Bölüm 15: Eskimiş Defter

2.4K 104 2
                                    

Yazım yanlışım varsa affola...

Birkaç karanlık koridorun ardından yolumuz asla bir düzlüğe ulaşmamıştı. Sürekli dönerek ilerliyor ama asla yolumuzu bulamıyorduk. Bunun saldırıdan kaynaklandığını anlamıştım. Koruma büyüklerini arttırmış olmalılardı. Bu uzun arayış süresinde saldaranların içeri girip girmediklerinden emin de değildik.
"Çıkışın nerede olduğunu biliyorsun değil mi? " diye sordum. Onunda çıkışı bulabileceğinden emin değildim artık.
"Kafamı. Karıştırma."
"Onlar içeri girerse bizim planınız işe yaramaz Welkorot."
"Asya. Sus!" Asya mı? Bugün ikinci kez adımı duymanın şaşkınlığıyla duraksadım. O da hızını kesmediği için aramızda birkaç adım mesafe oluştu. Omuzunun gerisinden bana baktı.
"Neden. Şaşırdın. Adını. Söylemem için. Dün. Gece. Baya. Israr. Etmiştin."
Welkorot ve Dawson adımı söylüyordu. Ve  Welkorot bana upuzun bir cümle kuruyordu. Cidden kıyamet yaklaşmış olmalıydı. Ben şoku atlatamadığım için yanıma gelip kolumu yakalayıp yürütmeye başladı.
"İstemiyorsan. Bir. Daha. Söylemem."
"Hayır." dedim hemen. "Aslında hoşuma gitti."
Bana gülümseyince bende sırıttım. Belki de bir aşkdan daha çok bir dosta ihtiyacım vardı. Melih'in beni güçlendirdiği anlardan birisinde gibiydik. Bir dostun varlığı beni kendimde tutabilecek bir çözümdü.
"İşte geldik." dedi sonunda. Önündeki duvara elini yerleştirip gözlerini kapattı. Ve avucundan parlayan ışık duvarın içerisinde dolandı. Ben de gözlerimi kapatarak olacakları bekledim. Etrafımız derin bir rüzgarla sarıldıktan sonra ayaz geceyle buluştuk. Bir ara sokaktaydık. Bizden başka kimse yoktu. Welkorot tekrar elimden tutarak çekiştirmeye başladı. Neyse ki onun eşofman altının ipi vardı yoksa birde eşofmanı çekiştirmekle uğraşacaktım.
Sokaktan çıktığımızda beklemediğimiz bir şekilde bizi bir kalabalık karşıladı. Ve neredeyse hepsi bizi fark edip bakmaya başlamıştı. İçimde biriken korkuyla Welkorot'un eline daha sıkı yapıştım.
"Koş. Dediğimde." diye fısıldadı. Evet, kalabalık olacaklarını biliyordum ama bu kadar kalabalık olacaklarını düşünmüyordum.
"Koş."
Sonra arkamıza dönüp var gücümüzle koşmaya başladık. Zombilerin arasında kalan iki insan gibi canımız pahasına koşuyorduk. Tek fark peşimizdekiler zombiler kadar yavaş değildi. Buna rağmen canımızdan çok tadımızı merak ediyorlarcasına koşuyorlardı.
"Dikkatlerini çektik." diye bağırdı Welkorot. "Planının devamı neydi?"
"Aslında buraya kadar planlamıştım." diye bağırdım ona bakmadan. Ve bacaklarıma biraz daha güç verdim.
"Harika!"
Karanlıkta ana caddeye çıkana kadar koştuk. Onlarda peşimizden geldi. Asla pes etmediler. Teknik olarak masum olanların hayatını bağışlamış dikkatlerini çekmiştik. Kötü haber ise masumlar yerine biz ölecektik.
Welkorot  "Ben. Araba bulacağım. Onları. Oyala." diyerek benden ayrıldı. İkimiz iki ayrı sokağa ayrılarak koşmaya devam ederken. En azından peşimizdekilerin de ikiye bölüneceğini düşünmüştüm. Ama onların hedefi açık ve netti. Hedefleri yalnızca bendim.
Onları oyala.
Derin bir nefes alıp Welkorot'un gittiği yönün tersine koşmaya devam ettim. Bir yandan da etrafıma bakınıyordum. Ama nasıl oyalayabilirdim ki? Koşmaktan tükenmek üzere olan ayaklarım ve oksijen gitmeyen beynimle hiç bir şey yoktu. Gökyüzü gürültülü bir şekilde kükremeye başladı. Ve sağanak yağmur bir anda indi. Islanan saçlarımı geriye atarak içimdeki enerjiye odaklandım. Ah acıyla yüzümü buruştururken beynime yine acı saplanmıştı.  Dizlerimin üzerine düşerek kafamı ellerimin arasına aldım. Hayır! Astrid'e izin veremezdim. Onun bizi bu durumdan kurtarabileceğini bilsem bile, tekrar bedenime sahip olmasını istemiyordum. Ondan gelecek yardım yerine Asya olarak ölebilirdim. Büyük bir çığlık eşliğinde kendimi kalkmaya zorladım. Ama duraksamamla arkamdaki sinirli kişiler bana yetişmişlerdi. Birisi kolumu yakalayınca onun bileğini kavrayıp arasındakine doğru ittirdim. Daha sonra benim arkamdaki adamın suratına bir tekme geçirdim. Bunları yaparken hala beynimdeki acıya direniyordum.
Bu benim bedenim!
Sonra iki kişi birden üzerime atladı. Ve onları savuşturmak gerçekten zordu. Birisinden kurtulayım derken diğerleri ile birlikte yere yuvarlandım. Kafamı çarpınca acı bir inleme çıkardım.
"Astrid Bowle. Acınacak cadı!"
Adam beni saçlarımdan tutarak diğerlerinin önünde diz çöktürdü.
"Astrid Bowle bizim önümüzde eğiliyor." diye gülerek bağırdı. "Sonunda  hak ettiğin yeri buldun Astrid."
Astrid'e hakaret etmeleri onu uzak tutmayı zırlaştırıyordu.
Ellerimle başımın iki yandan sıkıştırıp derin bir nefes aldım. Ben güçlüyüm. Ben güçlüyüm. Ve ben Astrid değilim. Bu benim bedenim.
Yan tarafımda caddenin kenarına atılmış cam şişeyi gördüm. Ve düşünmeden uygulamaya geçtim. Adamın tam önünde diz çöktüğüm için kafam kasıklarıyla aynı hizadaydı. İlk önce kendimi biraz öne çekip inledim. Daha sonra hızla geriye gidince elleri saçlarımdan çekildi. Ben bu arada cam şişeyi alarak kırdım ve hızla adamın arkasına geçerek dizlerine bir tekme attım. Oda elleri kasıklarında önümde diz çökmüş oldu. Kafasını saçlarından geriye çekip şişeyi boynumdaki şah damarına dayadım ve çok az bastırdım. Karşımdaki topluluk hala şaşkın bir şekilde  ne yapacağıma bakıyordu. Welkorot'un bir araba bulduğunu umarak şişeyi daha çok bastırdım.
"Bakın gerçekten sıkıldım ama size tekrar söylüyorum; Ben. Astrid. Değilim!" Sonra şişeyi daha da bastırıp sağa doğru hızla çektim. Kanın sıcaklığıyla bir rüyadan uyanır gibi karşımdaki sinirli varlıklar daha da sinirlendi ve bana doğru hamle yaptılar. Ancak iki elimi de onlara uzatarak bir enerji dalgasını bedenimden onlara ilettim. Rüzgarın etkisi gibi bana yakın olan kişiler geriye savrulurken kaçmak için tek bir şansım vardı. Toparlanmaları çok zaman almayacaktı.
Ama birçoğu toparlanamadan karanlıkta farları ortalığı aydınlatan arabanın altında kaldığı için bende koşmaya başladım. Koşarken yanımda benim hızımda giden arabaya baktım. Welkorot bana sırıtıyordu.
"Atla. Seni. Gideceğin. Yere. Bırakayım." dedi.
Welkorot'un ani ruh değişimini düşünmeyi bırakıp arabanın kapısına tutundum aynı zamanda hala koşuyordum. İçeri kendimi attığımda birisi bacağımdan tutup beni geri çekmeye çalıştı ama vites koluna sıkıca tutunup onun yüzüne diğer ayağımla tekme attım. Kendimi bir filminin ortasından gibi hissediyordum ki aksiyon filmlerini hiç sevmezdim.
Welkorot arabayı hızla sürerken ben nefes almaya çalışıyordum. Elim hala biraz önceki adamın kanıyla kaplıydı. Camı açıp temiz havanın yüzüme vurmasını sağladım. Biraz önce birisini kendi isteğimle ve tamamiyle kendi kontrolüm altında öldürmüştüm. Bu ne bir rüya ne de bir hastalıktı.
"Şimdi nereye?" dedi. Welkorot oldukça seri konuşuyordu.
"Bilmiyorum."
"Asya dışarı çıkalım diye tutturdun. Bu senin planın." Ellerimi üzerimdeki tişörte silip ona baktım.  Ve camda asılı duran navigasyona uzandım. Bizim evin adresini yazdıktan sonra gitmeye başladık. Rüzgar'ın büyük ihtimalle bizi ilk arayacağı yer orasıydı ama aklımda başka bir yer  yoktu. Yol boyunca gözlerimi kapatıp dinlenmeye çalıştım. Ama Welkorot'un kıkırdayıp durması sinirimi bozuyordu.
"Sana ne oldu?" diye sordum.
"Uzun zamandır enerji sarhoşu olmamıştım." dedi. Bu çocuk normal zamanlarda konuşurken kesinlikle rol yapıyordu. Konuşmasında hiçbir problem yoktu.
"Konuşurken zorlanmıyorsun." dedim. Kafasını salladı.
"Konuşmaktan nefret ediyorum. İnsani faaliyetlerin hepsinden nefret ediyorum." Sonra tekrar dişlerini gösterecek şekilde gülümsedi. Bu şekilde kalıyorsa onu hep sarhoş etmeliydim. Ve fark ettim ki benimle normal bir şekilde konuşuyordu.
"Benden de nefret etmiyor gibisin." dedim tereddütle.
"Astrid'den evet. Ama sen onun gibi değilsin. Sen o değilsin."
"Aramızda ne fark var?"
"Sen gücünü iyilik için kullanıyorsun. İşte aranızdaki fark bu. Senin bir kalbin var Asya. Kırılgan sevgiye muhtaç bir kalbin..." Gözlerimi ellerime indirip kurumaya başlayan kana baktım. Ben artık o kadarda temiz değildim.
"Odandaki o resimler," Tekrar bir kahkaha attı. Gülmesi benim de gülmeme neden olacak kadar güçlüydü.
"Sevgilim değil."
"Kim?"
"Annem." dedi. "Dünya hayatına alışamadığı için kısa süre sonra enerjisini yitirdi."
