Bölüm 12: Gözler Ruhun Aynası

2.8K 119 16
                                    

Yazım yanlışım varsa affola...

"Asya arabaya bin!" Bildiğim bütün gerçeklerin yalan, yalan olmasını istediğim şeylerin gerçek oluşuna ne zaman alışacaktım acaba? Belki hiçbir zaman. Belki de tam olarak şimdi... Astrid onu seviyordu, o da Astrid'i seviyordu. Ben aradaki engeldim, aynı zamanda aradaki tek bağlantılarıydım. Ona bakmak beni üzüyordu. Çünkü bu sefer gerçekten birisinin beni sevebileceğini düşünmüştüm. Onu sevmiştim. Ona ve Batuhan'a, denizin kokusunun içeri dolduğu eve, çatı katında uyumadan önce yıldızlara uzun uzun bakmaya alışmıştım. Onu sevmiştim. Onu hala seviyordum. Sert bakışlarından etkilenmemeye çalışarak "Hayır..." dedim. Bu çıkışıma şaşıran tek kişi Rüzgar değildi. Etrafımdaki herkes bana şaşkınlıkla bakıyordu.
"Doğa arabaya bin!"
Doğa'ya geçtik demek Rüzgar Bey.
"Hayır Rüzgar Bey... Bana emir vermeyin."  Sağ gözü seğirirken kolumu kavradı.
"Bak tartışmak istemiyorum. Hemen arabaya bin! Bana bunu tekrar söyletme!"  Acıyan koluma aldırmadan onun neredeyse şeffaflaşan  gözlerine baktım.
"Bana emir vermekten vazgeç yalancı herif! Sana güvenmek istiyorum ama her seferinde bana yalan söylüyorsun! Doktorun söylediklerini bana söylemedin, sabah gördüğüm adamla konuşman, şimdi bu..." elimle etrafı işaret ettim.  "Bir deli olduğumu söyleyip duruyorsunuz ama bu ne? Gerçek değil mi, kafamda olan bir şey mi? Nesin sen! Nesin? Neden deli olmadığımı söylemiyorsun! Sana inanmamı, sözünü dinlememi mi istiyorsun? O halde bana yalan söylemekten vazgeç! Bir açıklamayı hak ediyorum. Benden neden hoşlandığını biliyorum." Kolumu hızla çekip yüzüne daha dikkatli baktım. Sinirliden çok tedirgin gibiydi.  Ağaçlıkların arasına bakıp tekrar bana döndü.
"Deli olmadığını söylememi mi istiyorsun Asya?! Belki deli değilsin ama aptalın tekisin!! Şimdi bin şu lanet arabaya!" Bir kahkaha atıp omuzlarımı dikleştirdim.
"En azından ben aptal olduğumun farkındayım. Senin bunu anlaman için o koca egonu yıkman gerek! Al arabanı başına çal ya da ne yaparsan yap, seninle gelmiyorum. Benim o olduğumu düşünüyorsun. Aptal!" Kimsenin beni hastaneye götürmesine izin vermedim. Kızları hastaneye gideceğime ve geri döneceğime dair ikna edip yalnız kalmak istediğimi söyleyerek bir taksiye atlayıp hastanenin adresini verdim. Neden mi? Çünkü bu halde gidebilecek başka bir yerim yoktu. Ve deli damgasından kurtulmam için tedavi görmem şarttı. Bu yüzden hastane en iyi karardı. O sırada kulaklığımı çözmeye uğraşıyordum. Yaşlı doktorun kapısının önüne geldiğimde hala yüksek sesle müzik dinliyordum. Kapıyı çalmadan içeri daldım. Zaten geleceğimden haberi vardı. Neden yalancı bir kadına saygı göstermeliydim? İçeri girdiğimde ona hiç bakmadan bana her zaman rahatsız görünen koltuğa uzandım. Ellerimi karnımın üzerimde birleştirip bir yandan da çalan şarkıya ritim tutuyordum. Birisi kulaklığımı çıkarıp adımı söyleyene kadar her şey güzeldi. Hastaneye hiç gelmeyip denizi seyrederek müzik dinleseydim belki şu andan daha iyi bir terapi görebilirdim. "Asya Hanım?"
"Evet?" Dikkatimi çektikten sonra Benim uzandığım koltuğun ayakucundaki koltuğa oturarak elindeki kağıtları incelemeye başladı.
"Gelmenize sevindim." Yapmacık gülümsemesini anlamayacağımı mı sanıyordu bilmiyorum ama hala gülümsüyordu. Hafifçe doğrulup geriye yaslandım. Onu umursamayan tavırlarım ve incelediği kağıtlarım ile beni sevmesi mümkün değildi, sadece bu durum için profesyonel kelimesi kullanılabilirdi.
"Her gün burada ne yapacağım?" diye sordum. Etrafımı inceliyordum. Adını bile hatırlamadığım yaşlı kadının arkasında bir masa vardı. Üzeri aşırı düzenliydi. Her şey simetrik bir açıya sahipti. Masanın arkasındaki panoda birçok kağıdın arasında bir çocuk resmi asılıydı. Tipik bacası tüten bir ev ve yanında gelişi güzel çizilmiş insanlar. Benim uzandığım koltuğun sol tarafı ful camla kaplıydı. Dışarısı hatta boğaz rahat bir şekilde görünüyordu. En garibi ise başta gözlerim kapalı olduğu için fark etmediğim ama şimdi kendimi garip hissettiren tavandaki aynaydı. Tam olarak benim bulunduğum yerin üzerine yerleştirilmişti. Kendimi görmek iyi hissettirmedi. Yüzleşmem gereken çok şey vardı.
"Konuşacaksınız." Soruma cevap verdiğini anladığımda gözlerimi aynadan çekip ona yönelttim.
"Ne hakkında konuşacağım?"
"Bana sizi üzen her şeyi anlatabilirsiniz mesela. Ya da yaşadıklarınızı..." Kafamı hayır anlamında salladım.
"Size bir şey anlatmayacağım."
"Ama anlatman gerek Asya. Her şeyi içinde tutamazsın. Anlatmalısın. Gördüklerini, düşündüklerini, yaşadıklarını anlat. Anlat ki yanlışlarını birlikte bulabilelim. Gerçek ile hayal arasındaki farkı anlamana yardımcı olabilirim." Aynadaki kendimin gülümsemesine şahit oldum. Tıpkı rüyamdaki gibi... Demek gerçeği anlamama yardım edebilirdi? Son yaşananlar olmasa ona inanabilir, iyileşmek için daha fazla delirmeyi göze alabilirdim. Ancak anlatmanın şuan beni daha kötü bir teşhisten ileriye götürmeyeceğini biliyordum.
"Size hiçbir şey anlatmayacağım."
"Bu şekilde hiçbir yere varamayız. Neden anlatmak istemiyorsun?"
"Size güvenmiyorum. Ve anlatacağım şeyleri kaldırabileceğinizi düşünmüyorum."
"Tek sorun bu mu Asya?" Evet ya da hayır, ne fark ederdi? Anlatmak istemiyordum. "Bak Asya eğer kurtulmak istiyorsan korkularının üzerine gitmelisin. Gerçekliğe dönmene yardımcı olabilirim. Bana gördüklerinden bahset. Garip olaylardan. Mesela o notta neden Astrid yazdığından başlayabiliriz. Ona adının Astrid olduğunu mu söyledin?"
"Ben söylemedim. Ben hiçbir şey yapmadım. Onlar benim o olduğumdan emin! Anlatmak, konuşmak istemiyorum." İstemsizce ona bir şeyler anlattığımı elindeki kalemle bir şeyler yazışından anlamıştım.
"Peki neden Astrid? Astrid onlara ne yapmış?" Yavaşça ona baktım. Kafasını kaldırıp bana bakmıyordu bile sadece elindeki notlara odaklanmıştı. Beni yargılayan bir ifadesi yoktu.
"Çünkü onların gezegenini yok etmiş." Diyiverdim birden. Ona anlatmaya başladım.
"Bana ondan bahset Asya. Astrid'den, Gözleri ne renkti mesela?"
"O tıpkı bana benziyor. Ama ben o değilim. Sanki içimde bir tutsak gibi... Benden hoşlanmıyor bunu hissedebiliyorum. Astrid olduğumu düşünmelerinden hoşlanmıyor. Onun yerine geçtiğimi düşünüyor."
"Sana bunları kendi mi söyledi?" Diye normal ses tonunda devam etti. Ne bir merak içeriyordu konuşması ne de iğneleme. Sanki çayımı şekerli içip içmediğimi sormuştu.
"Onu rüyalarımda görüyorum. Annemle birlikte, ya da beni tehdit ederken."
"Peki ya bu Astrid'in senin kaçmaya çalıştığın sorumlulukların olduğunu söyleyebilir misin? Kendini suçlamak istemediğin için Astrid'i yaratmış olabilir misin?" Gözlerimi tabandaki aynaya diktim. Benden daha güçlü bakan o kadını düşündüm. O benim kaçmaya çalıştığım bir şey değildi. O gerçekti. Tamamiyle gerçekti ve ben onun yüzünden acı çekiyordum. Daha fazla dayanamadan yerimden kalktım. "Bugünlük bu kadar yeter." Elindeki kağıtlarla yavaş hareketleri ile yanındaki sehpanın üzerine bıraktı. "Kaçmak bir çözüm olmayacak Asya. Çözüme ulaşmak için yüzleşmen gerek." Kafamı sallayarak derin bir nefes aldım.
"Belki bir daha ki sefere."
Hastaneyi hızla terk ettiğimde temiz havanında yardımıyla düşünmeye başladım. Her şeye inat... Astrid'e inat. Yürüyebildiğim kadar yürüdüm. Birden önüme kıran siyah araba olmasaydı belki de durmayacaktım. Arabanın sağ ön kapısına sert bir şekilde çarpmamla sol kapıdan siyah takımlı bir adamın inmesi bir oldu. Arkamı dönüp bacaklarımda kalan son enerjiyle koşmaya devam ettim. Peşimdeki adım seslerinin hızlandığının farkındaydım. Beynim aramızda 10 metreden az kaldığının söylüyordu. Sol kolumu kavrayınca sağ yumruğumu burnuna indirdim. Adam şoku atlatmaya çalışırken kolumu kurtarıp koşmaya devam ettim.  Hava kararana kadar durmadan koştum. Bacaklarım artık acımaya başlamıştı. Nefesim daralıyordu. Bir kez daha aynı şeyleri yaşamak istemiyordum. Ama hayat bana hiçbir zaman istediklerimi vermiyordu. Küçücük bedenim daha ne kadar onları oyalayabilirdi? Onlardan kurtulmak istediğimde caddenin ortasına atladığımda fren sesi ile dona kaldım. Demek böyle son bulacaktı her şey. Çok sıradan birisi gibi... Ama göz kapaklarımı rahatsız eden araba farından daha fazlasını alamadım. Gözlerimi açtığımda yolun ortasında duran Rüzgar'ın arabası vardı. İlk başta korkudan hissetmediğim bitkinlik üzerime çökmüştü. Takip edilmediğimden emin olmak için etrafıma bakındım. Kimse yoktu. Sadece direksiyonu var gücü ile sıkan Rüzgar ve ben vardık. Bir şeyler söylemesine gerek yoktu. Gözleri her şeyi anlatıyordu. Yavaş ve dikkatle arabaya bindim ve hiç konuşmadım. O sürmeye devam ettiğinde hala sinirle direksiyonu sıktığı için parmakları beyazlaşmıştı. Karanlığı bölen tek şey caddenin kenarlarındaki sokak lambalarıydı. Araba ilerledikçe bir anlığına Rüzgar'ın sert yüzünü aydınlatıyor ardından tekrar karanlığa bırakıyordu. Birkaç saniye görmek bile kanınızı dondurabilirdi. Bir heykelden daha duygusuz bakıyordu. Az önce birisini öldürmüş, ve bunu tekrar yapacak gibiydi. Batuhan'a bakarkenki sevginin kırıntısı dahi yoktu. Yutkunarak sessizliğimi korudum. Konuşursam onun sabır sınırını aşıp kötü şeyler yapmasından korkmuştum. Arabayı durduğunda etrafı inceliyordum. Ancak onun sesi ile duraksadım.
"Sen nasıl benim sözümü..." sinirle başladığı cümlesi yarım kaldı. İlk önce yüzümdeki çamura ardından patlak dudağıma geçti gözleri.
"Bunu sana kim yaptı?" Ondan uzaklaşıp arabanın kapısına daha fazla yaklaştım.
"Koşarken düşmüş olmalıyım." Diye fısıldadım.
"Saçmalama Asya! Kim yaptı bunu?!"
"Bana bağırmaya gelmedin mi sen? Ufak detaylara takılmayalım."
"Asya beni delirtme!" diye kükredi. "Kim? Kimden kaçıyordun?"
Korkuyla koltuğun kenarlarına tutundum. "Senin gibi kokum için etrafımda olan birileri daha." Rüzgar'ın bakışları yüzünden sesim titriyordu. Elini uzatarak yüzümü avuçları arasına aldı. Baş parmağı ile dudağımın kenarını okşadı. Hem bu kadar soğuk hem de nasıl bu kadar yakıcı olabiliyordu anlamıyordum.
"Sana kimse zarar veremez Asya. Ben dahil kimse... Ama beni ne kadar zorladığını bilemezsin. Ama seni tekrar kaybedemem."
"Beni mi yoksa Astrid'i mi?" Gözümden bir damla yaş düştü. Başparmağı yüzümü okşarken saçlarıma bir öpücük bıraktı. Beni seviyor olmasını diledim. Ama öyle olmayacağı açıktı. "Yakında her şeyi anlayacaksın bir tanem. Yakında her şey son bulacak. Her şeyi hatırlamanı sağlayacağım. Ama şimdi sana kimin zarar vermeye cüret ettiğini bilmem gerek."
"Ne önemi var. Sadece unutmak istiyorum. Hatırlamak değil her şeyi unutup baştan başlamak istiyorum. O kadar yorgunum ki.. Benimle olamaz mısın?"
"Dışarıda canını yakan kişilerin nefes aldığını bildiğim sürece olmaz Asya!  Şimdi bana cevap ver." Kafamı hayır anlamında salladım. Arabadan çıkmak için elimi kapı koluna uzattığımda mideme saplanan sancıyla iki büklüm oldum. Bana uzanırken küfrediyordu. Tişörtümü sıyırarak yeni oluşan morluklarıma baktı. Sadece koşmuştum. Sadece kaçmıştım. Bu izlerin nasıl olduğunu anımsamıyordum bile.
"Kim yaptı bunu sana? Cevap ver yoksa bulana kadar durmayacağım. Sana yanımdan ayrılmamanı söyledim! Seni kaybetmek istemiyorum. Ne kadar tehlikeli olduğunu bilmiyorsun bile!" Ellerini geri çekip direksiyonu tekrar tutmuştu. Zar zor nefes alıyor gibiydi. Hatta almıyor bile olabilir. Sinirden gözlerini kapatmış titriyordu. Parmaklarımı omuzunun üzerine yerleştirdim. Ona dokunduğumda o kadar soğuktu ki korkuyla elimi geri çektim.
"Rüzgar?" Etrafımızdaki hava bile soğumuştu. Arabanın pencerelerinin donduğunu hissediyordum. Rüzgar ise sanki arabayı taşıyormuş gibi ellerini direksiyona koymuş vücudunu kasıyordu. Teninde hafif kırağılar oluşmuştu. Bu onu parlıyor gibi gösteriyordu. Birkaç saniyeliğine açtığı gözleriyle küçük bir çığlık attım.
Gözleri yoktu. Buz mavisi gözlerinin irisleri büyümüş beyaz kısımlarını bile sarmalamıştı. Gözünde buzun mavi şeffaflığı dışında hiçbir şey yoktu. Buzlar gözlerin arkasındaki damarları görünür kılıyordu. Ve bu çok daha korkutucuydu. Gözlerini birkaç saniye görmem bile kanımın donduğunu hissetmeme yetmişti. Dizlerim çözülürken oturuyor olduğum için şanslıydım. Kafamda ise aynı görüntü dolaşıp duruyordu.
Olabildiğince geriye kaçarak ondan uzaklaştım. Onun ne olduğunu bilmiyorum ama kesinlikle tehlikeliydi. Çok tehlikeli ve güçlü. Yaydığı gücü tenimde hissedebiliyordum. Ve her zaman beynimi uyuşturan kokusu o kadar yoğunduki bayılacağımı hissediyordum. Tutunduğu  direksiyon filmlerdeki gibi gittikçe buz tutuyordu. Kafasını bana çevirdiğinde gözlerini tekrar görmemek için kafamı çevirdim. Sanki etrafımdaki hava daha da soğuyordu. Saçlarımın donduğundan  artık emindim.
Onun bana yaklaştığını bildiğim halde yaptığım tek şey  bacaklarımı kendime çekip gözlerimi kapatmaktı. Aptalca biliyorum. Çığlık atmalı belki de var gücümle kaçmalıydım. Ama kaçamadan yakalanırdım ve bu durumda çığlığımla bana yardım edebilecek birisini tanımıyordum. Şu ana kadar tanıdığım en güçlü kişi olduğunu düşündüğüm Anıl bile daha bu sabah Rüzgar'ın önünde diz çöküyordu. Ayrıca ölümle her yüz yüze gelişimde bu şekilde hiçbir şey yapmadan paçayı yırtmıştım. Üşüyordum. Hem de çok. Gözlerim kapalı ve Rüzgar'ın beni hala neden öldürmediğine anlam veremezken garip bir şekilde titremem durdu. Hatta derimin alev aldığını düşündüm. Yanıyor muydum? Gözlerimi açarsam bu sefer gözleri yerine ateş parçaları olan bir Rüzgar görmekten korktum. Ciddi ciddi yanıyordum. Derimdeki karıncalanma hissi gittikçe artarken merakıma yenik düşüp gözlerimi çok ama çok az araladım. Gördüklerim karşısında bu sefer gözlerim sonuna kadar açıldı.
Ben... Parlıyordum. Derim garip kızıl bir ışıkla parıldıyordu. Hani küçükken el fenerini elinize bastırırsınız ve eliniz ışıldıyormuş gibi görünür, işte ben şimdi kocaman bir el feneri yutmuş gibiydim. Arabanın karanlığı tenimden yayılan ışıkla aydınlanıyordu. Ve kesinlikle  yorgun falan değildim. Aksine şu anda ilahi bir varlık gibi hissediyordum. Hastalığın belirtilerini unutmayı denedim. Bunların bir rüya ya da halüsinasyon değil gerçek olduğunu içimde hissedebiliyordum. Bu histi beni hasta yapan. Sadece bir hayal...
Sonunda bir akıllılık edip kafamı karşıma çevirmeyi akıl ettim. Rüzgar çok uzağımda değildi. Yüzlerimizin arasında iki nefeslik bir mesafe vardı. Gözlerimi onun çıplak ayaklarından başlayarak yukarı doğru çıkardım. Cidden neden ayakları çıplaktı? Gözlerim gözlerini bulduğunda derin bir nefes aldım. Çünkü gözlerini görüyordum. Gerçek gözler... Bana şaşkın bir şekilde bakıyordu. Benimde ona aynı ifadeyle baktığımdan emindim.
"Astrid." diye fısıldadı. Ama sözleri kulağımda yankılanıyordu. Astrid... O kadar sinirliydim ki biraz önceki o korkunç halini unutup aramızdaki mesafeyi kapattım. Astrid'in yaptığım şeyden hoşlanmayacak olması en hoşuma giden kısımdı. Ya da Astrid de tıpkı benim gibi onu öpmek istemişti. Dudakları yumuşacıktı. Enerjilerimiz birbirine karışırken tatlı öpücüğünden geri çekildim.
"Ben Astrid değilim." Elini çekinmeden yanağıma yerleştirdi. Dokunuşuyla titredim. Dudaklarının aksine parmakları oldukça soğuktu.
"Seni özledim." Dudaklarımız tekrar birleştiğinde Yine garip bir huzur etrafım sarmaladı. O beni öptüğünde sanki ölümsüzmüşüm gibi hissediyordum. Hiçbir şey beni, bizi yok edemezmiş gibi. Boştaki elini belime indirip beni kendine olabildiğince çekti. "Seni çok özledim." diye fısıldadı tekrar. Öpüşü sertleşirken gözümden bir damla yaş akmıştı. Bu mükemmeldi ama... Ama o beni öpmüyordu! O Astrid'i öpüyordu. Beni değil... Belki de bedenimi istiyordu. Bu canımı yakarken o beni daha tutkulu öpmeye başladı. Ellerimi saçlarına geçirdiğimde acımın artması umurumda değildi. Onu bırakamazdım. Ne olursa olsun, Astrid'e değil bana ait olmalıydı. Sevdiği kişinin ben olduğumu anlaması gerekirdi.
Onu seviyordum. Ona âşıktım. Onun da aşık olduğu kişi ben olmalıydım. Dudaklarımızın arasından bir hıçkırık kaçtı. Ve ağlamam daha da şiddetlendi.
Ama o seni sevmiyor aptal!
Sevmiyor! Tek istediği Astrid..
Onu özlemiş seni değil...
Araba tekrar karanlığa bürünmüştü. Bende eski yorgun, aciz halime geri dönmüştüm. Ancak fiziksel acılar çoktan yok olup gitmişti. Rüzgar sanırım benle konuşuyordu ama duymuyordum. Ne diyordu?! Sanrım hala bana Astrid diyordu. Ona elimden geldiğince yüksek sesle bağırdım.
"BEN. ASTRİD. DEĞİLİM!" tane tane konuştuktan sonra bir kahkaha attım. Neler olduğunu bilmiyordum. İçimdeki enerjinin dışa vurumu başımı döndürmüştü. Acılarımın yanı sora kafamı kurcalayan şeyleri da alıp götürmüştü. Geriye garip hoş duygu kalmıştı. Buz gibi soğuk olan kapı kolunu tutarak açmayı denedim. Ama donun etkisiyle bunu hemen başaramadım. Kapıyı açmak içim omuzumla sertçe vurmam gerekti. Görünürde kimse yoktu. Karanlık her şeyi gizleyebilirdi. İçim tıpkı Rüzgar gibi çıplak ayak olma hissi ile dolmuştu. Ayakkabılarımdan kurtulduğumda çimenliklere ilerledim. Ormanlık alan beni kendisine çekmişti. Kıkırdayarak bir iki adım atmıştım ki birisi beni kendine çevirdi.
"Asya?" Gülümseyerek kollarımı Rüzgar'ın boynuna doladım. Hala buz gibiydi. "Efendim Buz adam." Beni belimden yakalayıp iyice kendine bastırdı. Sinirli gözüküyordu.
"Eğer tekrar bana arkanı dönüp gidersen, buna pişman olursun." Gülümserken elmacık kemiklerine bir öpücük bıraktım.
"İstediğin zaman ne kadar ürkütücü olduğunu gördüm Rüzgar Bey.. Ama ben de fena değilim." dedim, sırıtıyordum. Neden bilinmez ama düşünme yeteneğim artık yok gibiydi. Her şey boştu.  O da benimle eğlenir gibi sırıtıyordu. "Birileri sarhoş olmuş." dedi hala sırıtıyordu.
"Ben asla içmem." diye mızmızlandım ama düşündüğüm tek şey onun dudaklarıydı. Saçlarımı koklayıp geri çekildi ama bir eli hala belimdeydi.
"İçtiğini söylemedim zaten Asya. Hadi arabaya bin bu şekilde çok dolaşmamalısın." Başımı omzundan kaldırıp suratına baktım. Gitmek istemediğimi hemen anlamıştı. "Beni sinirlendirip duruyorsun Asya. Hadi dedim. Yeterince kişiye varlığımızı duyurduk zaten. Bu gece ziyaretçilerimiz olabilir."
"Misafirler mi olacak?" dedim. Biz bile nerede olduğumuzu bilmezken nasıl misafirlerimiz olabilirdi?
"Evet ama kahve içip bizimle sohbet edeceklerini sanmam."
"Onları tanıyor musun?"
"Çok yakından değil ama onların bizi tanıdığına eminim." Yanıma gelip kolunu bana doladı. "Hadi gidiyoruz." Omuzlarımı silkerek onu öpmek için biraz daha yaklaştım. Ama bu sefer kendini geri çeken taraf o oldu.
"Biraz önce seni öptüğümde neden ağladın Asya?" sakince konuşuyordu.
"Çünkü beni öpmedin!" dedim. Üzgünce gülümsedim. "Öptüğün kişi ben değildim. Sen Astrid'i öpüyordun. Bu canımı yaktı."
Yüzünü tekrar bana yaklaştırarak eğildi. Dudaklarım istem dışı aralanmışlardı bile. Onun için hazır olacaktım. Ama o beni öpmedi. Olabildiğince yaklaştıktan sonra benim dudaklarımın üzerine doğru fısıldadı.
"Hiçbir şey hatırlamıyor musun?" Buz mavisi gözleri beni yakıyordu. Ama benim görüş alanıma tekrar dudakları girmişti.
Sadece öpsem...
"Şifacıyı buldum. Yarın seni ona götüreceğim." Kendimi öne doğru kaydırıp dudaklarımızın değmesini sağladım. Ama öpmedim. Onu gibi sessizce konuştum.
"İstemiyorum. Ben iyiyim. İhtiyacım yok." Kısa ve kesik kesik cümleler kuruyordum. Zira iç organlarım şu anda beni terk ediyorlardı. Ellerimi onun boynuna yerleştirdim. Başparmağımla yavaş yavaş hareket ederken oda daha fazla dayanamayıp beni öpmek zorunda kaldı. "Eğer birlikte olursak yarın ikimizde unutacağız." bir öpücük daha alırken hiçbir şey umurumda değildi. Ama o yine durmuştu. Hissettiğim vücudu kaskatı kesilmişti. Hızla beni bırakıp etrafına bakındı. "Sanırım beklediğimiz misafirler geldi. Ve erkenciler." Havayı derin nefesi ile içine çekerek bileğimi yakaladı. "Sakın yanımdan ayrılma! Asya bunda ciddiyim." Uslu çocuklar gibi kafamı salladım. Yalın ayak ormana doğru ilerledik. Ormanda yalın ayak geziyorduk, gülmeden edemiyordum. Kıkırdayınca Rüzgar tuttuğu elimi sıktı. Sanırım kibarca susmamı söylüyordu.
Beni bir ağacın arkasına çektiğinde tam dibimde durdu burunlarımız ben biraz daha uzun olsam birbirine değecekti. Derin bir nefes alıp yüzünü buruşturdu. Ne kötü mü kokuyordum? "Düşündüğümden kalabalık. Şimdi seni ağacın dalına tutunduracağım kendini yukarı çek ve sesini çıkarmadan beni orada bekle!" Kafamı salladım. Ama o ikna olmadı. Kafasını benim boyuma kadar eğip gözlerimin içerisine baktı. "Asya bu tehlikeli tamam mı? Bir oyun ya da hayal değil. Aşağı inmeyeceksin!" Tekrar kafamı salladım. Ciddi duruyordu. Ciddi olmalıydı. Ama bir ormandaydık. Yalın ayak. Ne kadar ciddi olabilirdim? O gittiğinde sessizce ayağacın dalında beklemeye başladım. Çok uzaktan gelmeyen sesler kulağıma doluyordu. Kalabalık bir uğultu Rüzgar'ın sesi ile sus pus oldu denebilir.
"Bu kadar hızlı olacağınızı düşünmemiştim." sessizliğe neden olan cümlesinin bu denli etki yaratmasını beklememiştim. Ama karşısında konuşan kadının sesi sessizliği ebedi kılabilirdi. "Kokunu uzun zamandır takip ediyoruz. Ama bugün büyük bir aptallık yaptın! Sadece sen değil. O nerede?"
Rüzgar kadını umursamadan güldü.
"Takip edilecek kadar kötü mü kokuyor muyum? Bu beni kırdı."
Grupta kaç kişi var bilmiyorum ama konuşanlar sadece Rüzgar ve garip aksanı olan kadındı. Türkçe Rusça karışık konuşuyor gibiydi. Yanlış yerlere yaptığı vurgular gırtlağından çıkan tonla garipti. "O nerede?" Burada o, sanırım ben oluyorum.
"Aslında bize sonradan katılacak." Kadının öfkeyle nefesini verdiğini duydum. Ormanın içerisinde nefesinin dalgalanışını hissettim.
"O halde senden başlamalıyız sevgili Kralım."
Bu cümleden sonra etraf derin bir sarsıntıyla sallandı. Düşmemek için çok sağlam olamayan dallara sıkıca tutundum. Kafamı eğerek Rüzgar'ın gittiği yöne baktım. Garip bir şekilde parlıyordu. Hava yine soğumuştu. Derin bir nefesle dinlemeye çalıştım ama artık konuşmuyorlardı. Etrafta elektrik kıvılcımları gibi ışıklar parlayıp sönüyordu. Birçok kişinin acı çığlıklarını duydum. Ve daha sonra acıyla bağıran Rüzgar'ı... Bana beklememi söylese de daha fazla duramazdım. Tehlikeli olacağında haklıydı. Tek başına olması tehlikeyi arttırıyordu. Ağaçtan atlayıp onun olduğu yöne doğru koşmaya başladım. Ağaçların arasındaki açıklıkta yerde yatan bir sürü insan vardı. Ya da artık insansı uzaylılar mı demeliydim... Ölü değillerdi. Ama ölüme çok yakın olduklarını anlamak zor değildi.
Ayakta bir tek Rüzgar ve sanırım Rus aksanlı kadın vardı. Rüzgar beni görünce sinirle baktı.
"Sana orada beklemeni söyledim!" diye bağırdı. Şaşkın şaşkın gözlerimi vücudunda gezindirdim. Yaralı gibi gözükmüyordu.
"Yardıma ihtiyacın vardı. Bağırıyordun." dedim. Bu sefer sinirli bakışlarını benden çekerek kadına yöneltti.
"Seni sahtekar." Kadın etrafına bakınıp bir kahkaha attı.
"Kandırması çok kolay bir beynin var Astrid. Nasıl oluyor da en iyi büyücü sen oluyorsun anlamıyorum." Ben Astrid değilim gibi saçma sözlere girmeden kadına doğru bir adım attım. Astrid ya da değil sonuçta bana hakaret ediyordu. Kandırdığı kişi bendim. Olmayan şeylerin olduğuna beni ne çabuk inandırmıştı. Demek bu şekilde her seferinde kolaylıkla yem oluyordum. "Ne o iyi kalpli kızımız sevdiği adamı kurtarmaya mı gelmiş? Yoksa çoktan geç mi kalmış?" Ellerini yana açıp konuşmaya devam etti. "Bu kadar kişi boşa enerjilerinden vazgeçmediler Kralım. Hepsinin bir amacı vardı. Hepsi sizin sonunuz için kendilerinden fedakarlık ettiler. Şimdi..." Elleri beyaz bir ışıkla parıldarken Gözlerini kapatmış bir şeyler söylüyordu. Türkçe ya da Rusça gibi değildi. Bu bambaşka bir şeydi. Bu Astrid'in sözlerini anımsatıyordu. Ancak çok daha büyük bir güç içeriyordu. Anlamasam da Rüzgar'ın acıyla dizlerinin üzerine düşmesinden kötü bir şey olduğu açıktı. Ben de onun önünde diz çöküp yüzüne baktım. Gözlerini kapatmış dişlerini sıkıyordu.
"Rüzgar neler oluyor?"
"Beni kendi benliğime çeviriyor." dedi kendini kasarken. "Eğer başarırsa ben ve bu bölgedeki herkes ölebilir. Hiçbir insan bedeni enerjime dayanamaz." Acıyla başını omzuma koydu. "Onu durdur Astrid. Bunun için yeterince güçlüsün." Elini başına koyup inlemeye devam etti. İnlemek bile değildi onunkisi acı içerisinde bağırıyordu. "Engel olamıyorum." Durduğu kısıma kış çoktan gelmişti. Etraf buz kesilmişti. Hava o kadar soğuktu ki dişlerim bir birine vurarak Rüzgar'a baktım.
Bir, ben Astrid değildim.
İki, nasıl büyü yapıldığını bilmiyordum.
Üç, hepimiz öleceğiz!
Rüzgar çimlerde kıvranırken ayağa kalkıp Rus kadına baktım. Hala ellerinden çıkan ışıkla parıldıyordu. Parlıyor... Belki benim de parlamam gerekiyordu. Saçmalıyordum ama ölmekten iyi bir seçenek gibi görünüyordu. Başıma saplanan acı ile inledim. Gözlerim birkaç sanie kararıp eski halini geri aldı. Nasıl olduğunu bilmesem bile bedenim benden ayrı hareket ediyordu. Sanki ne yapacağını biliyordu. Bu yüzden kontrolü ona bıraktım. Benim kadar onunda Rüzgar'a değer verdiği açıktı. Ölümüne izin vermektense bana yardım edecekti. Kadının önüne geçip güçlü, korkutucu bir kahkaha attım. Ya da attı. Çünkü bunu yapan ben değildim, hissediyordum.
"Tam bir zavallısın Ephyra! Benimle uğraşacak kadar aptal bir zavallı!" Kadın adını duymanın vermiş olduğu şaşkınlıkla yüzüme baktı. Ellerindeki ışık biraz olsun silikleşti.
"Se... Sen hatırlıyor musun?" Tekrar bir kahkaha attım.
"Sizi kandırmak ne kadarda kolay... Hepiniz aptalın tekisiniz! Ben hiçbir zaman unutmam. Zavallı bir kız olabileceğimi gerçekten düşündün mü? Amaçlarım için ödemem gereken bedelleri tahmin dahi edemezsin! Şimdi cezanı çekmeye hazır ol Ephyra! Bana kafa tutmanın ve hakaretlerinin cezasını!" Ellerimi iki yana açtığımda parlayan kırmızıya yakın ışıkla şaşırmıştım. İstemsiz değil, bütün gücü istediklerin doğrultusunda kullanabilmek çok güçlü hissettirmişti. Ephyra da korku ve şaşkınlıkla ellerime bakıyordu.
"Kimsenin enerjisi kırmızı olamaz!" dedi şaşkınlıkla.
"Benim kim olduğumu unutuyorsun Ephyra... Ama seni öldürmeyeceğim." Kadın parlayan gözlerini gözlerime çevirdi.
"Ne? Neden?"
"Çünkü benim için Lues'e  bir mesaj iletmeni istiyorum." Kadın kafasını hızla salladı.
"Ona deki: Astrid Bowle her zaman öcünü alır. Ve seninkine az kaldı." Kadının ışığı tamimiyle söndüğünde hiç düşünmeden arkasını dönüp koşmaya başladı. Bense son bir kahkahayla arkama dönüp Rüzgar baktım. Şaşkın, mutlu, rahatlamış bir ifadeyle beni izliyordu.
"Astrid." diye fısıldadı ama bu sefer sinirlenmedim. Yanına gidip elimi saçlarının arasına geçirdim. Yumuşacık saçlarını okşamaya başladım. Gözleri kapanmak üzereyken tekrar fısıldadı. "Astrid." Yanına uzanıp başını dizlerimin üzerine çektim.
"Efendim Boreas?"
Gözleri kapandığında bu sefer bilincim ona eşlik etmek istemedi. Uyumak ya da bayılmak istemiyordu. Kontrolü kaybetmek istemiyordu. Ama o da yenik düştü. Gözlerim yana yana  ağlarken bulmuştum kendimi o kadar sesli ağlıyordum ki etrafımda konuşan kişiyi duyamıyordum. Kolumu çekiştiren kişiye sinirle bağırdım.
"Yeter!" Kafamı kaldırıp Gözlerimi yakan ışıklara baktım. Bir hastanenin koridorunda  duvarın dibine çökmüş delice ağlıyordum.
"Astrid bana bak. İyi olacaksın tamam mı?" Duvardan tutunarak ayağa kalktım.
"Beni rahat bırak." Karşımdaki kişi annemdi, yine.
"Artrid kendine bunu yapma hadi gel birlikte gidelim. Her şey düzelecek." Sesi kendime bir şey yapmamdan korkar gibi temkinli çıkmıştı.
"İstemiyorum tamam mı?! İstemiyorum! O o ölmeyecek... Geri döneceğim.  En, en azından o doğana kadar, sonra tekrar cezamı çekerim. Ama o olmadan yaşayamam. O benim bir parçam. O bizim bir parçamız. O bana Boreas'dan kalan tek şey." Konuşurken acıyla karnımı tutuyordum. Yerimde doğrulduğumda boynumdaki sancıyla inledim. Güneşin ışıkları gözlerimi yakıyordu. Çimlerin kokusu burnuma doluyordu. Rüyanın içerisinde sıkışıp kalmış mıydım? Yoksa uyanmış mıydım? Neden çimenlerin üzerinde olduğumu anlamlandıramadığım için hala rüyaların içersinde sürüklendiğimi düşünmüştüm. Rüzgar tam yanımda duruyordu. Bu o ve Astrid'in bir anısı mıydı? Elimle şakaklarımı ovup etrafıma bakındım. Ağaçlar bizim bulunduğumuz yerin gerisine doğru eğilmiş etrafa dal parçaları dağılmıştı. Çimler ise toprağı ortaya çıkaracak şekilde yolunmuş gibi görünüyordu.  Sanki bizim üzerimizden bir hortum geçmiş gibi. Gözlerimi kapatıp rüyanın gelişini bekledim. Ancak olmadı. Bu bir rüya değildi. Nefesimin ciğerlerimi dolduruşu gerçekti. Gerçekten ne olduğunu bilmediğim bir yerde Rüzgar ileydim. Son olanları hatırlamaya çalıştım. Sonra birden ayağa sıçradım. Rüzgar o.. onun gözleri yoktu.  Evet en son hatırladığım şey bana doğru gelişiydi. Ah neler olmuştu? Bana zarar vermiş miydi?
Hala yaşıyordum.
Boynumdaki tutulma dışında bir sıkıntı yoktu. Sonra tekrar sıçradım. Göğüsümdeki morluklar yoktu. Ve dilimi dudağımın kenarında gezindirdiğimde hiç bir engelle karşılaşmadım. Ben iyileşmiştim, yine. Rüzgar kıpırdanarak gözlerini açtı ve tereddütle kafasını bana çevirdi. Hemen gözlerimi kapattım. Ayağa kalktığını ve yanıma geldiğini biliyordum.
"Gözlerini aç Asya." diye fısıldadı.
"Gözlerini aç sana zarar vermeyeceğim." Göz kapaklarım yavaşça açıldı ve kendimi önümde Medusa duruyormuş gibi hissediyordum. Her an  taşa dönebilirdim. Belki de bir buz kalıbına dönerim kim bilir. Ama beklediğim gibi olmadı. Rüzgar'ın normal mavi gözleri endişeyle bana bakıyordu.
"En son ne hatırlıyorsun Asya?"
Titreyen ellerimi birbirine kenetledim.
"Ben en son... En son senin gözlerin... Yani onlar.." Elini saçlarının arasına daldırınca sustum.
"Sana zarar vermem Asya. Bunu biliyorsun." Gözlerimi kaçırıp kırık ağaçlara baktım.
"Dü..dün neler oldu?"
Rüzgar da benim gibi etrafa göz attı ve yüzünü buruşturdu.
"Misafirlerimiz gelmiş olmalı ama paçayı nasıl sıyırdığımızı bilmiyorum." Rahat rahat gülümsüyordu! Karnına bir yumruk geçirmemek için kendimi tuttum. Beni korkutuyordu. Derin bir nefes alıp bana baktı.
"Ah hayır... Bu büyü..." Elini çekip ağaçlıkların arasına baktı.
"Ephyra." Ne dediğini anlamadan ona baktım.
"Ephyra?" Kolumu yakalayıp beni çekiştirmeye başladı. Ama tüm bedenim tutulduğu için ona ayak uydururken canım yanıyordu. Bir kaç saniye bana bakıp yine çekiştirmeye başladı.
"Asya dün olanların bir kısmını hatırlamıyorum tamam mı? Biz güçlerimizi kullandığımız zaman insan bedeni hepsini kaldıramıyor. Anımsamak güçleşiyor. Ama o büyüden kaçmayı başardıysam. Kendini belanın ortasına atmışsın demektir. Kimliğini ortaya çıkardıysan tehlikeyi uzak tutmak daha da zorlaştı demektir." Sinirle soluyordu. "Sana ağaçta kalmanı söylemiştim."
"Ne ağacı Rüzgar, dur." Bacağım bir dala takıldığında kendimi yerde bulmuştum. Kolumdan tutmuş o kadar hızlı çekiyordu ki düştüğümü fark etmedi. Fark edene kadar yerde sürükledi. Sonunda kolumu bıraktığında zar zor ayağa kalktım. "Aptal!" Bir yandan da söyleniyordum. Neyim var diye bakmadan beni kucağına aldı.
"Asya. Dün olanları hatırlasaydın her şey çok daha kolay olacaktı."
"Gücümü kullandığım için mi hatırlamıyorum?" Diye sordum. Arabanın içerisinde parıldağımı anımsıyordum. En son o vardı. Ardından ormana sürüklenmiştik.
"Kesinlikle. Ve bunu yaptığın için artık güvende değilsin!"
Kokusunu içime çekerek gözlerimi kapattım. Hatırlamıyordum, o da hatırlamıyordu.
Arabaya ulaştığımızda beni binmem için zorladı. Ardından kendi biner binmez telefonunu çıkarıp numaraları tuşladı. "Alo." Karşı taraftan konuşan Ece'nin sesini duydum.
"Ece, Batuhan'ı sakın yanından ayırma. Ve eve dönmeyin. Şu an neredesiniz?"
"Bi...bir problem mi var?"
"Hayır sadece nerede olduğunu söyle ve hemen Melih'in yanına git. Batuhan gözünün önünde olsun."
"Ta...Tamam biz zaten Melihleyiz. Ablam iyi mi?"
"Evet. Tekrar söylüyorum eve dönmeyin. Dışarıda çıkmayın. Sizi güvenli bir yere götürmesi için birisini yollayacağım." Telefonu kapatıp bana döndü. "Rüzgar neler olduğunu açıklar mısın? "
"Asya. Başımız belada olabilir. Eğer o büyüyü yaptıysan. Başımız büyük belada."
"Ne büyüsü? Ben büyü falan yapmadım. Yapamam da zaten."
"Astrid." diye fısıldadı. "Enerji bir şeyleri hatırlamanı sağlayabilir. Yani... Asya." Anlatamayacağını ya da anlamayacağımı anladığında vazgeçti. "Asya, bak gerçekten gitmeliyiz. Sana açıklama yapsam bile anlamayacaksın zaten." Haklı olduğunu bildiğim ve ondaki gerginliği hissettiğim için bir şey demedim.
Zaten onun gibi ben de hissediyordum. Bir şeyler olmuştu. Astrid ile alakalı bir şeyler gerçekleşmişti. Anımsamasam bile onun enerjisini hissedebiliyordum. Varlığını bana hiç olmadığı kadar hissettirmiş olmalıydı.

AvaritiaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin