Yazım hatam varsa affola...
Sabah her zamanki bitkinliğimden daha yorgun bir şekilde uyandım. Bacaklarımı yataktan sarkıtarak bedenimin göz kararması durumuna alışmasını bekledim daha sonrada bir duş aldım. Soğuk suyun etkisiyle kendime geleceğimi düşünmüştüm ama bu beni titretmekten başka bi işe yaramadı. İç çamaşırlarımı giydikten sonra kendimi boy aynasında incelemeye başladım. Titreyen vücudum çok zayıflamıştı. Öyleki sanki bir iskelet ve deriden ibarettim. Kaburgalarım hiç hoş olmayan bir şekilde ortaya çıkmıştı. Göğüslerim eski dolgunluğunda değildi. Çekici olmayı bırakın bir kadın gibi bile durmuyordum. Kalp krizi sonrasında bana kalan göğsümdeki kalp masajı morlukları hiç yok olmayacak gibiydi. Dudağımın sol tarafında iyileşse de her seferinde kabuğunu tekrar kopardığım için duran kan pıhtısı mutsuz ifademe eşlik ediyordu. Kolumda serum takmaktan oluşmuş üç dört tane morluk uyuşturucu kullanan serseri tiplere benzememi sağlamıştı. Ancak morluklar, ezikler normal bir insan olduğuma inandıran en büyük nedenlerdi benim için hiç yok olmasınlar istiyordum. Parlak tenimdense morluk içinde kalmalılardı. Güçler yok olup gidebileceği en uzak köşeye gitmelilerdi.
Elimi morlukların üzerine yerleştirdiğimde gözüm boynumdaki izi silinmiş morluklara takılı kaldı. Kendimi iğrenç ve ucuz hissettiren çürükler yok olup gitmişti. Keşke silikleşirken içimde barındırdığı hisleri de götürseydi. Kendime bakarken içim aynı bir duyguyla doldu. Sonra gözümün önünde annemin yalvaran acı çeken vücudu belirdi. Onu öldürmeden önce ne yaptığını düşünmek istemiyordum... Gözlerimden akan yaşla iyice titredim. Annemin acı çekerek öldüğünü, o piçe yalvarırken düşünmek başıma bir sancı sapladı. Acıyla dizlerimin üzerine düşerken sesim çıkmadı. Bendenin artık dayanacak güçte değildi. Tüm bunlar çok ağırdı ve ben altında ezilmeye başlamıştım. Cansız bedeni acı içinde yok olmuştu. Yapayalnız...
Soğuk zeminde dizlerimi kendime çekmiş sessizce ağlıyordum. O kadar kötü hissediyordum ki sesimi bile çıkaramıyordum. Sadece tuzlu gözyaşlarım benden izinsiz yanaklarından süzülüyordu. Ağlamamak için güçlü olmak için yeminler etmiştim. Ama ne anlamı vardı güçlü kalmanın? Her şeye rağmen bir başkasını düşünen kalbim hızlanabiliyor, annemi unutabiliyordu. Buna nasıl izin verirdim? Ben nasıl bir evlattım? Daha fazla dayanamazdım. Artık kimseyi sevmek ona bağlanmak istemiyordum. Kimi seversem seveyim bana sırtını dönmüştü, beni terk etmişti ya da ölmüştü. Kendi kendime tek başıma olduğumu hatırlarıyordum. Bir hiç olduğumu. Kimsesiz olduğumu.. Ne kadar öylece durdum bilmiyorum ama bir süre sonra kapı çaldı. Ama ben gözlerimi kapatmaktan başka bir şey yapmadım.
"Doğa?" Rüzgar'ın sesiyle bedenim irkildi acım daha da katlanılmaz bir hal aldı. Ama yine de sesimi çıkarmadım. Kapıyı tekrar çalıp "İçeri geliyorum." diye seslendi. Gözlerim hala kapalıydı fakat gittikçe yaklaşan ayak seslerini işittim. Daha sonrada saçlarımı yüzümden çeken buz gibi ellerini hissettim. Bu hisse sinir oldum.
"Doğa beni duyuyor musun?" Eli yüzümde gezinirken tuhaf bir şekilde kötü hissetmiyordum, onun bedenime dokunuşlarına alışkın gibiydim.
"Yanıyorsun. " deye fısıldadı. "Kaç saattir bu haldesin sen?" Cidden kaç saattir bu haldeydim ben?
2 saat?
3 saat?
Bilmiyorum zaman kavramı artık anlamını yitirmişti benim için. Sadece sırılsıklam saçlarımın kuruduğunu biliyordum. Ve bedenim donuyordu. Rüzgar'ın hissettiğim eli kalbimi ısıtsa bile bedenimde buz etkisi yaratıyordu. Vücudum soğuk zeminden kurtulduğunda titreyen kollarımı onun boynuna doladım. Ve kokusu burnuma doldu. Kafamı boynunun girintisine sokarken kokusu düşüncelerimin üzerine örtü örtüyordu. Acı dolu anılarımı siliyor bana başka şeyler anımsatıyordu. Henüz yaşamadığım anıları nasıl olur da hatırlardım?
"Aptal kız." dedi bir kaç adım atarken. "Tam bir aptalsın." Beni yumuşak yatağa bıraktığında kokusu uzaklaştı ve delici düşünceler örtünün altından çıkarak savunmasız kalan ruhuma yaklaşıyorlardı. Artık kaçamıyordum. Düşüncelerimin beden bulmuş hali sarışın adam, saçları gözünün önüne düşmüş küçük kız çoçuğuna doğru yaklaşırken kız sadece ona bakıyordu. Ne olduğundan habersiz öylece bakıyordu. Adam kızın yanağını okşarken "Artık benimsin." diyordu. Küçük bedenim ise ona anlamayan gözlerle bakıyordu. Adam onu kollarının arasına aldığında ise yanlış şeyler olduğunu anlamış gibi bir anda çırpınmaya başlamıştı. Ben onları izlerken canımın yanmasını unutmaya çalışıyordum. Onu yani kendimi kurtarmalıydım ama kımıldayamıyordum. "Dediklerimi yapacaksın yoksa senin sonunda annen gibi olur." Yerde yatan kanlar içindeki annemin bedenini gördüğümde zihnimdeki güçlü bedenim bile dizlerimin üzerine düştü. Küçük kızla aynı anda fısıldadık. "Anne..." O benden daha iyi durumdaydı çünkü çırpınarak sarışının sırtına minik yumruklarını geçiriyordu. Bense bir hiçtim.
"Bırak beni! Anneme gideceğim. Bırak."
"O senin annen değil aptal. Sen artık bir hiçsin."
Zihnimdeki görüntülerden kurtulmak için kollarımı kendime sardım ve cenin pozisyonunu aldım. Ama işe yaramıyordu. Küçük kızın yaştan ıslanmış büyük kahverengi gözlerini, çaresizlikle annesine uzattığı minik ellerini silemiyordum. O ellere uzanmak onu sarışının elinden kurtarmak istesemde felç olmuş gibi sadece onlara bakıyordum. Sarışının küçük bedenimi omzuna atmasını ve uzaklaşmasını izledim. Etrafım sanki mümkünmüş gibi daha da soğurken acı yerini boşluğa bırakıyordu. Ve böylesi daha kötüydü. Kendime sarılı kollarımın üzerinde minik parmakları hissettiğimde gözlerimi daha sıkı kapattım. Sanki açtığım an karşımda onu kurtarmadığım için sinir ve hayal kırıklığıyla bakan küçük kızı görecektim.
"Doğa abla iyi misin?" tatlı erkek sesiyle irkildim.
"Baba iyi gözükmüyor. Oda mı gidecek? Bunu istemiyorum! Bir şey yap..." Ağlamaklı sesiyle bağırıyordu. Kafamdan bir tişört geçerken kaskatı kesilen kollarım güçlü ellerle bedenimden ayrıldı.
"Git giyin paşam. Ona bir şey olmayacak. Çabuk ol hastaneye gideceğiz." Sonra yine o tanıdık koku.
...
Telaşla koşuşturan ya da acıyla inleyen insanların aralarına girdiğimizde titreyen ellerimi Rüzgar'ın göğsünde sabitlemiştim. Zorla gözlerimi açan doktora baktığımda ışığa alışan gözlerim karşımdaki sarı saçlara odaklandı. Ve zaten titreyen bedenim daha da sarsılarak geri çekildi. Korkuyla uzandığım yatakta geriye kaydım ve dizlerimi kendime çektim. Sarışın bana yaklaşırken çığlık atmak üzereydim. Kolumu kavrayan hemşireden kurtulup hiç enerjim olmasada ayağa kalktım. Ayakta bile duramayacak kadar titriyordum. Düşmeden önce beni tutan Rüzgar'a kalan tüm gücümle sarıldım. Ve ağlayarak sayıklamaya başladım. "Sarışın olmaz... Lütfen. Gidelim. " Beni kucağına alıp yatağa bırakırken doktora döndü.
"Bizimle başka birisi ilgilenebilir mi?" Doktorun uzaklaştığını gördükten sonra gözlerim kendiliğinden kapandı. Ne kadar tükenmiş olursam olayım bilincim hala yerindeydi. Kendi karanlığımda kulağıma dolan kelimeleri anlamaya çalışıyordum.
Birisi üzerimde ki tişörtü çıkardığında engel olmadım. İstesemde olamazdım zaten. Karnımdaki eski morluğa bastırılan elle kendimi tutamadan dudaklarımdan bir inleme çıkmıştı. Daha sonra kolumdaki her zaman ki serum morluklarını yanına bir morluk daha eklemek adına kolumda bir sızı hissettim.
"Ciddi bir sorun yok. "dedi katı bir ses.
"Sadece bedeni yorgun düşmüş ve hassaslaşmış. Bu gece burada kalın. Görünüşe göre kısa bir süre önce kalp krizi geçirmiş. Bünyesinin zayıflaması çok normal. Ateşi düşmezse daha iyi bir yere sevk ederiz. Ama sorun olacağını düşünmüyorum. Bu arada neyi oluyorsunuz?"
Rüzgar'ın bana baktığını hissediyordum ama Batuhan o cevap vermeden araya girdi.
"Baba o iyi olacak değil mi? Bizi bırakmayacak."
"Tabi oğlum. Artık istesene bizi bırakamaz merak etme sen."
"Sanırım eşi oluyorsunuz." diye tahminde bulundu doktor. Rüzgar cevap vermeyince devam etti.
"Eşinize biraz daha dikkatli davranmanızı öneririm. Vücudu kırılgan ve aldığı darbeler güçlü bir insanı bile yıpratacak türden. Çok çabuk üşütebilir veya enfeksiyon kapabilir."
Bir süre sessizlik olsa da buz gibi bezlerin vücudumda gezinmesinden dolayı uykuya dalamıyordum. Gerçekten çok ama çok soğuktu. Elimi kaldırıp soğuğu engellemek istedim ama elimin havaya kalktığından bile şüpheliydim. Terden alnıma yapışmış saçlarımı geriye çeken ellere Rüzgar'a seslendim ama sadece kısık bir inleme duyulmuştu. Daha fazla dayanamazken iyice karanlığa gömüldüm ve kaybolmamak için etrafıma bakınarak ilerlemeye başladım. Bir süre sonra gözlerim karanlığa alıştığında karşımda duran 14-15 yaşlarında üç tane çocuklar dikkatimi çekti. Ortalarına aldıkları koyu saçlı küçük kızla dalga geçiyorlardı.
"Okuldan mı geliyorsun ufaklık?" Küçük kız korkuyla etrafına bakınıyordu ve mavi gözleri benimkilerle buluştuğunda boğazım düğümlendi. Karşımdaki Ece'den başkası değildi. Bana babamı hatırlatan mavi gözleri dolmuştu.
"Beni rahat bırakın. Gidin yaşıtlarınızla uğraşın." Diğerlerine oranla biraz daha cüsseli olan koyu saçlı çocuk Ece'yi saçlarından tutarak yanına çekti.
"Onlar senin kadar tatlı değiller. Hadi birlikte saklambaç oynayalım." Ece üç çocuğun arasında sıkışmışken üzerinde daha okul önlüğü vardı. Ve evet bire ya da ikiye yeni başlayan küçücük bir kızdı. Çocuklar ise orta sona gidiyor gibiydiler. Gördüklerimi hatırlıyordum. Hepsi yaşanmış bir olaydı çünkü Ece'ye hemen hemen her gün sataşan bu çocukları sonunda fark etmiş ve yanlarına gelmiştim. En azından kendinden emin küçük ama güçlü adımlarla onlara koşan bedenimi izledim. Bu anımı düşünmeden hatırlayamazdım sanırım. Üzerinden baya olay geçmişti. Hatta bu olaydan sonraki gece babamın bizi terk ettiğini öğrenmiştim. Eski anımı tekrar yaşamak hatta bir köşeden izlemek kadar garip bir histi ki. Küçük Asya sinirle Ece'nin saçını tutan çocuğu geri itti ve bağırdı.
"Onu rahat bırak." Üç çocukta kahkaha atarken ayağını sinirle yere vurdu. "Sana onu rahat bırak dedim. Bırak gitsin o daha küçücük ona karışma!"
"Asya merak etme sadece biraz eğleneceğiz." Elleri Ece'nin saçını daha sıkı kavrayınca tiz bir çığlık duyuldu. Ben olayları izlerken Ece'yi kurtaracağımı bilsem de nefesimi tutmuştum.
"Eğer hemen dediğimi yapmazsan sizi öğrentmene söyleyeceğim." Birisi küçük Asya'yı kollarından tutup ağzını kapatınca Ece ağlamaya başaladı. Ama korkmasına gerek yoktu. Ben güçlü kollardan kurtulmuş hızla yanımdaki çocuğa bir tekme savurmuştum daha sonra bileğinden kavrayıp onu ağaçlık alana doğru itmiştim. Çocuk orantısız güçle hızla yere düşünce diğerine bir yumruk atmış ve arkasından sırtına atlamıştım. Saçlarını çekiyor bağırıyordum. "Onu bırak." Ece kurtulan saçlarıyla öne doğu sendelerken üçüncü çocuk arkasına bakmadan koşmaya başlamıştı. Ama o kadar sinirliydimki üzerine atladığım çocuğu iterek ayağa kalktım ve farkında olmadan ağzımdan çıkan garip bir kaç sözcükle koşan çocuk yere yapıştı ve yanına giderek saçlarından tuttum.
"Bir daha kardeşime yaklaşmayın."
Anı, rüya, kabus bu kadardı belkide ama ağzımdan çıkan sözcükler... Bunlar... Daha önce duyduğum şeylerdi. Astrid'le ilgili rüyalarda fısıldadığı şeylerle aynıydı ve ben bunu küçükken düşünmemiştim. Ece'yi teselli eden küçük bedenime bakarken donuyordum. Daha kötüsü ağaçların ardında gördüğüm bir çift mavi gözdü. "Baba..." diye fısıldarken hastane kokusu beni kendine çekti ve karşımdaki gerçeklikle kala kaldım. Babam yaptığım şeyin farkındaydı, ve bizi bu yüzden terk etmişti.
Hayat bazen öyle garipti ki birbirini hiç tutmayan anlarla doluydu. Bir anda mutlu olup bir anda her şeyinizi yitirebiliyordunuz. 18 yaşıma gelmeyi dört gözle beklemiştim. O an geldiğinde sanki bir şey olacak ve yetişkin olacaktım. Olmayacağını bilsem de bazı şeyler kesinlik bulacaktı. Artık reşit olacaktım. Ama şimdi beni kısıtlayacak hiçbir şey yoktu ve ben özgürlüğü kesinlikle böyle tahmin etmemiştim. Hayatımın son iki ayında hiç büyümediğim kadar büyümüştüm. Hatta kendimi yaşlanmış hissediyordum. Ayağa bile kalkmaya mecali olmayan yaşlı birisi...
Ben sadece normal bir şekilde yaşamak ve ölmek istemiştim. Ama olmuyordu. Akıl sağlığım her geçen gün azaldığı için artık her şey tuhaf bir hal alıyordu. Gerçekten bir uzaylı mıydım? Ya da Astrid miydim bilmiyorum ama artık kendim gibi hissetmiyordum. Ne yapacağım hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Eğer Astrid ve şu uzaylı saçmalığı benim zihnimdeki bir yansımadan ibaret değilse bunun acısını çıkaracaktım.
Sarışından.
Özgür den.
Hepsinden hesap soracaktım. Gücümü keşfettiğim an hayatımın içine sıçmalarının intikamını alacaktım. Güçlü olduğumdan bile şüpheliydim. Ama madem benden korkan bu kadar kişi var onlara korkacakları bir neden vermeliydim.
Rüzgar gece boyunca uyumadığını belirten gözünün altındaki morluklarla bana bakıyordu. Ve kaşlarını çatmıştı. Sesimin güçlü çıkmasını umarak "Günaydın..." diye fısıldadım. Yatağa doğru eğilip
"Yaptığın çok aptalcaydı." dedi duygudan yoksun bir sesle. Yattığım yerde doğruldum ve ona tüm ciddiyetimle baktım. Onun için yanıp tutuşurken aynı zamanda gıcık oluyordum. Bana iyi hissettirmesine katlanamıyordum.
"Başınıza bela olduğum için özür dilerim Rüzgar Bey."
"Evet, başıma bela oldun ve ben senin hakkında hastaneye giriş yapacak kadar bile bilgim olmadığını anlamış oldum. Adından başka hiçbir şey bilmiyorum. Hoş oda ne kadar doğrudur kim bilir?"
Dudaklarımı dişleyerek gözlerimi kaçırdım. Haklıydı. Etrafıma bakınıp Batuhan'ı aradım ama yoktu. O olsaydı bir nebze kaçma şansım olurdu çünkü Rüzgar onun bana bakışlarını gördüğünde tüm olumsuzlukları unutuyor gibiydi. Klasik bir hastane odasında ikimizden başka kimse yoktu. Benim endişelerimi hissetmiş gibi yatağın ucuna oturdu ve biraz daha az ürkütücü bakmaya başladı.
"Seni dinlemeye hazırım. Bak biliyorum seni tanıyalı sadece bir gün oldu. Ama sana güvenmek istiyorum. Bana her şeyi anlat. Yorum yapmayacağım ya da seni bir şey yapmaya zorlamayacağım. Sadece gerçekleri bilmek istiyorum." Gözlerinde güven vardı ama ona anlatamazdım. Dediği gibi tanıyalı sadece bir gün olmuştu. Bu bir günde ona sebepsizce tutulmuş olabilirdim ama ona anlatamazdım.
"Anlatmak istemiyorum." diye geveledim ağzımın içinde. Oda tepki vermeden yataktan kalktı ve odadan çıktı. Ben, ayağa kalkıp kolumdaki serumdan kurtuldum ve kendimi banyoya attım. Terden saçlarım resmen kafama yapışmıştı. Üzerimde ise sadece iç çamaşırlarım vardı. Hızla yıkanıp kendimi yatağın içine attım. Acınacak durumda olmaktan nefret ediyordum. Ama hayatım artık bu şekilde devam edecek gibiydi. Dünkü hastalığıma rağmen şu an dinç ve güçlü hissediyordum. Avuç içerim kaşınıyordu. İçeri kapıyı çalmadan giren Rüzgar'la kafamı ona çevirdim.
"Sanırım artık gidebiliriz." dedi. Hastane işlemlerini nasıl hallettiğini sormadım. Ama yataktan çıkmadım. Sonuçta sadece iç çamaşırlarımlaydım. Her ne kadar dün beni bu halde görse de. Vücudumdaki kan yüzüme doğru yol alırken konuşmadık. Ama gözleri beni anlamış gibiydi. Ben ona öyle dikkatli bakıyordum ki beni anlaması gerekirdi. Ama anlamadı ya da anlamamazlıktan geldi.
"Rüzgar. Yani Rüzgar Bey bana giyecek bir şeyler getirebilir misiniz?" Gülümsemesi yüzüne yayılırken gözleri sanki çarşafın altını görüyormuş gibi bedenimde gezindi.
"Resmi olmana gerek yok. Ayrıca sana verebileceğim bir şey de yok araba hemen kapıda seni kucağımda taşıyabilirim."
"Hayır." dedim hemen onun ellerini vücudumda hissetme fikri, ayrıca oldukça kendimdeyken iyi değildi.
"Bak kendini bikini giyiyormuşsun gibi düşün pek bir farkı yok. Hatta hiç farkı yok. İyi hissetmiyorsan taşıyabilirim." Ama sırıtışında bunu sırf kendi çıkarı için yapacakmış gibi bir anlam yüklüydü.
Tekrar "Hayır." dedim bu şekilde gitmektense hastane önlüğü ya da her ne bulunabilirse onu giyerdim. Yanıma yaklaşıp üzerimdeki çarşafı çektiğinde otomatik olarak ellerim bedenime sarıldı. Bunu yapmak için hiçbir hakkı yoktu.
"Eninde sonunda o yataktan çıkacaksın Doğa ve benden utanma çünkü bütün gece yanımda bu halde yatıyordun. Deniz kıyısındayız kimse seni yadırgamaz." Sinirle ona baktım.
"Ben can çekişirken siz vücudumu seyrettiniz demek. Bunu duymak çok hoş... ama hastaneden ödünç bir şeyler bulabileceğinize eminim."
"Tabi ki. Sana tüm gece bakıcılık yapmamın karşılığı say. Ayrıca hastane olabildiğince tolerans gösterdi daha fazlası için uğraşmayacağım. Şimdi yürüyor musun? Kucağıma mı alayım?" Kimliksiz hasta baktırmak için gerçekten uğraşmış olmalıydı. Ancak sözcükleri yüzümden ona minnet duymayacaktım. Ayağa kalkarak başımı dik tutmaya çalıştım.
"İşte böyle Doğa. İşte böyle." Kollarımı olabildiğince bedenimi kapatmak için kullanarak hızla arabaya bindim. Rüzgar da arkamdan beni süzerek geliyordu. Bakışlarıyla rahatsız olsam da bunu ona belli etmedim. Hava o kadarda soğuk değildi hatta oldukça sıcaktı. Neredeyse yaz mevsiminin geldiğini düşünürsek bu normaldi.
"Zaten bakılası bir vücudun yok merak etme." dedi arabayı çalıştırırken. Bir an bana bakınca sırıtışını gördüm.
"Boş boş duvara bakmaktan iyidir ama başka kadınlarla kıyaslanamaz. Çok zayıf. Küçük bir kız gibi."
"Bana küçük kız demeyin. Ayrıca bu kadar zayıflamayı kendim seçmedim." Sadece omuz silkti.
"Öylesin ve neler yaşadığın artık umurumda değil. Yakında polisler seni alıp götürürse şaşmam."
"Suçlu falan değilim ve reşitim kimse bir şey yapamaz."
Daha sonra konuşmadan dışarıyı seyretmeye başladım. Yaşadıklarımı tam anlamıyla unutmak için her şeyi yapardım. Gerçeklerin peşinden koşarken şimdi o gerçeklerin altında eziliyordum. Dilediğim şeyler bundan sonra çok daha fazla dikkat etmem gerekiyordu. Babam bizi terk etmişti, benim yüzümden. Annem ölmüştü, benim yüzümden. Kardeşim tek başına kalmıştı, benim yüzümden. Peki benim bu halde olmamın sorumlusu kimdi? Uzun süren bir sessizliğin ardından beni düşüncelerimden Rüzgar sıyırdı.
"Sana bunu kim yaptı?" diye fısıldadı resmen. "Eski sevgilin falan mı? Büyük ihtimalle sarışın birisi..." Ona cevap vermedim zaten bana sorulan bir sorudan çok kendi kendine konuşuyor gibiydi.
"Neden? Umurunda mı?" diye fısıldadım ben de. Duyduğunu bilsem de. Konuşmadan yola odaklandı. Direksiyonu tutan elleri sertleşmiş ve beyazlaşmıştı. Bir süre sonra arabayı park ettiğinde hiç beklemeden odama yöneldim ve üzerime bir şeyler geçirdim. Salona inerken yine minik kolların sıkı sarılışına maruz kalmıştım.
"Doğa abla. Çok korktum. Sana bir şey olacak sandım." düzgün cümleleriyle normal çocuklar gibi değildi. Benden bile iyi konuşuyor gibiydi.
"İyiyim canım merak etme. Sadece üşütmüşüm."
"Ama" eliyle göğsümü işaret etti. "yaralar... Onlar canını yakmıyor mu? Bunu kim yaptı? Kim yaptıysa ben senin kardeşinim seni korumalıyım. Öyle değil mi ?"
Saçlarını karıştırarak gülümsedim beni sahiplenmesi hoşuma gitmişti. Rüzgarda oturduğu yerden direk bana bakıyordu. Vereceğim cevabı merak ediyordu belli ki.
"Önemli değil canım benim. Sadece bir kaza hadi oturalım artık. Sen de daha fazla beni düşünme." Kafasını sallarken gülümsedi.
"Sen hasta olduğunu göre sana kahvaltını ben hazırlarım." Tam koşarak mutfağa gidecekti ki Rüzgar kollarından tutup onu kucağına çekti.
"Aman aman paşam sen burada Doğa'nın yanında otur kahvaltıyı ben hazırlarım. Yok, yere evi yakmayalım."
"Ama ben hazırlayacaktım."
"Burada dur dedim Batuhan." Çocuğa bile otoritesini hissettiriyordu. Emir vermek onun işiymiş gibi. Rüzgar gittikten sonra Batuhan yanıma oturup başını dizime yasladı.
"Doğa abla dün neden ağladın?" Saçlarıyla oynarken gülümsedim.
"Önemli değil canım."
"Anne dediğini duydum. Onu rüyamda mı gördün? Çünkü ben annemi hep rüyamda görüyorum."
"Evet, Batuhan annemi gördüm."
"Ama ağlama çünkü benim annemde bana kızıyor ama ben senden vazgeçmedim. Sen iyi birisin bunu biliyorum. Ayrıca çok güzel kokuyorsun." Saçlarını okşayan elim bir anda durdu.
"Annen sana benim hakkımda bir şey mi söyledi Batuhan?"
"Evet, senden uzak durmamı senin bir katil olduğunu söyledi. Hatta onu senin öldürdüğünü söyledi ama ben inanmadım. O hep beni ağlatıyor. Babamın kötü olduğunu söylüyor. Onu sen öldürmüş olamazsın çünkü giderken yanındaydım. Elini tutuyordum. O zamanlar seni tanımıyordum bile." Farkında olmadan ağlıyordu onu kucağıma çekip sarıldım.
"Ağlama canım. Ağlama. Eminim annen başka bir şey söylemek istemiştir. O seni üzmek istememiştir."
"Ama beni üzüyor ve ben onu çok seviyorum. Yanımda olmasını istiyorum. Uyurken onu görmek istiyorum, senin annem de sana kötü şeyler mi söyledi?" Söylediklerini anlamaya çalışırken sessizlik etrafımızda dolandı. Ardından konuyu değiştirmenin en iyisi olacağına karar verdim.
"Bak ne söyleyeceğim. Bu gün istediğin herhangi bir şeyi yapmaya ne dersin. Annenle yapmak istediğin bir şey olabilir mesela. Birlikte yapabiliriz. Sonra ben kardeşimle yaptığım bir şeyi senle yaparım olur mu?" Yaşaran gözleri mutlulukla parıldadı.
"Olur. Tamam." kucağımdan atlayıp mutfağa yöneldi.
"Baba?" Rüzgar onun bağırışıyla kızarttığı patateslerdeki dikkatini Batuhan'a yöneltti.
"Gene ne oldu paşam? Tamam işte senin istediğin gibi kızartıyorum merak etme."
"Hayır patatesleri demiyorum. Bizi Doğa ablayla lunaparka götür lütfen lütfen."
"Ne lunaparkı. Hayatta olmaz Doğa ablan yeni ayağa kalktı. Dinlenmesi lazım. Başıma yine iş açmayın."
"Ama lütfen. Bana söz verdi. İstediğim bir şeyi birlikte yapabilirmişiz. Sonra da onun istediği bir şeyi yapacağız. Kardeşiyle yaptığı bir şeyi...Lütfen izin ver." Rüzgar bana sinirle baktı. Aynı zamanda Batuhan'ı susturmamı bunu ertelememi istiyor gibiydi.
"Bak paşam dün Doğa ablanı gördün değil mi? Ona bir şey olsun ister misin?" Batuhan hayır derecesine kafasını hızla salladı.
"Güzel. Peki sence o yarayla iyi mi gözüküyor?" Batuhan yine konuşmadan kafasını salladı.
"Aferin. Şimdi sizi hiçbir yere götürmüyorum. İçeri geçin ve kahvaltıyı hazırlamamı bekleyin." Batuhan'ın omuzları düşerken araya girdim.
"Rüzgar Bey ben iyiyim. Lütfen onu kırmayın. Hem benim içinde farklılık olur. Kafam dağılır."
"Kesinlikle olmaz! Sizinle uğraşamam ben. Ayağımın altında dolanmayın içeri geçin." Batuhan babasının emirlerine alışkın bir şekilde tıpış tıpış içeri giderken ben ayak direttim. Ama Rüzgar bana aldırmadan yine patateslerine döndü.
"Onu üzüyorsunuz." dedim. Tezgaha yaslanıp ellerimi göğsümde birleştirirken... Bana bakmadan işine devam etti. "Ben iyiyim. Alt tarafı biraz eğlenecekti. Ne kadar üzgün olduğunu görmüyor musunuz?" Patatesleri bırakıp domatesleri doğramaya koyuldu. "Eğlenmeye ihtiyacı var. Neden izin vermiyorsunuz? Size iyi olduğumu söyledim. Onu üzmeyin." Elindeki bıçağı bırakarak kafasını önüne eğdi.
"Onu üzüyorum öyle mi?"
"Evet."
"Hiçbir şey bildiğin ve bana bunları söylemeye hakkın yok. Onun için nelerden vazgeçtiğimi bilemezsin. Onu üzüyorum öyle mi? Asıl onu üzen sendin. Dün gece neler yaşadığını anlamadın mı? Seni de kaybedeceğini düşündü. Tıpkı annesi gibi...Onu kendine bağladın. Hem de sadece bir günde ve sen gittiğinde neler hissedeceğini anlamıyor musun? Sakın gelip beni yargılamaya kalkma Doğa. Çünkü canını yakmak istemiyorum." Ona bir kaç adım yaklaşıp yüzüne baktım. Yorgun bir adam vardı karşımda. Hem de çok yorgun.
"Rüzgar Bey dün gece için üzgünüm. Ama olması kaçınılmazdı. Bir daha olmaz. Onu benim bir günlük yasım olarak sayın lütfen. Ama şimdi iyiyim. Onu da iyileştirmek istiyorum. Onunla vakit geçirmek iyi olduğunu görmek istiyorum. Lütfen izin verin. İyi olmaya ihtiyacımız var. Hepimizin. Eğlenceli olur." Tezgaha yasladığı ellerini kaldırarak kollarımı tuttu. Ve garip bir his vücudumu sardı. Ona kapılmamak için kendimi kastım.
"İyiyim deyip duruyorsun Doğa ama iyi olmadığını biliyorum. Korku, endişe, suçluluk, pişmanlık, utanç bütün duyguların bir birine girmiş gibi. En garibi de ben sana yanaştığımda verdiğin tepkiler. Şu an mesela, neden kendini kasıyorsun Doğa? Neden rahatsız olmuş gibisin?"
"Çünkü rahatsız oldum Rüzgar Bey birinin bana dokunmasını sevmiyorum."
"O doktordan korkup kaçtığımda bana sarılışını hatırlıyor musun?"
Evet. "Hayır."
"İşte o zaman korkuyla bana sarıldın yardım istedin. İnsan güvendiği birisinden yardım ister Doğa bunu unutma. İçinde bir yerde bana güvenen seni korumamı isteyen bir yanın var. Anlamak güç değil."
"O halde size güveniyor olmalıyım."
"Ama ben sana güvenemiyorum Doğa. Bana hiçbir şey anlatmıyorsun. Ve oğlumu kendine bağlıyorsun. Rüyalarından sana bahsetti, duydum. Sana olan sevgisini annesi bile engelleyemiyor. Onun için ne kadar değerli olduğunu fark etmedin mi? Unutma onu üzersen ben de seni üzmek zorunda kalırım. Dediğim gibi sana güvenmem için bir sebep sunmuyorsun." Yutkunup mavi gözlerinin içine baktım. "Bütün yaşananların tekrarlanmasına izin veremem. Sorumluluğu benim üzerimde."
"Eğer anlatırsam her şeyi en baştan yaşamak zorunda kalacağım Rüzgar. Bunu anlamıyor musunuz? Henüz kendim bile bu gerçekle yaşamayı öğrenememişken nasıl size her şeyi anlatmamı bellersiniz? Ve ben sadece unutmak istiyorum. Unutup yeni bir hayata başlamak... Ayrıca Batuhan üzmek istediğim en son insan." Beni kendine doğru yaklaştırdı ve derin bir nefes aldı. Gerçeği söylediğime inanmak istiyordu.
"Göreceğiz..." diye fısıldadı. Ve sofrayı hazırlamaya koyuldu.
O gecenin ardından iki hafta geçmişti. Ve her şey bok gibiydi. Bana her şeyi anlatmamı söylediğimde yapamamıştım. Hem hatırlamak hem de bana deli gözüyle bakmasını istemiyordum. Ona anlatmadığım için sinirlenmiş ve sinirini benden çıkarmak istemişti. Sürekli emirler yağdırıyor onun emrinde çalıştığımı her daim bana hatırlatıyordu. Kabuslar geceleri peşimi bırakmazken uyku yine haram olmuştu. Fiziksel yaralarım silikleşmeye başlasa da kalbim acıyordu. Birinci haftadan sonra işine geri döneceğini ve o evde yokken asla dışarı çıkmamamızı söyledi. Batuhan ile akla gelebilecek her şeyi yapıyordum. Resim yapıyor, dans ediyor, korsancılık oynuyor, ona toplama çıkarma öğretiyordum. Gerçekten çok zeki bir çocuktu. Söylediklerimi anlamakta hiç zorlanmıyordu. Bir süre sonra ona okuma öğretmemi istemiş Ben de kıramamıştım. Rüzgar sabah erkenden gidiyor akşam yedi gibi geliyordu. Ne iş yaptığını sormadım. Gitmeden önce bizim için kahvaltı hazırlıyor ve geldiğinde de direk mutfağa yöneliyordu.
Bugün de onun hazırladığı kahvaltıyı toplayıp salona geçtim. Batuhan topunu almış bana köpek yavrusu bakışlarını atıyordu.
"Doğa abla hadi maç yapalım."
"Ama ben oynamayı bilmiyorum Batuhan."
"Ben sana öğretirim lütfen lütfen."
"Ama baban dışarı çıkmamamızı söyledi."
"Ya hemen kapının önünde oynarız bir şey olmaz lütfen." Yanlış olduğunu bilsem de onu kıramadım ve üzerimi değiştirir değiştirmez kendimizi dışarıda bulduk. Topa vuramadığım zamanlarda Batuhan gülme krizlerine giriyor ben de bana güldüğü için onu gıdıklıyordum.
"Gülme, hani bana öğretecektin. Pis yalancı seni... Anca dalga geç sen." Daha sonra bana vurmayı öğretmeye başladı. Hava kararana kadar gülerek oynamaya devam ettik. Ardından onu içeri sokup terli atletini değiştirdim.
"Senden futbolcu olmaz Doğa abla." dedi gülerek.
"Bak sen. Çok üzüldüm." Biz kıkırdarken kapının açılmasıyla Batuhan Rüzgar'a koştu.
"Baba..."
"Hop paşam. Özledin mi beni?" Rüzgar takım elbisesiyle o kadar yakışıklı duruyordu ki. Yakışıklı , çekici, olgun... Ve kucağındaki Batuhan'a bakarken tam bir babaydı.
"Evet, çünkü Doğa abla maç yapamıyor. Keşke senle oynasaydık. Baba çok komikti." Batuhan'ın sesiyle düşüncelerimde Rüzgar'ı çekiştirmeyi bırakıp yanlarına gittim.
"Aslında ben öğrenebilirdim. Ama sen öğretemedin Batuhan." Rüzgar Batuhan'ı öpüp bana baktı. Gözleri beni yakıyordu. Alaycı gülüşü beni yargılamaktan çok uzaktı. O günün ardından bana hiçbir şekilde yakın davranmamış gerekmedikçe ismimi bile söylemenişti. Yine beni görmezden geleceğini düşünmüştüm. Ona karşı kendimi geri tutmamda bu hareketleri çok yararlıydı. Ancak Batuhan'la geçirdiğim bütün vakitlerde ona daha çok bağlanıyordum.
"Kadınlar maçtan anlamaz paşam bilmiyor musun? Boş ver sen onu yarın işim yok senle güzel bir maç yaparız."
"Neden anlamayacakmışız gayet de anlarız bir kere." Rüzgar bana gülüp Batuhan'ı yere indirdi.
"O halde teke tek bir maça ne dersin Doğa?" Bunu söylerken bir adımla dibimde durmuştu. Kokusu, ne bileyim bu bir parfüm kokusu değildi. Bu daha çok her zaman dinlediğiniz sizi rahatlatan bir şarkının adını bir anda unutmak gibiydi. Ne olduğunu biliyordum, seviyordum ama tarif edemezdim, adını söyleyemezdim.
Olmaz. "Olur."
"Sende hakem olursun Batuhan. Olur mu?"
Batuhan gülerek kafasını salladı. Daha sonra ikisi mutfağa geçtiğinde odama çıktım ve fotoğraflarımı dizdiğim masanın önüne diz çöktüm. Evet, kendime eziyet etmeye bayılıyorum. Ama onları çok özlemiştim. Tam üç haftadır kimseyle konuşmamış yani içimdekileri anlatamamıştım. Kızların, Arda ve Melih'in yokluklarını ayrı ayrı hissediyordum. Sonra kafamı kaldırıp tavana baktım. Son sınavlarımın sonuçlarına bakmamıştım bile. O kadar çok şey olmuştu ki unutmuştum. Daha sonra yüzümdeki çarpık gülümseme soldu. Sınavların hiçbirisine çalışmamış sadece dönemi bitirmek için kızların zoru ile girmiştim hepsine. Yüksek ihtimalle hepsinden kalmış ve okulumu bir dönem uzatmış olmalıydım. Dönemi birincilikle bitirip mezun olmaya çalışırken okulu bitirememek aklımın ucundan dahi geçmezdi.
"Rüzgar Bey?" Merdivenleri inerken onu görmeden seslendim.
"Efendim Doğa." Ben ne kadar Bey'i vurgularsam oda Doğa'yı vurguluyordu.
"Bilgisayarınızı kullanabilir miyim?"
"Neden?"
"Şey sınav sonucuma bakacaktım bilirsiniz dönem notumu öğrenmek için." Elindeki işi bırakıp tüm vücuduyla bana döndü.
"Okumadığını sanıyordum."
"Evet, artık okula gitmiyorum ama sınavlara girmiştim. Neyse o kadar önemli değil. Zaten artık önemi yok." diyerek arkamı döndüm. Gitmek üzereydim ki kolumdan tutup beni durdurdu.
"Bilgisayar benim odamda." Daha sonra yanımdan geçerek ilerledi. Ben de takip ettim. Daha önce odasına girmemiştim. Hayır, merak etmediğimden değil. Odanın sürekli kilitli olmasından... Ama şu an odasına ilerliyorduk. Ama Rüzgar hevesimi kursağımda bırakacak şekilde arkasını döndü ve "Sen salona geç ben bilgisayarı getiririm." Diyerek beni engelledi. Odasının içerisinde sakladığı bir şeyler olduğu kesindi.
Tıpış tıpış salona dönerken somurtmaya başladım. Batuhan yanıma gelip bana sokuldu.
"Doğa abla?"
"Efendim canım?"
"Sen kaç yaşındasın?"
"22."
"Hım." Sonra parmaklarını kaldırıp saymaya başladı. "Benden 12 yaş büyüksün. Ve babamda senden.." tekrar saydı. "8 yaş büyük." Ona gülümserken. Rüzgar'ın yaşını öğrendiğim için mutlu olmuştum "Aferin sana paşa. Her şeyi öğrenmişsin artık sana daha zor şeyler öğretmeliyim." Kafasını sallarken içeri Rüzgar geldi. Elindeki beyaz incecik laptopu bana uzatarak yanıma oturdu. Bende üniversitenin sitesine girmeden önce derin bir nefes aldım. Sonra Rüzgar'a aldırmadan numaramı ve şifremi girmeye başladım. Site ve köşedeki eski fotoğrafım açıldığında, notların olduğu bölüme girdim. Ama tuşa basmadan bilgisayarı Rüzgara çevirip gözlerimi kapattım.
"Sen bas ve sakın bana söyleme." Sonuçta uzun süre bu anı beklemiştim ben. Şu anda her şey boş olsa da o zamanlar bu benim her şeyimdi. Ve heyecanlanmamak elde değildi. Birkaç dakika sonra Rüzgar'ın "Oha!" dediğini duydum. Tek gözümü açarak ona baktım. Yüzünde mutlu bir ifade vardı.
"Baya inek bir öğrenciydin demek ha Doğa Hanım."
"Mezun muyum?" dedim tedirginlikle.
"Sen bak." dedi bilgisayarı çevirirken. Ekrana baktığımda biran ne yazdığını okuyamadım sonra kelimeler kulağıma doldu
"Dönem birincisi olmuşsun." Benimle dalga geçtiğini düşünerek ekrana daha dikkatli baktım. Ama oradaydı işte birinci olmuştum. En yüksek ortalama bana aitti. Sitenin köşesinde bölüm başkanından gelen bir mesaj duruyordu. Fakülte birincisi olarak hazırlamam gereken konuşma için onun yanına uğramam gereken bir yazıydı bu. Bir anda ayağa kalkıp Batuhan'ı kucağıma aldım ve zıplamaya başladım.
"Birinci... Ben birinci olmuşum!! Batuhan birinci olmuşum inanabiliyor musun? Fakülte birincisi!" Batuhan gülerek saçlarımla oynuyordu. Onu etrafımda döndürmeye başladığımda enerjimi yitirip tekrar koltuğa oturdum. Ve bir süre öylece oturdum. Sonrada "Ne önemi var? Artık bölümümle alakalı bir meslek yapmıyorum." diye fısıldadım. Batuhan yanıma gelip elimi tuttu. "Üzülme. İşe burada gidersin olmaz mı?" Kafamı hayır anlamında salladım. "Benim işim zaten seninle kalmak Batuhan. Seni bırakıp işe gidemem ya."
Rüzgar hala bilgisayara bakıyordu.
"Bugün günlerden ne?" diye sordu birden. "Neden sordunuz ki?" Bakışlarında sertlik olunca bugünün tarihini fısıldadım.
"Seni geri götürebilirim. Eğer istersen mezuniyetine katılırsın, görünen o ki hala vaktin var. Konuşmanı hazırlarsın birkaç gün tatil yapabiliriz biz de. Diplomanı almanı sağlayabiliriz en azından. Emeklerinin boşa gitmesi anlamsız."
"Geri gitmek istemiyorum."
Gözlerine bakarken itiraz etmemin anlamsız olduğunu anladım. Ama geri dönmeye hazır değildim. Melih'in ona haber vermediğim için bana kızıp bağırmasını, Arda'nın sürekli özür dilemesini istemiyordum. Annemin her gün bana gülümseyerek baktığı o pencereyi görmeye hazır değildim. Eski anıları eşeleyip yani acılar türetmenin anlamı yoktu.
"Gidemem." diye fısıldadım. Şu an yatağıma gidip ağlamak istiyordum. Üniversite hayatım boyunca kurduğum hayaller gerçek olmuştu. Peki ya şimdi? Değerini anlayamadığım diğer şeyler olmadığı sürece eski aptal hayalimin gerçekleşmesi daha iyi hissettirmiyordu.
"Doğa." dedi Rüzgar. Kolumdan tutup beni kendine çevirdi. Ayağa ne zaman kalkmıştım ben? "Aptallaşma gözünün önündeki mükemmel fırsatı tepecek misin? Buna izin veremem. Bu senin hayatın ve evet kötü olabilir ama düzeltmek için iyi bir fırsatın var! Bu hayalin için ne kadar çalıştın?! Sence bu saçma nedenlerle geri çevrilecek bir şey mi? İyi bir üniversiten varmış. Yüksek ihtimalle mezuniyetinize önemli şirketlerden katılım olacaktır. Fakülte birinci olarak yapacağın konuşma kariyerinde çok etkili olacaktır."
"Sebeplerim saçma değiller. Hiçbirisini istemiyorum hem artık." dedim gözlerinin içine bakarak. O da Batuhan'ı unutmuş bir şekilde yüzümü büyük ellerinin arasına aldı.
"Hayatını geri alabilirsin. Sana yardım edeceğim. Yanında duracağım. Lütfen bunu kendine yapma. Bu kadar aptal olma."
"Eğer geri dönersem, sevdiğim birisini daha kaybedebilirim. Anlamıyorsun! Hiçbirisini anlamıyorsun! Eğer bu aptallıksa umurumda değil. Kardeşim için bu fedakarlığı yapabilirim."
Rüzgar sessizce Batuhan'a yukarı çıkmasını söyledi ve tekrar bana döndü. Koltuğu işaret ederek oturmamı söyledi. Onun emirlerine uydum. "Anlat bana." Kafamı iki yana salladım. "Asya." Dedi sessizce, adımı duymanın şaşkınlığı ile kafamı hızla kaldırıp ona baktım. "Sitede ismin yazıyordu. Bana yalan söylediğini zaten biliyordum." Diye devam etti. "Ne yaşadığını bilmiyorum, belli ki sen de anlatmayacaksın. Ama şunu anlaman gerekiyor, her ne yaşadıysan bunu tekrar yaşamana engel olacağım." Kafamı iki yana sallayarak ellerime baktım. Koltuğun önünde duran sehpaya oturdu ve ona bakmam için kafamı çenemden yukarı kaldırdı. "Benim yanımda olabileceğin en güvenli yerde olacaksın tamam mı?"
"Peki ya Batuhan'a bir şey olursa. Ya sana bir şey olursa. Beni anlamıyorsun, sevdiğim kişilerin ölümlerine şahit oldum ben! Artık kimseyi sevemem. Artık hayatımdan kaçarak yaşamam gerekiyor! Etrafımdaki herkes düşman olabilir bana. Herkes beni öldürmeyi deneyebilir. Belki sen bile... Kimseye güvenemem tamam mı?" Sesimin gittikçe arttığını ve ona bağırdığımı fark etmemiştim bile. Ağlıyordum. Elini çenemden yukarı çıkararak göz yaşlarımı sildi. Ve bana biraz daha yaklaştı. Aramızda beş ya da on santim kaşmıştı.
"Yaşanan şeyler senin suçun değil. Bunu biliyorum. Beni bulduğun için çok şanslıyım. Seni suçlamam, hiçbir şey için seni suçlamam. Sen başıma gelebilecek en iyi şeydin." Gözlerimiz daha çok yaklaştı. Gözleri bedenimin içerisinden ruhumu görüyordu. Ben de onun ruhunu görüyordum. Ona güvenebilirdim. Bunu anlayabiliyordum bedenimin her zerresi ona güvenebileceğimi söylüyordu. Onunla birlikte güvendeydim. O eski zamanlar gibiydi. Eski bir anının güzelliği, eski bir dostun samimiyeti ve eski bir aşkın bilindikliği ile doluydu. Onun gibi ben de koltukta biraz daha kaydım ve ona doğru yaklaştım. Elim onu yüzünün kemiklerine dokundu.
"Ne yapmış olursam olayım... Hayatta kalmak için ne yaparsam yapayım..." diye fısıldadım. O da parmaklarını benim yüzümde dolandırdı. Alınlarımız birbirine yaslandı. Kokusu ciğerlerime oksijeni unutturdu.
"Ne yapmış olursan ol." Diye fısıldadı o da. "Seni affederim." İkimizde daha fazla aramızdaki çekime karşı koyamadık. Dudaklarımız ruhlarımızdan farklıydı. Onlar ilk defa kavuşuyorlardı birbirlerine. Ama bedenin içindeki zihinlerimiz uzun zamandır yanyanaydı. Öyle ki sanki senelerdir birlikte gibi ne yapacağımıza yön veriyorduk. Aynı şeyleri aynı anda alışkanlık ile gerçekleştiriyorduk. Onunla öpüşmek evde hissettirmişti. Huzur dolu. Aşk dolu. Daha önce hiçbir öpüşmeme benzemiyordu bu. Dünyada depremler oluyor, yangınlar çıkıyor olmalıydı tam şu an. Ben ona kavuştuğum için bir şeylerin yok olması gerekiyordu sanki. Ama hiçbir şey olmadı. Bana senelerden daha uzun gelen bu mucizevi anın ardından birbirimizden ayrıldık. İkimizde birbirimize şaşkınlık ile açılmış gözlerle bakıyorduk.
"Seni çok özledim." Diye fısıldadı gözlerini kapatırken. "Çok uzun zaman oldu..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Avaritia
Fantasyİçini ısıtan hayaller mi yoksa canını acıtan gerçekler mi deseniz... Bir hayale kapılıp gitmek için her şeyi yapardım; ama o hayalin asla gerçekleşmeyeceğini bilmek işte asıl canımı yakan şey. Varsın yaksın, acının gerçekliğiyle ayaktayım şuan.Ama a...