"Enerjisini yitirdi?"
"Bizler ölmeyiz Asya. Enerjilerimiz yok olur. Eğer birini öldürmek istiyorsan enerjisini kendi enerjine katarsın. Bu seni güçlendirir onu da öldürür." Bunu anımsıyordum. Sarışından kaçmak için kullandığım şey tam olarak buydu. Onun enerjisinin benim bedenime doluşunu hissetmiştim.
"Yani biraz önceki adam ölmedi."
"Hayır büyük ihtimal kendini kısa sürede iyileştirmiştir." Duyduğumun rahatlığıyla derin bir nefes aldım. Hala katil olmak için zamanım vardı demek ki.
"Annen için üzüldüm."
"Ben de." dedi ve yola odaklandı. Sonra aramızda ki sessizlik devam etti. Ta ki evin önüne gelene kadar. Arabayı durdurduğunda aşağı inmedim. Sadece ışığı yanan pencereye özlemle baktım. İçeri giremeyeceğimi biliyordum. Yapabileceğim tek şeyi yapmış, özlemimi bu mesafeden gidermiştim. Bundan sonrası için bir başımızaydıl. Sonra bir anlık özgüvenle Welkorot'a döndüm.
"Buradan sonrasını ben süreceğim." dedim ve inmesini bekledim. O indiğinde kendimi sürücü koltuğuna kaydırdım.
"Nereye?"
"Şu ana kadar tanıdığım tek şifacıya."
Sarışına!
Arabayı yıkık dökük deponun önüne park ettiğimde içim garip bir şekilde titriyordu. Korkudan mı? Hayır tüm yaşadıklarımdan sonra ondan korkmuyordum. Çektiğim acılardan sonra bana zarar verebileceğini düşünmüyordum. İçimdeki duygu daha çok intikamdı.
Burada olduğunu nereden bildiğimi ise bilmiyorfum. Ama evin önüne geldiğimizden beri nereye gideceğimi biliyor gibiydim. Hatta bundan emindim. O beni yanına çağırmıştı. Bunu daha öncede yapmıştı. Bana hayatımın en berbat anını yaşatmak için yine aynı şeyi kullanmıştı. Ve ben bu sefer korkaklık yapmadan ona yaptıklarını ödetecektim. Arabanın kapısını hızla çarpıp yürümeye başladım. Welkorot da arkamdan geliyordu.
Geldiğimiz kullanılmayan deponun içi oldukça ıssızdı. Ancak bu daha önce olduğum yer değildi. İçerisi rutubet kokmuyordu. Ama annemi hatırlamam için her şey yeterliydi. "Burada birisinin olduğunu sanmıyorum." dedi Welkorot.
"Burada olduğunu biliyorum. Beni takip et." diyerek önden yürümeye başladım.
"Kimi arıyoruz?" diye sordu.
"Eskilerden birisi"
"Eski sevgilin?" diye tahmin yürüttü. Bende kahkaha attım. Eski sevgililerim beni öldürmeye çalışan manyaklardan ibaretti.
"Hadi yürü."
Gıcırdayan kapıyı sonuna kadar açıp içeri geçtim. Ve işte oradaydı. Poposunu masaya yaslamış. Ellerini göğsünde birleştirmişti. Sarı saçları karanlık olmasına rağmen oldukça parlaktı. Gözlerinin ifadesini gördüğümde sinirle yumruklarımı sıktım.
"Hoş geldin sevgilim." dedi çarpık gülümsemesiyle. Welkorot'un beni tutmasına izin vermeden koşarak yanına gittim ve bu arada karanlık oda benden yayılan ışıkla parlamaya başlamıştı bile. Onun boğazını sıkarken bedeni masaya doğru eğildi. Ben de daha çok itip üzerine çıktım ve tüm nefretimle onun mavi gözlerine baktım. Bedenim deki ışık gözünü kısmasına neden olacak kadar güçlüydü.
"Annemi öldürdün!" diye bağırdım. Parlayan ellerimden birisini çekip ona yumruk attım.
"Sen onu öldürdün. Şerefsiz. Sana güvendiğime inanamıyorum!" Bana karşılık vermemesi sinirimi bozuyordu. Bana direnmeye çalışmasını ancak benden daha güçlü olmadığını anlamadını istiyordum. Onu parmaklarımın arasında yok etmek istiyordum. O öldürüldüğüm ilk kişi olmayı sonuna kadar hak ediyordu. Welkorot ne demişti? Onun enerjisini kendininkine katarsın. Elimi boğazından çekip kalbinin üzerine koydum. Ve onun acıyla inlemesini dinledim. Bedeni parlamaya başlamıştı ve gibi elleriyle bildiğimi kavramıştı ama benden güçlü değildi. Enerjisi  turuncu ve sarı karışımı bir şeydi. Güçlüydü. Ama benden daha güçlü değildi. Işığı giderek azaldığında birisinin beni belimden çekerek yere indirmesiyle durmuş oldum.
Birkaç adım gerileyip Sarışına baktım. Yarı baygın halde masanın üzerinde yatıyordu.
"Sen ne yaptığını sanıyorsun?" diye azarladı beni Welkorot. Ama yaşadıklarımı bilse bana yardım edeceğine emindim.
"O it herif ilk önce bana günlerce işkence edip sonra annemi öldürdü!"  diye bağırdım. "Şerefsiz!Öldüreceğim onu!" Tekrar ona yönelince Welkorot beni durdurdu.
"Tamam. Sakin ol biraz tamam mı? Teknik olarak sen de benim annemi öldürdün. Ama ben seni öldürmüyorum. Sakinleş." Onu geriye iterek sinirle baktım.
"Ben bir şey yapmadım. Hepinize gerçek anlamda benden nefret edeceğiniz nedenler verene kadar durmayacağım. O uyandığında, sadece ben ne istersem o olacak!" Ellerimi saçlarıma daldırıp dışarı çıktım. Gecenin serinliğinde yürümeye başladım. Neden buraya geldiğimi anlamıyordum bile. Yine isteğim dışında gerçekleşen olaylar vardı ve bunlar beni daha da sinirlendiriyordu. Gözümden akan yaşı silerek sokağın kenarındaki kaldırıma oturdum.
Lanet bir hayatım olduğu için ne mutlu bana. Nedense gözlerimi kapattığımda Rüzgar'ın mavi gözleri karşıma çıkıyordu. Onu kaybetmiştim. Astrid yüzünden beni yüz üstü bırakmıştı. Ama madem Astrid bana bağlı o halde Rüzgar'la asla birlikte olmamalarını sağlayacaktım. Bugün onu engelleyebildiysem bir daha yapabilirdim. Yapacaktım da! Kendime verdiğim sözleri hatırladım. Hepsini tutacaktım. Öfkemi kontrol altına alıp depoya geri döndüm. Sarışın masanın üzerinde doğrulmuş kafası öne eğik bir şekilde oturuyordu. Benim içeri girmemle kafasını kaldırdı. Ama bu sefer o çokbilmiş sırıtışı yoktu. Bense onun tersine sırıtarak Welkorot'un yanına gittim. Ve ona bakmayı sürdürdüm.
"Güçlenmişsin." dedi öksürerek. Elini acı çekiyormuş gibi göğsüne yerleştirmişti.
"Ben hep güçlüydüm sadece kullanmayı öğrendim." diye karışık verdim. Bu sözüme gülümsedi. "Bana yaşattığınız acılar zihnimi açtı."
"Gerçekten de Astrid değilsin öyle değil mi?" derken masadan atlayarak kalkmıştı.
"Sana anlatmaya çalıştığım tek şey buydu. Ama sen ne yaptın bana işkence ettin sonra da annemi öldürdün! O benim annemdi... O masumdu." Göz yaşlarım tekrar akmaya başlamışlardı. Kafasını sallayarak yanıma geldi. Geri çekilirken göz yaşlarımı sildim.
"Kokun hakkında yanılmam imkansızdı."
"Bana göre de uzaylıların olması imkansızdı!"
Kafasını eğerek odanın arka kısmına yöneldi.
"Seni buraya tartışmak için çağırmadım Asya. Burada olmanı istedim çünkü..." Ayrıntıya karanlık depoda giremeyeceğini anlayarak duraksadı ve devam etti. "Hadi içeri geçelim. Konuşacağımız çok şey var."
Parmağımı ona tehdit içerisinde uzatarak konuşmasını kestim. "Seni affettiğimi falan mı düşünüyorsun?"
Kafasını iki yana salladı. "Beni hayatın boyunca affetmeyeceksin. Ama sana daha çok istediğin bir intikamı sunabilirim. Astrid hepimize en çok acıyı çektiren kişi." Birkaç adım daha atarak duvarın dibinde durdu.
Welkorot'la yanına ilerlerken elini duvara yerleştirmişti ama hiç bir şey yoktu. Sonra sesli bir şekilde kıkırdayıp bana döndü. "Bana kapıyı açacak kadar bile enerji bırakmadın." dedi. "Ve hala canım yanıyor." Ben de memnuniyetle gülümsedim.
"Yaşadığına dua etmelisin. Çünkü günün sonunda seni öldüren kişi olacağım." Tekrar güldü. "Haklısın." Sonra duvarın önünde durmaya devam ettik.
"Ee?" dedi Welkorot.  "Burada ne yapıyoruz?" Sarışın mütemadiyen ellerini kaldırdı.
"Bana bakma evlat. Biraz önce resmen sömürüldüm. Burada kapıyı açabilecek tek kişiyi sömürdünüz." Ona gözlerimi devirdim. "Belki enerjimi geri verirsen..."
"Çok beklersin! Nasıl açacağımı söyle ben açarım."
Elimi tutup duvara yerleştirdi. "Enerjini bir anahtar gibi düşün sadece deliğe sokman lazım." Kafamı sallayıp dediğini yapmaya çalıştım ve gittikçe daha rahat hareket ediyordum. Elimden çıkan ışık duvara geçtiğinde hepimiz bir adım geriledik. Işık bir müddet içeride kalıp dayanarak yayılmaya başladı. Tüm duvar yol hatırası gibi parlamaya başladığında elimi koyduğum yerden başlayan boşluk gittikçe büyüyerek geçebileceğimiz bir kapıya dönüştü. Şaşkınlığımı gizleme gereği duymadan Welkorot'a baktım. Buradaki büyü Kral'ın sığınağındakiyle aynıydı.
"Evet." dedi sarışın. "Bizim Krallığımıza hoş geldiniz."
İçeri karanlık falan değildi. Aslına bakarsanız burası bir açıklıktı. Yani yerler çimenlerle kaplıydı. Garip olan çimenlerin mavi olmasıydı. Sol tarafta birçok genç çimenlere oturmuş sohbet ediyorlardı. Bazıları kitaplar üzerinde tartışıyorlardı. Bazıları ise gülerek koşturuyorlardı. Hepsi 15-20 yaş aralığındaydılar. Belki daha genç... Ama hepsi garip kıyafetler giymişti. Bazıların saçları tarif edemeyeceğim renklerdeydi. Ve çoğu kişinin saç rengi farklıydı. Bu da çimlerin üzerinde bir gökkuşağı hareket ediyormuş izlenimi veriyordu.  Hava normalden daha serindi. Hatta nefesimi üflediğimde ağzımdan  buhar çıkıyordu. Açıklığın arka kısmında kocaman bir bina vardı. Tahminimce 20 katlı falandı. Gökdelen tarzında dışarıyı gösteren aynalarla kaplanmıştı. Ve U şeklinde arkaya doğru devam ediyordu. Binanın arkasından yükselen dağlar  kar kaplıydı. En arkadaki parlak dağ ise göz alıcıydı. Bu buz kristallerinden oluşmuş bir dağa benziyordu. Ve tepesinde zar zor seçilen görkemli bir saray vardı. Her taraf mavi beyaz tonlarında ferahlık içinde görünüyordu. Huzur dolu. Gençler bizim içeri girmemizle birlikte sessizleştiler. Koşturan birkaç çift yere düştü. Welkorot'la göz göze geldiğimde sırıttığını gördüm. Halinden memnun gibi görünüyordu. Onun uzun zamandır güneş ışığını görmediğini düşündüm. Ben bile bu bir kaç günde ışığa hasret kalmıştım. Gözlerim ışığı unutmuş gibi yanıyordu. Sarışın önümüze geçip ilerlemeye başladı. Biz de ardından onu takip ettik. Ama binanın içine girdiğimizde beklemediğim başka bir sürprizle karşılaştım. Başka bir sarı kafa elleri cebinde bizi bekliyordu. Bedenim eski defterlerin açılmasından hoşnutsuz bir şekilde titredi. Ama bedenimdeki titreşime aldırmadan karşımdaki ukala yüzün çenesine bir yumruk geçirdim. Welkorot tekrar beni tutarak geri çekti.
"Yavaş ol. Her gördüğüne saldırıyorsun!"
"Senin burada ne işin var!" diye bağırdım.  "Her şey senin suçun... Sen ve senin aptal bilmecelerin... Eğer sen olmasaydın normal hayatıma devam edecektim ben!"
Özgür ellerini cebinden çıkarıp vurduğum çenesini ovaladı.
"Senin hayatın hiç bir zaman normal olmadı Asya." dedi sakince. Ben de kollarımı Welkorot'dan kurtarıp tekrar üzerine atladım.
"Sen! Ah sen beni öldürmeye çalıştın!" Ama yine birisinin beni geri çekmesiyle durmak zorunda kaldım.
"Asya. Bunları yarın tartışabiliriz şimdi hepimiz için uzun  gündü, dinlenmeliyiz."
Bizi yönlendirerek bir odanın önünde durdu.
"Şimdilik burada kalın. Konuşsak bile yarın hepimiz unutacağız. Bu yüzden şimdi dinlenin sizi alması için birisini yollarım." diyerek uzaklaştı. Yürürken tekliyordu ve eli hala göğsünün üzerindeydi. Etrafıma sorun olmaya devam etmek istiyordum. Ancak şuna enerjinin verdiği sarhoşluğun etkisinde olduğumu biliyordum. Eğer uyumazsam ertesi gün yaşadıklarımı net hatırlayamayacaktım. İntikamımı unutmak istemiyordum.
Welkorot'la odanın içine geçtik. İçerisi oldukça genişti. Ve belki de tek sorun odanın içindeki çift kişilik yataktı. Gözüm yatağın sağ tarafındaki kanepeye takıldı. Açıkçası çokta rahat gözükmüyordu. Welkorot göz ucuyla bana baktıktan sonra kendini yatağa bıraktı.
"Hey!" diye bağırdım. "Yatak senin değil."
"Dün gece benim yatağımı işgal ettin Asya. Bu gece buna izin vermeyeceğim. Kanepede uyuma sırası senin."
"Bunu asla yapmayacağım. Çok yorgunum."
"O halde yanıma yatabilirsin." dedi gülerek. "Yatak çift kişilik..."
"Kalk ve kanepeye geç Welkorot."
"Bunu neden yapayım?" dedi uykulu sesiyle. Benim kadar yorgundu.
"Çünkü senin hayatını kurtardım. Bana borçlusun."
"Hım tabi Asya... Bugün o kalabalığın seni kurban ermesini önleyende babandı zaten. Borcumu çoktan ödedim ben." Ellerimi yumruk yaparak ona ve umursamaz tavrına baktım. Çoktan uyumuştu. Yoksa sızmıştı mı demeliyim? Ben de etrafımda dönüp banyoya yöneldim. Ve içerideki geniş küveti gördüğümde gülümsemeden edemedim. Ne kadar zamandır doğru düzgün yıkanmıyordum? Üç hafta? Dört hafta?
Hemen suyu açıp kapıyı kilitledim ve üzerimdeki bol kıyafetlerden kurtuldum. Sıcak su ve şampuan... Bedenim rahatlarken bacaklarımı lifliyordum. Ve gözlerimi kapatmıştım. Kısa sürede lifi bırakıp sadece dinlenmeye başladım.
Suyun hafif teması, sıcaklığın rahatlatıcı etkisi... Bilincim gittikçe kapanıyordu.
...
Gözlerimi soğuk suyun etkisiyle açtım. Rahatlatıcı su soğumuş ve bedenimi kaskatı kesmişti. İyi olan tek şey kabussuz bir geceydi. Ayağa kalkıp havluyu bedenime sardım. Tanıdık bir yerde değildim ama sanırım bu duruma artık alışmıştım. En son hatırladığım şey sığınaktan kaçışımızdı. Ve öldürdüğüm o adam. Ardından olanlar silikti. Etrafıma birkaç saniye daha bakındıktan sonra olanlar daha tanıdık geldi. Sarışının üzerine atlayışım. Onu öldürmediğim için şanslıydı. Ama bu onu öldürmeyeceğim anlamına gelmezdi. O aptal kafası yüzünden benden hayatta en değer verdiğim kişiyi almıştı. Ve bu kesinlikle yanına kalmayacaktı! Banyodan çıktığımda Welkorot'un yatakta uyuduğunu gördüm. Ve içerideki gardırobu açarak giyecek bir şeyler aradım. Hava soğuk olduğu için uzun kollu bir kapüşonlu ve kot pantolonu çıkarıp üzerime geçirdim. Dolap tamimiyle benim bedenimde kıyafetlerle doluydu. Hatta çekmecedeki iç çamaşırları bile bana göreydi ki bu biraz gıcık bir durumdu. Saçlarımı kurulama gereği duymadan yatağa çaprazlama yatan Welkorot'un yanına oturdum.  Aslında derinlerde bir yerde kalbi olduğu açıktı ama onu kullanmayalı uzun zaman olmuş olmalıydı. Belki de ona kalbini nasıl kullanması gerektiğini öğretebilirdim. Onunla dost olmak ihtiyacım olan bir şeydi. Bir aşk değil, bir dostun sevgisine ihtiyacım vardı. Ellerimi dağınık saçlarına uzatıp gözünün önünden çektim. Ama ani hareketle bileğimi kavradı ve doğruldu. İlk önce şaşkın sonra sinirli ifadeyle etrafına göz attı.
"Neredeyiz?" diye sordu.
"Bilmiyorum. Ama kaçmayı başardık. Güvenli bir yerdeyiz."
Eliyle zaten karışık olan  saçlarını daha çok karıştırarak ayağa kalktı. Odanın sonundaki boydan boya cama yaklaşarak sesli bir küfür savurdu ve elini cama yaslayarak gözlerimi kırpıştırdı. Ben de yanına gidip muhteşem manzarayı izledim.
"Hoş değil mi?" diye sordum. Görünen manzara dünyada var olamayacak kadar muhteşemdi. O ise yutkunarak bana baktı.
"Bu bir rüya falan mı? Asya buraya nasıl geldik?"
"Rüya olduğunu sanmıyorum. Ve birisi bizi buraya çağırdığı için geldik. Sanırım bir büyü yüzünden."
"Hayır Asya anlamıyorsun. Burası tıpkı..." Cümlesi açılan kapıyla yarım kaldı. Ama buranın ona çok tanıdık bir yeri anımsattığını anlamam için yeteri kadar konuşmuştu.
"Demek uyandınız." Sarışın bize bakıyordu. Onun hayatta olması adalet değildi. Adımlarımı hızlandırarak yanına gittiğimde var gücümü bir tokat için kullandım. "Ölümün benim elimden olacak! Duydun mu beni?! Senin yanmanı seyredeceğimi söylemiştim, bunu gerçekten yapacağım." Welkorot beni geri çekti ve Sarışına baktı.
"Senin adın ne?!" diye sordu.
"Melyn." Gözlerimi kısarak ona baktım. "Seni öldürmek için hala geç değil." diye fısıldadım.
"Biliyorum Asya ama beni öldürmeyeceksin. Çünkü sana onunla başa çıkmayı öğretebilirim belki de içinden çıkarabilirim. Bu yüzden buradasın. Şimdi konuşmak için sizi bekliyoruz. Hazırsanız gidelim."
"Burası neresi?" diye sordu Welkorot gitmesine izin vermeden. Gözü hala camdan dışarıda Buz ve kristal kaplı dağlardaydı. Sarışın ya da Melyn sesli gülüşü ile kapıdan çıktı. "Burası sadece bir yansıma genç çocuk. Asla gezegenine kavuşamayacaksın." Dediklerini anlamlandırmaya çalışırken peşine takıldık. Beyaz kaplı bir odaya girdiğimizde uzun masanın başında oturan sarı kafayı gördüm. Ve kendimi tutma gereği duymadan yakasına yapışıp ayağa kaldırdım.
"Senin burada ne işin var?" Sinirden titriyordum.
"Merhaba Asya."
"Merhaba mı? Merhaba mı? Sen!" onu geriye doğru var gücümle ittim. Cam kaplı duvara çarptığında birkaç çatlama sesi duyuldu. Melyn araya girmeseydi Özgür'ü camdan aşağıya atabilirdim ama beni tutup geri çekti.
"Şu andaki en büyük kozumuzu yok etmene izin veremem Asya." Ona sinirle bakıp elimi Özgür'e doğru salladım.
"Kime karşı koz?!" Özgür nasıl bir koz olabilirdi? O benim ilk kabusumdu! Bütün hayatımın sökülmesine neden olan ilk ilmekti.
"Yüce Kralımıza karşı Asya... Karşındaki sarışın çocuk Boreas'ın öz kardeşi Hethon. Belki de onu durdurabilecek tek kişi."  Özgür... Elimi saçlarımın arasına geçirip ona baktım. Sırıtan suratı ve bilmiş havasıyla ayağa kalkıyordu. Aşık olduğum ilk adam aşık olduğum son adamın kardeşiydi. Pekala, bu çok saçma bir durumdu. Benim için bile...
...
Uzun masada Özgür'ün karşısında oturuyordum. Ve olanları anlamaya çabalıyordum. Özgür Rüzgar'ın kardeşiydi. Çok benzer yönleri yoktu, aslında hiç yoktu. Ama Bu Serat'ın Özgür'e sorgusuz sualsiz itaatini açıklıyordu. Özgür bana dikkatle bakarken Welyn konuşmaya başlamıştı.
"Boreas'ın aslında Kral olarak bir yetkisi yok ona itaat edenler sadece saygıdan. Ama Hethon'nun yaşadığını öğrenseler bizim tarafımıza geçeceklerinden eminim."
"Sizin tarafınıza mı? Neden?"
"Çünkü burası bizim türümüz için en uygun yer Asya. Ve emin ol o karanlık labirentten çok daha iyi. Burası evimize en yakın yer."
"Bunun Özgür ile ne alakası var? Bunun benimle ne alakası var?"
"Hethon yani Özgür Astrid'in suçunu ispatlayan kişiydi Asya. Burada en güvenilir kişi o. Onun peşinden gideceklerine eminim. Suçlunun cezasını vermeyen bir Kral'dan daha fazla sözü geçecektir."
Özgür'e daha dikkatli bakıp incelemeye başladım. Çok uzun zaman olmuştu tanıdık yüzünü görmeyeli. Her gece kabusuma giren bakışları daha yorgun ve olgundu. O artık okuldaki zengin çocuk değildi. Tıpkı benim gibi zamanla değişmişti. Sarışın'a döndüm. "Bunun benimle alakasını hala anlamadım." Derin bir nefes alıp gözlerini tavana dikti.
"Asya, tüm bunların sorumlusunu içinde bulunduruyorsun. Tüm olanlar seni ilgilendirir. Seni öldürmek isteyen birçok kişi var. Sadece seni bu durumdan kurtarıp eski hayatına geri göndermek istiyorum." Gülerek ona baktım.
"Eski hayatıma geri göndermek mi?! Şaka mı bu? Neyin eskisinden bahsediyorsun sen? Hayatımın içine sıçtınız siz. Şimdi hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam etmemi mi istiyorsun?"
"Asya." dedi Özgür. Dirseklerini masaya yerleştirmiş biraz öne doğru edilmişti. "Bak bunlar senin anlayabileceğin bir boyut değil. Sadece söz dinle olur mu?" Bende onu taklit ederek dirseklerimi masaya yerleştirdim.
"Astrid'in suçlu olduğunu nasıl ispatladın Hethon?" Bana dalga geçer gibi baktı.
"Onu bizzat babamın odasına girerken gördüm. Astrid babamı öldürdü. Ama sevgili abim onun kılına bile zarar veremedi."
"Astrid'in ölmesini mi isterdin?" diye sordum bu sefer. Tabii ki bunu herkes istiyordu. Amacım onu savunmak falan değildi. Ama içimden bir ses tüm bu olanlarda Astrid'in bir suçu olmadığını söylüyordu. O da tıpkı benim gibi masumken intikam arzusu ile dolmuştu.
"Onu öldürenin kişi olmayı isterdim." dedi soğuk soğuk. "Kanının ellerime bulaşmasınu, enerjisinin yok olmasını..." Geriye yaslanmadan daha dikkatli baktım ona. "Onu bir kancaya asıp bıçaklamak mıydı hayalin?" Bana cevap vermedi. Dikkatle bana bakan gözleri başka bir nokta bulmak için gözlerimden ayrıldı.
"Pekala benden istediğiniz şey ne?" Diye devam ettim. Bana yapılanlar için çektireceğim ızdırap henüz başlamamıştı.
"Senden istediğimiz şey güçlenmen Asya. Güçlenmen ve Astrid'i yenmen. İçinde bulundurduğun enerji nasıl olduğunu anlamasam da hepimizden daha güçlü. Açıkcası seni gezegenin içerisinde anımsamıyorum. Astrid dışında bu kadar güçlü bir büyücü bir büyücü tanımıyordum." Gülümseyerek konuşan sarışına baktım. Ayrıntılarına takılmadım.
"Gerçekten eğlenceli. Onu içimden çıkaracağını söyledin. Bunu yap ve istediğini al."
"Yaptığımızın ne olduğunu sanıyorsun Asya? Bir tür şeytan çıkarma ritüeli mi? Onu içinden çıkarabilecek tek kişi sensin. Belki de tekrar içine almayacak demeliyim. Ama daha sonra onu nasıl bulacağımızı bilmiyorum." Gözlerimi kapatıp kafamı arkaya yasladım.
"Lues'ı tanıyor musunuz?" dedim aniden.
"Lues mı? Buda nerden çıktı?"
"O Astrid'e bir şey yapmış. Tek istediği ondan intikam almaktı. Belki de işe onu bulmakla başlamalısınız. Çünkü onu bulduğunuzda Astrid'in ininden çıkacağına eminim. Sonrada öldürmek için elinizden geleni yaparsınız."
"Lues Astrid den önce dünyaya sürgün edilen bir cadıydı." dedi Özgür.  "Bu uzun zaman önceydi. Gezegenimiz yok olduğunda Boreas onu affetmişti." Kafamı salladım.
"Peki ya gezegeninizi yok eden kişi oysa? Bunca sene Astrid'den boş yere nefret ettiyseniz?" Söylediğim şeyleri birkaç saniye düşünmediler bile. Odaklandıkları tek şey Astrid'di. Ondan en az onlar kadar nefret etsem de suçlunun bir başkası olduğuna neredeyse emindim.
"O benim babamı öldürdü. Ondan asla boş yere nefret etmedim." Özgür ayağa kalkarak uzun masada bana yaklaştı. Her adımında bakışları daha da sertleşti. Etrafından onu destekleyen bir cümle bekledi. Ama kimse konuşmadı. Onun aksine diğerleri olabilecek başka bir gerçeği düşünüyorlardı.
"Hamileydi." dedim Özgür tam yanıma geldiğinde. "Sürgün edildiğinde Boreas'ın çocuğunu taşıyordu. Neden gidip babanı öldürsün ki? Sürgün edilirse çocuğunu kaybedeceğini biliyordu. Bu riski göze alamazdı." Bir süre etrafım sessizliğini korudu. İlk konuşan diğerlerinden daha olgun olduğu anlaşılan Melyn'di. Ve aklını kullanan tek kişinin annemin katili olması gerçeği canımı yakıyordu.
"Bunları nereden biliyorsun Asya? Ona inanmamalısın. O tanıdığım en büyülü varlık. Kandıramayacağı kimse yok."
"Hayır" dedim. "Bu bir kandırmaca değil. Onu hissedebiliyorum. Onun hakkında şeyler görüyorum. Gerçek anılar olduğuna emin olduğum şeyler. Ve vücudumu ele geçirdiğinde söyledikleri oldukça gerçekti."
Kafasını sallayıp Özgür gibi ayağa kalktı. "Onu tanısaydın inan bana böyle konuşmazdın."
"Onu tanıyan kişi sen misin?" dedim Melyn'e. "Yani onu oldukça iyi tanıyorsun? Benden daha iyi... Ben sadece onun bakış açısından görebiliyorum. Siz onu her şey için suçlarken neler hissedebileceğini biliyorum. Sadece bir teori... O suçsuz olabilir. Ve eğer suçsuz olsaydım ardından da bebeğimle sürgüne yollansaydım. İnan bana oldukça sinirlenirdim. İntikam isterdim." Bana son kez bakıp odadan çıktı. Ben de ayaklarımı masadan indirip ayağa kalktım. Özgür ve Welkorot hala bana dikkatle bakıyorlardı. "Bana çektirdiğiniz asılsız acılar için hepinizden intikam almak istemem gibi. Astrid hakkı olanı almak istemiş olabilir." Özgür yine de kafasını iki yana salladı. "Babamı öldüren kişi oydu. Eminim!"
Belli belirsiz kafamı salladım. Haklı olabilirdi. Her şeyin sorumlusu Astrid de olabilirdi. Ama eğer o değilse onlara çektirmek istediği acıyı anlayabiliyordum.
"Ee?" dedim "Nereden başlıyoruz o halde?"
"Onunla direk olarak konuştun mu Asya?" Dedi Welkorot uzun tartışmadan beri ilk defa konuşmuştu. Artık konuşmakla ilgili sıkıntı çekmiyordu. Ayağa kalkarak kapüşonlumu  kafama geçirdim.
"Belki."
"Bu bir cevap değil Asya. Onunla iletişime geçtin mi? Seni büyüsü altına almaya çalışacaktır. Seninle konuşmasına izin vermemelisin." Ellerimi cebime sokup kapıya yöneldim.
"Sence bu hoşuma mı gidiyor? Onu her hissettiğimde canımın ne kadar yandığını tahmin edemezsin. Şimdi izninizle biraz etrafı inceleceğim." Kapıdan çıktığımda normal binalar gibi merdivenleri kullanarak kendimi dışarıya attım. Ve omuzlarımı dikleştirip kapüşonlumu yüzüme doğru daha çok çektim. Sessizce ilerleyip bir ağacın altına oturdum. Ve huzur dolu manzarayı seyre daldım. Gerçekten muhteşemdi.  Güneş hala tepede parlıyordu ama buna rağmen hava soğuktu. Dağlar gün ışığı ile parlayarak gözümü kamaştırıyordu. Bir yansımanın bile bu kadar muhteşem olduğu gezegenin gerçeğini merak etmeden edemiyordum. Böylesi bir mükemmelliği ve onlarca masum nasıl yok edebilirdi? Bir intikam uğruna bunca kan dökmeye ve bunca şeyi kaybetmeye değer miydi? İçten içe sarışına ve ya Özgür'e ne kadar sinirli olursam olayım yine de onlara zarar veren bir şeyi içten dileğimde istemeyeceğimi biliyordum. Sadece canımı yakan herkesin benden uzak olmasını istiyorumdum. Ne daha fazla acı çekmeye hazırdım, ne de çektirmeye... Yorulmuştum. Bu intikam, nefretten yorulmuştum. Bu yüzden Astrid'e benzemiyordum. Onunla ortak olmayan yanlarımızdan birisi buydu. O birçok konuda benden daha üstündü. Benden daha iyi intikam aldığı ortadaydı. Ama yine de kimse benim kadar saf olamazdı. Etraftaki diğer kişilere baktım. Bazıları beni fark etmiş gözlerini kırpmadan beni seyrediyorlardı. Ama onlara aldırmadan derin bir nefes aldım. Bunu yapacak mıydım? Yani gerçekten de Rüzgar'a ihanet edecek ve onun Krallığına son mu verecektim? Ona bu kadar aşıkken nasıl olacağını merak ediyordum ama kulaklarımda bana söylediği tek bir cümle vardı.


AvaritiaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin