım et." O da acı bir gülümsemeyle karşılık verdi. Ayağa kalkarak dediğimi yapmaktan başka şansı olmadığını biliyordu. Bu yüzden derin bir nefes aldığımda gülümsemesi daha da arttı. Ses tellerim tekrar zedelenmenin azabına uğruyorlardı. Boynumdaki morlukları konuşurken hissedebiliyordum.
"Kendini bana laf yetiştirerek yorma. Dinlen."
Haklıydı onunla tartışacak kadar iyi durumda değildim bu yüzden gözlerimi tekrar kapattım. Ancak ne zaman yapmam gereken şeyi yapabilmiştim ki? Kapının tıklanarak açılmasıyla gözlerimde tekrar açıldı. İçeri giren Anıl tıpkı benim gibi yorgun görünüyordu.
"Melih izin verirsen Asya'yla konuşmam gerek." Melih bu gerekliliği umursamadı sadece sakin şekilde bana bakmayı sürdürdü. Onu tanıdığım için bana bakışlarının altındaki nedeni de biliyordum. Eğer Anıl'la konuşmak istemiyorsam ona bunu belli etmem yeterli olacaktı. Ama Anıl ile konuşmam gerekiyordu. Olanlar hakkında tanıdığım en bilgili kişi oydu.
"Sorun yok." diye fısıldadım Melih'e, o da yanağıma bir öpücük kondurup. "Hemen kapıda olacağım. " dedikten sonra çıktı. Kapıyı yavaş hareketlerle kapatan Anıl yine temkinle yanıma geldi. Elimi tutmak amaçlı uzandığında, istemsiz titredim ve elimi karnımın üzerine kadar çektim. O da eşekliğinin farkında olmalı ki alınmadan arkasına yaslandı. Birkaç dakika sessizliğin ardından konuşmaya başladı.
"Yaşadıklarının için üzgünüm. Ama sana gitmemeni söyledim Asya. Beni dinlemeliydin." Yeşil gözleri hüzün kaplıydı. Alay dolu değil bana bir şey olmasından korkar gibi bakıyordu. Gamzesi ortada değildi fakat yanağında yer edinen o çukur gözlerimin önünde duruyordu. Değişen şey o değildi değişen bendim. O iki üç gün önceki sıradan Anıl'dı ancak ben artık o Asya değildim. Asla da olmayacaktım. Artık ona baktığımda canım yanmıyordu. Onu affedip özgürleştirdiğim için memnundum.
"Bana nasihat vermek için mi geldin Anıl?"
"Hayır, sadece seni merak ettim. Olanlardan kendimi sorumlu tuttum ve..." Onun sözünü keserek konuşmaya başladım. "Kendini affettirmek mi istiyorsun?" Cevabını kafasını olumlu yönde sallayarak verdi. "O halde bana her şeyi anlat. İlk olarak Astrid'in kim olduğundan başla."
Önüne eğdiği kafasını kaldırarak anlık bir şokla bana baktı.
"Se-sen ama? Hatırlamadığını söylemiştin." Ona aptal olduğunu hissettirerek baktım.
"Hatırlıyor olsam sormazdım. Ancak son günlerde sık duyduğum isim bu. Hikâyesini merak ediyorum. Gevelemeden anlat Anıl her şeyi öğrenmek istiyorum."
"Be-ben nasıl açıklayacağımı bilmiyorum." Yorgun bedenime rağmen doğrulup ona sinirle baktım.
"Bildiğin her şeyi anlat Anıl! Ne kadar saçma gelecek olursa olsun dinlemek istiyorum." Birkaç kere daha yutkunup konuşmaya başladı.
"Pekâlâ. O zaman sözümü kesmeden dinle çünkü bir daha anlatmayacağım. Biz çok uzak bir gezegenden geliyoruz. Kalabalık ama saygı içinde yaşanan bir gezegenden...Biz de işler daha çok kast sistemine benziyordu. En üste Kral ve ailesi Buz prensleri...Ondan sonra Şifacı Cadılar. Daha sonra yenilmez Gardiyanlar ve en altta elementlerin sahibi Köylü halk.
Ölümün çok geç olduğu bir zamanda yaşamak her şeyden değerliydi bizim için. Şifacılar ölümü geciktirecek büyüler üretmişlerdi. Ve Kralımız ; 500 yaşındaydı ve bu insan yılıyla nereden baksan 30.000 yıl yapar. Dönüş hızları zaman kavramını değiştirip duruyor olmalı çok bir fikrim yok. Neyse Kralımızın aniden ölmesi çok ses getirdi. Birçok kişi ölümünden şifacıları sorumlu tuttu. Ama babasından sonra tahta geçen büyük oğlu kimsenin suçlu olmadığını belirterek tekrar huzur oluşturmaya çalıştı. Bu pek inandırıcı değildi. Suçlu olmadan kimse aniden o yaşta ölmezdi. Küçük kardeşi de diğer herkes gibi buna inanmadı ve babasının katilini aramaya başladı. Sonunda Kralı öldürenin şifacıların en güçlüsü olan Astrid olduğunu kanıtlamıştı."
O derin bir nefes alırken söylediklerini anlamlandırmaya çalıştım. Gerçek olabilecek gibi durmuyordu. Sanki şu anda bana bir masal anlatıyor ve bende dinliyordum. Ancak birkaç hafta içinde yaşadıklarımı bir başkasına anlatsam o ne düşünürdü? Ayrıca o Sarışın'nın sürgün hakkında bir şeyler söylediğini anımsıyordum. Ağzımı açacak oldum ama Anıl beni susturdu.
"Sonuna kadar dinle Asya."
"Yeni Kral Astrid'i öldürmek yerine sürgüne yolladı. İlk başta umursamadım. Önemli değildi benim için ama dedikodular başlamıştı. Herkes Kralın Astrid'e âşık olduğunu konuşuyordu. Saçma dedikodular Kralın ne olursa olsun sevdiğini öldüremediğini söylüyordu. Babasını öldürmüş olsa bile ona delicesine âşıktı. Astrid'in sürgününden dünya zamanıyla 2 yıl geçmişti ki bu bizim gezegenimizde 2 haftaya tekabül ediyordu gezegenimizin üstünü kara bulutlar kapladı. Yaşamak imkânsızlaşırken toprak altımızdan kayıyordu. Neşe dolu gezegenimizin kalbi soluyordu. Korkunç şeyler yaşadım Asya hiç birisini anlayamazsın. O olaylar sırasında neler olduğunu anlatamam. Sadece kurtulmayı başardım. Başka kimseyi koruyamadım belki ama Buz prenslerinin yanında Dünya ya gelmeyi başarmıştım. Sayımız oldukça azalmıştı ve herkes başka bölgelere dağılmıştı. Alışmamız gereken çok fazla şey vardı. Örneğin eski yeteneklerimizin çoğunu kullanamıyorduk ve insan bedenleri bizi zorluyordu. Çıkmazın eşiğinde Dünyada kısılıp kalmıştık. Gezegenimizin yok olmasının sonucu Astrid'ti, bunu biliyorduk ama böyle bir büyüden sonra hala yaşıyor olması imkânsızın da ötesinde bir şeydi. Yaşlanmadığımızı ve insanlardan çok daha güçlü ve zeki olduğumuzu fark ettiğimde bu durum daha da ilginç ve eğlenceli gelmeye başladı. Madem bir kurtuluşumuz yoktu bende eğlenmenin ve alışmanın yollarını aramaya başladım. Sonuç olarak buradayım Asya işte benim hikâyem."
Hüzünle konuşan Anıl'a baka kalmıştım. Birkaç kere gözümü kırptım. Bu anlattıkları bana tek bir şey hatırlatmıştı. Babamın yatmadan önce anlattığı peri masalları...Buz kaplı şatolar, Krallar, Prensesler... O zamanlar bu masallara bayılıyordum. Çünkü bir masal olduğunu değil ne kadar mükemmel olduklarını düşünüyordum. Çocuktum. Şimdi ise bütün bunların masal olması gerektiğini bilerek gerçek olduklarına inanmak güçleşiyordu. Artık çocuk değildim. Ve artık mükemmel gelmiyorlardı. Daha çok acı içeriyorlardı. Derin bir nefes alıp duymaktan korktuğum cevabın sorusunu fısıldadım sadece.
"Se-sence ben Astrid miyim?" Anıl cevabını gayet belli ederek kaşlarını çattı.
"Asya beni dinliyor musun? Astrid'in yaşaması imkânsız diyorum."
"Ama onun gibi koktuğumu söyleyip duruyorsunuz ya o bensem, ya hatırlamıyorsam. Yaptığım büyük kaosun bedeli buysa. Kendi benliğimi hatırlamamak. Bütün büyülerin bedeli olmalı." Bana Astrid olduğumu söylese her şey daha kolay görünebilirdi. Çünkü Astrid olmadan bunca acıya boşu boşuna katlanmış olmak daha sinir bozucuydu.
"Asya lütfen aptallaşma, sen Astrid olamazsın, evet kokun büyüleyici ve büyük ihtimalle bir şifacısın belki de onun soyundan geliyorsundur ama sen Astrid olamazsın! Sadece fazla iyi bir şifacı olmalısın. Astrid yaptığı büyü ile ödediği bedel onu yok etti." Gözlerimi kapatıp kendimi yavaş bir şekilde yatağa bıraktım. Bileklerimde sarılı olan bandajları inceledim. Bir uzaylı olmak, oldukça sıradan bir hayat! Başka ne vardı? Bir gezegeni yok eden uzaylının soyundan geliyor olmak nasıl olmalıydı?
Kafamı çevirip kapıyı açan doktora bakmak istemedim. Aslında kimseyi görmek istemiyordum. Yok efendim ben uzaylıymışım. Birçok kişi beni öldürmek istiyormuş çünkü ben onların gezegenini yok eden Astrid gibi kokuyorum. O zaman Özgür de uzaylı. Çocuk şizofreni değil yani!
"Asya?" bana seslenen doktora baktım. Ama konuşmak istemiyordum. "Asya iyi misin?" Sonra içeri Melih ve Beste girdi.
"Ne oldu?" dedi Beste.
"Konuşmuyor tepki vermiyor. Sanırım şoka girdi. Anıl? Ona ne söyledin?!" Tuna elini gözümün önünde sallarken sesler artık kulağıma ulaşmıyordu sadece bana acıyarak bakan gözler vardı. Hayır, buna katlanamazdım kimse bana acıyamazdı. Acınacak durumda olsam bile.
Neden acısınlar ki, babam beni küçükken terk ettiği için mi? Okul partisinde bıçaklandığım için mi? Sevdiğim herkes beni terk ettiği için mi? Annem öldüğü için mi? Bir uzaylı olduğumu yeni öğrendiğim için mi? Yetim kaldığım için mi? Yoksa diğer uzaylıların beni öldürmek için sıraya girdikleri için mi?
Neden acısınlar ki...
Ama ben güçlü olmalıydım. Tüm bunlara rağmen güçlü kalmalıydım. Taviz vermeden, eğer ben güçlü olmazsam Ece yıkılırdı. Ben güçlü olmazsam her şey son bulurdu. Artık ağlamamam, üzülmemem sadece güçlü olmam gerekiyordu. Hayata inat yaşamam gerekiyordu! Oysa sadece bir gün önce ölmek için and içmiştim. Annem ellerimin arasından kayıp gitmese bunu gerçekten de yapacaktım. O rutubet üstümü örtecek, uzun yıllar sonra beni kimse hatırlamayacaktı.
"Hastaneden ne zaman çıkacağım?" diye sorduğumda etrafımdakiler derin bir oh çektiler.
"Asya kuzum iyisin... Çok korktuk canım benim." Beste kollarını bana sararken geri çekildim. Tenime dokunan bir başka his istemiyordum.
"Ne zaman çıkacağım?"
"Pek bir problem yok aslında sadece vücudunun dinlenmesi gerek Asya. Kendini yormamalısın gücünü toplamalısın. Bir de..." Nasıl söyleyeceğini bilemeden yardım bekleyen doktora baktım.
"Bir de?"
"Polis memurlarının seninle konuşmaları gerekiyor." Gözlerimi kapatarak derin bir nefes aldım. Henüz olanlar hakkında konuşmaya hazır sayılmazdım. Ancak bundan kaçış olmadığını da biliyordum. Ayrıca sarışını bulup ona yaptıklarını ödetmelerini her şeyden çok istiyordum. Ölmediğini biliyordum. Yaptığım şey sasece onu güçsüz kılmış ve kaçmam için bana fırsat tanımıştı. Olumlu cevap alacağımı bilsem de Beste'ye bakarak "Yanımda durabilir misin?" diye sordum. Hızla kafasını salladı.
...
Beste'nin parmaklarımı kavrayan elinden destek alarak polis memurlarının sorularına odaklanmaya çalıştım.
"Sana nasıl ulaştı? Kaçırdı mı?" diye yineledi diğerine göre daha kısa ve tombul olan.
"Beni aradı. Annemin resmini yolladı ve eğer yanına gitmezsem ona bir şey yapacağını söyledi." dedim. Ölüm kelimesini kullanamadım. Bir diğeri not tutarken kısa olan tekrar sordu.
"Adresi hatırlıyor musun nerede buluştunuz?"
"Adresi bilmiyorum telefonuma mesaj atmıştı ancak telefonum ve çantam sanrım orada kaldı. Bir depoydu."
"Peki ya sonra? Bize detay veremez misin? Tam olarak neler oldu? Nasıl kaçtın?" Yutkunarak Beste'nin elini daha çok sıktım. Gözlerim şimdiden dolmuştu. Yaşananlar kolay kolay dile getirebileceğim şeyler değildi. "Ben..." konuşmayı denesem de başlamadan boğazım kuruyor yutkunma hissi geri geliyordu. Bu da beni susmaya zorluyordu. "Oraya gittim. Ama yalan söylüyordu. Annemi bırakmadı, beni de öyle." Birkaç dakika sustuk. Ben pencereden dışarıyı izledim. "Ve nasıl kaçtığımı anımsamıyorum. En son kriz geçirdiğimi hatırlıyorum bileklerimdeki ipi çözdü sonra onun üzerine atladım, o..." Ciddi anlamda devamı çok bulanıktı. Beste'nin elini bırakarak sargılı bileğimi ovalamaya başladım. Bileklerimden yakalayarak kaçmamı engellediğini hatırlıyordum. Onun güçlü bedeni altından asla kolay kolay kaçamazdım. Nasıl yapmıştım? Ne yapmıştım? Işık vardı.
"O?" diye inatla sordu polis memuru. Onlara aramızdaki büyüyü anlatamazdım.
"O sanırım düştüğünde kafasını çarptı. Baygınken kaçtım. Ben şok yüzünden net olarak hatırlamıyorum."
"Anlıyoruz. Peki ya sizi kaçıran kişi? Bize onu yakalayabilmemiz için birkaç bilgi verebilir misin?" Gözlerimi kapattığımda onun sırıtan suratı canlanıverdi. Benim istemeden sarsılarak sıçradı. Bir kâbustan uyanır gibi... Gözümden akan yaşı sildim. "O... O sarışındı. Karanlıkta çok fazla seçilmiyordu. Size uzun boylu, sarışın saçlı ve buz mavisi gözleri olduğunu söyleyebilirim." Hiç konuşmayan adam elindeki dosyadan kafasını kaldırarak bana ilk defa baktı.
"Sizi neden kaçırdığını biliyor musunuz? Size buna dair bir şey söyledi mi?" Kafamı iki yana salladım. Onlara uzaylı olduğumu söyleyip birkaç yılımı tımarhane de geçirmeye niyetim yoktu. Kafasını sallayarak güven veren şekilde gülümsedi. Koyu saçları onu benim gözümde daha güvenilir yapıyordu. "Yazdığım şeyleri doğruladığınızda sizi tekrar rahatsız etmemeye özen göstereceğiz."
Dediğini yaparak ifademi doğruladım ve onlarda iyi olmamı dileyerek odayı terk ettiler.
...
Melih içeri girdiğinde gözlerimi kapalı bıraktım. Yanıma gelip serum takılı elimi tuttu.
"Uyumadığını biliyorum Asya. Olanlardan sonra uyumak için daha fazla zamana ihtiyacın var. Ama gözlerini açma haklısın. Eğer sana bir şey olsaydı kendimi asla affetmezdim Asya. Lütfen... Lütfen bunu bize bir daha yaşatma. Ece'yi arkanda bırakma."
Kendisini gerçekten abim olarak görmesi hoşuma gidiyordu. Gözlerimi açmadan konuşmaya başladım.
"Özür dilerim. Ama ama yapamadım Melih o... O anneme zarar verirken engel olamadım. Bana istediğini yap dedim. Ama dinlemedi. Benim suçumu annemin çekmesini istemedim. Onun yerine ben ölmeliydim. Ölmeliydim. Ama onu bile beceremedim. Eğer Ece olmasaydı, çoktan acıma son vermiş olurdum."
"Asya, bir daha ölmeliydim dersen çok fena olacak. Sus! Atlatacaksın sen neleri atlatmadın? Bunu da birlikte atlatacağız. Hepimiz yanında duracağız. Ama yalvarırım yanında olmama izin ver. İzin ver ki acını paylaşabileyim. İzin ver ki sana yardım edeyim. Bana orada beler olduğunu anlatmak ister misin? Daha önce anlattığın şeylerle alakalıydı değil mi? Sana bunu yapan kişi..."
Elini daha sıkı tutup kendime çektim. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Sadece susmak istedim ama yapamadım. Kendimden çok sevdiklerimi düşünmem her zaman başıma bela olmuştu zaten. Anıldan öğrendiğim bilgileri onunla paylaşmak istedim, ancak bunun için yeterince güçlü olduğumu düşünmüyordum. Belki daha sonra Melih'e her şeyi anlatırdım.
Saatler geçmişti belki ama uyuyamamıştım sadece Melih'in ritmik kalp atışlarını dinliyordum. Her ne kadar yorgun olsam da uyuyamamıştım. Melih'te uyumamıştı ama artık konuşmuyordu da, sadece sessizliği paylaşıyorduk.
"Buradan gitmek istiyorum." diye fısıldadım. "Hastanelerden nefret ederim."
Elimin üstünü okşayarak "O halde seni buradan götürmeliyim." dedi.
"Ama ben eve de gitmek istemiyorum. Be-ben ne yapacağımı bilmiyorum."
"İstediğin yere gideriz. Sen toparlanana kadar burada kalacağız. Sonra ne yapacağına sen karar verirsin her nereye istiyorsan oraya gideriz Asya. Yeter ki iste. Yeter ki iyi ol."
Başımı onun göğsüne yaslayıp derin bir nefes aldım. Birlikte gitmek istiyor muydum? Birileri yanımda olduğu sürece zarar görüyorlardı. Ne yapacaksam tek başıma yapacağımı hissedebiliyordum ancak bunu ona söylemedim.
"Melih sana bir kız bulmanın zamanı geldi de geçiyor. Şu sözlere bak âşık mısın? Yoksa ben yokken kafana saksı mı düştü?" Dalga geçtiğimi bilse de elimin üstündeki elinin gerildiğini anlayabiliyordum. Nefes alışları da bir tık daha hızlandı, huzursuzca kıpırdadı.
"Tövbe tövbe Asya burada senin için yapmadığım şey kalmadı senin söylediğine bak. Hem ben istemem kız mız zaten siz yeterince başımı ağrıtıyorsunuz bir de onunla uğraşamam ben?" Ancak bedenindeki gariplikler ağıma çoktan yakalanmıştı bile bu yüzden boş attığım tuzağı dolu dolu çekmeyi eksik etmedim.
"Hadi hadi senden iyi sevgili olur ama. Ayrıca evde Ece'nin sana Melih diye seslendiğini duymuş olmalıyım." Bu sefer sert bir şekilde öksürdü omzumda duran elini çekerek duruşunu düzeltti. "Se-sen yanlış duymuşsundur. Ece bana neden Melih desin?" Kafamı çevirip ona baktım. "Valla bilemeyeceğim, ben gidene kadar abi diyordu, artık ne olduysa..."
"Saçmalıyorsun! Hem o senin kardeşin." Gözlerimi kısıp bakmayı sürdürdüm. "Senin kardeşin değil ya. Hem neden bu kadar stres yaptın anlamadım. Eğer kardeşimden hoşlanıyorsan buna kızacak değilim." Şu an da konuşacak en saçma konuları konuşmak istiyordum. Kafamı dağıtmak yaşadıklarımı unutmak için. Melih'te beni o kadar iyi tanıyordu ki bana ayak uyduruyordu. Ya da uyduramıyordu. "Bu arada Arda ve İnci nerede?" Bu işin aslını elbet öğrenirdim. Konunun değişmesine memnun bir şekilde seri seri cevap verdi.
"Hım şey ben onlara haber vermedim. Açıkçası tüm ilgin bende olsun istedim. Ama Beste haber vermiştir birazdan damlarlar."
"Yandık o zaman desene, hadi onlar gelmeden kaçır beni buradan."
"Manyak mısın kızım sen?! Zaten haber vermedim diye İnci cırlıycak birde seni kaçırırsam kulaklarımın sağır olma riski göze alamam onlar gelsin sonra gideriz." Kolum ile gözlerimi kapatarak ofladım.
"Korkak."
"Sensin, bak elimde kalırsın Asya ona göre."
"Sen öyle san. Korkak, aşık, bebek."
"Asya bir sus Allahsen ya çır çır çır tamam hastasın ama yetti ya."
Yüzümü buruşturarak ona karşılık vermek istedim ama morluklar ve dudağımdaki hatrı sayılır yara canımı yakmış, bu dudaklarımdan dökülen bir iniltiye dönüşmüştü. Omzumu okşyan eli yüzümdeki morluklara kaydı.
"Bunları yapanı bulduğumda elimden çekecekleri var." Onun gözlerine bakarken çaresizliğini hissedebiliyordum...
"Melih cidden sana bir kız bulmanın zamanı gelmiş, fazla enerjini atarsın hem." Gülerken kafasını hafif kaldırıp alnıma bir öpücük bıraktı. "Madem bu kadar ısrarcısın şöyle helal süt emmiş eli yüzü düzgün bir kız bulursan düşünürüm."
Bende gülüp onu gıcık etmeye devam etti. "İsminin tersten okunuşu da aynı falan olsun ister misiniz lordum? Ah dur bir dakika öyle bir tanıdığım vardı." Ece'yi kast ettiğimi anlayıp tekrar itiraza geçecekti ki o sırada kapının açılmasıyla cırlama sesi bir oldu. Doğrularak gülümsemeye çalıştım.
"Asya! Öldük meraktan iyi misin bitanem?" İnci bana sarılırken Melih yavaş yavaş kapıya yaklaştı. Aklı sıra kaçacaktı ama İnci bunu yer mi?
"Melih!! Hiçbir yere gidemezsin sen nasıl bize haber vermezsin! Onun tek arkadaşı sen misin sanıyorsun? Bir şey olmuş olsaydı, durumu nasıl açıklayacaktın acaba merak ediyorum. Beste söylemese aklın beş karış havada. Neymiş efendim sana emanetmiş de bilmem ne! O bilmiş tavırlarını alırım..." İnci'nin yanında duran Arda öksürerek araya girdi ve devam etmesini engelledi.
"Nefes al güzelim. Arada nefes al."
Sessizce gülüp İnci'ye baktım. Gözlerinden ateş çıkıyordu. Ama bütün o sinirinin sevgiden olduğunu biliyordum.
"İnci ona kızma ben istedim. Çok kötüydüm beni öyle görmenizi istemedim. Hoş şimdi de iyi sayılmam ama..." Bu durumda kızıp bağıramayacağı tek kişi olduğum için bütün suçu üstlenmekte sorun yoktu.
"Umurumuzda mı sence Asya! Nasıl göründüğün umurumda değil, ben senin yanında olmak istiyorum önemli olan bu. Bir daha böyle bir aptallık yapmayacaksın. Bir daha bizden habersiz adım atmayacaksın. Artık dibinden ayrılmam ona göre." Arda İnci'yi geriye çekerek bana sarıldı.
"Aklımızı aldın be kızım. Hadi onu geçtim her sabah İnci'yi teselli etmem gerekti. Ya Asya sen bana hiç acıtıyorsun onu anladım." İnci ona dirseğini geçirince benden ayrılıp bu sefer İnci'ye sarıldı.
"Seni seviyorum deli kız hemen alınma."
Selin de sarıldıktan sonra Melih beni yatağa uzandırdı.
"Dinlenmelisin Asya enerjini toplamalısın. İstersen uyu ben seni uyandırırım."
Ona karşı çıkmadım çünkü çok ama çok yorgundum. Bedenim bıraksanız 3 gün deliksiz uyurdu ama kâbus görmekten korkuyordum.
...
Zifiri karanlıkta koşarken saçlarım yüzüme yapışıyordu ama ben hala koşuyordum. Durmadan yağan yağmura aldırmadan koşuyordum. Aynı zamanda da kendi kendime bilmediğim bir dilde konuşuyordum. Kelimeler ağzımdan istemsiz dökülüyordu.
"Beni rahat bırakın ben bir şey yapmadım."
Bilmediğim bir sokaktan sola dönünce nefesimi tuttum ve etrafıma baktım. Nerede olduğumu bilmiyordum. Kafamı gökyüzüne çevirdiğimde beni ıslatan şeyin yağmur olmadığını anladım. Gökyüzü bana nispet yapar gibi kan ağlıyordu. Yüzümü kaplayan kırmızı sıvıyla tekrar koşmaya başladım. Ama kurtulamamıştım. Tüm vücudum taze kanla kaplanırken ardıma bakmaksızın koşuyordum. Birden bileklerimi yakalayan elle yere yapıştım. Rüyada insanların canı acımaz deler hatta rüyada olup olmadığınızı anlamak için kolunuzu çimdiklersiniz ama benim canım yanıyordu. Belki de bu bir insan olmamamdan kaynaklanmıştı bilemem.
Korkuyla bileklerimi tutan kişiye baktım ama burnunun ucunu bile göremiyordum. Ayağımı ondan kurtarmak isterken o beni daha sıkı kavrayıp altına almıştı.
"Benden kaçabileceğini mi sandın Pis Sürtük!"
Saçlarımdan sürüklemeye başladığında bir çığlık attım.
...
Aynı anda yataktan ter içinde kalkmıştım. Melih yanımda uyuya kalmış olmalıydı. Ben bağırarak kalkınca o da sıçrayarak yanıma geldi. Hemen ellerime indirdim gözlerimi, beklediğim kan orada değildi. Kokusu da yoktu. Ama öncesinde kan içerisinde uyandığımda, tıpkı bu şekilde bir gün yaşamam gerektiğini düşündüm. Gökyüzünden yağan kan. Yok oluş...
"Asya iyi misin? Özür dilerim ben uyuya kalmışım. Ne gördün? Özür dilerim seni uyandıracağıma söz vermiştim."
Ona sıkıca sarılıp nefesimin düzene girmesini bekledim. Ağlamıyordum sadece sustum. Gecenin sessizliğinde sustum. Ter yüzünden üzerime yapışmış çiçekli hastane kıyafetinden nefret etmiştim. Güzelce yıkanıp pijamalarımı giymek istiyordum sonrada kâbus görmeyeceğim bir uykuya dalmak...
Melih sanki beni duymuş gibi ayaklandı.
"Kızlardan birisini çağırayım sana yardım etsin bir duş al sonrada senin için getirdiğim pijamalarını giyersin ben de gidip bir kahve alayım bir daha uyumam merak etme." O yüzüme bakmadan hızla odadan çıkarken ben rüyamı düşünmemeye çalıştım. Vücudumdaki saçma şeylerden kurtulduktan sonra odaya giren Beste'nin yardımıyla banyo gidip sıcak sula yıkandım. Yıkanmayı o kadar çok özlemiştim ki sıcak su vücudumu gevşetirken ellerimi duvara koyup derin derin nefesler almaya başladım.
Küçük kabinden çıkarak lavabonun üzerinde duran banyodan daha küçük aynadan yansımama bakarken bambaşka birisine bakıyormuş gibi hissettim. Karşımda duran kişi yıkılmış çaresiz çelimsiz bir kızdı benimle bir ilgisi yoktu belki de. Ama o bendim.
Bedenim artık ruhumu yansıtıyordu.
Melih'in getirdiği pijamaları giydiğimde içeriye doğru tutuna tutuna ilerledim. Sıcak sudan kaynaklı kaslarım gevşemişti ve ayakta duracak halim yoktu. Bu sefer başucuma oturan Beste gülümseyerek bana baktı.
"Uyu canım dinlen ve iyileş. Burada olacağım."
Gözlerimi kapatıp kendimi yine karanlık korku dolu kâbusuma bıraktım. Bundan baika çarem yoktu. Kabuslara rağmen bedenimin uykuya çok fazla ihtiyacı vardı.
...
Duvarın köşesine sinmiş sarsılırcasına titriyordum. Güçsüzlüğümden yararlanan kişiler güçlendiğim zaman önümde diz çökecekti. Bunu yapmak için yemin ettim. Kendi kendime her şeyin düzeleceğini söylemek aptalcaydı. Nerede olduğumu bilmesem de hala kanla kaplıydım. Ve üzerimde kıyafetlerime dair hiç bir şey yoktu. Sadece kıpkırmızı kanla kaplıydım. Saçlarımın dipleri ne kadar acısa da ellerimi saçlarıma geçirmiş çekmeye başlamıştım. Gitmek istiyordum. Ancak gitmek için bunlara katlanmam, güç toplamam şarttı. Lanet karanlıktan kurtulmak istiyordum ama olmuyordu. Zaman yavaş yavaş ilerledi. Her saniyesinde acıyı tekrar tekrar hissettirdi.  Ardından Soğuk havayı içime çektim ve yine anlamadığım şekilde fısıldamaya başladım. Ben fısıldadıkça etrafım aydınlandı. Işık gözlerimi yakmaya başladığında ayağa kalktım ve kollarımı havaya kaldırdım. Gücün içime dolduğunu hissediyordum. Artık bana zarar veremezlerdi. İçeri giren adam ilk önce odanın içindeki ışık küresine sonrada bana baktı ve arkasına bile bakmadan kaçmaya başladı. Benden kurtulması o kadar kolay değildi. Bana yaşattıklarını bende ona yaşatacaktım. Söylediğim bir kaç sözcükle yere yapışırken yanına gittim ve saçlarından kavradım. Aynı bana yaptığı gibi onu saçlarından odaya sürükleyip bağladım sonrada daha önce köşeye fırlattığı kemerini elime aldım.
"Benimle uğraşmanın ne demek olduğunu öğreneceksin! Gerekirse bütün gezegene bunu öğreteceğim. Ben Astrid Bowle ve sen iğrenç insan benim gazabımdan kaçın!"
Ağzımdan dökülen bu sözcüklerle sıçrayarak uyandım.
Duyguların belirgin hatları yoktu. Birisi bedeninizi doldurduğunda bir diğeri de yanında gelirdi. Sevgi üzüntü ile başarı sabır ile öfke hırs ile daha birçoğu birbirini tetikleyebilirdi. Ben ise yataktan korku ve şaşkınlık ile uyandım. Güneş bana nispet yapar gibi doğmamıştı. Yanımda oturan kimse yoktu. Evren sanki gördüğüm şeyi uzun uzun düşünmemi istiyor gibi her şeyi hazırlamıştı. Titreyen ellerimi kaldırarak kan ile kaplı olmadığından emin oldum ve saçlarımın arasına geçirdim.
Gerçek ile sahte arasında belirgin bir çizgi falan olması gerekmiyor muydu? Artık gördüklerim gerçekliğe o kadar yakındı ki vücudum hala kanla kaplı gibi hissediyordum. Saçlarımın diplerindeki sızı aynı şekilde orada duruyordu.
O adam kimdi bilmiyorum ama öldüğünü anlamıştım. Onu öldüren ise Astrid'ti ya da bu çelişki içerisinde bendim. Ama kendimmiş gibi hissetmiyordum daha çok onun bedenine izinsiz girmiş bir yolcu gibiydim. Ellerim saçlarımdan çıkıp morarmış boynuma gitti. Bir yandan morarmış boynumu ovuşturuyor bir yandan da gördüğüm rüyayı düşünüyordum. İçimdeki ya da içindeki o çaresizliği görmüştüm. Bunu anlamam için rüyanın gerçekçi olması bile gerekmiyordu. Sadece yaşadıklarımı düşünmek yetiyordu. Ona zarar veren kişiye karşı tutumu aslında çokta yabancı sayılmazdı.
Tıpkı benim gibiydi, tıpkı onun gibiydim.

AvaritiaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin