Yazım yanlışım varsa affola...
Soğuk hava Özgür'ün kokusuyla harmanlanıp ciğerimi doldurduğunda derin bir nefes daha aldım. Dışarıya neden çıktığımızı bilmesem de soğuğu sevmiştim. Onun bana sarılan kollarını ise daha çok sevmiştim. Onun kolları arasına biraz daha tüneyerek adımlarını izlemeye başladım, sonra da takip etmeye. Bu oldukça eğlenceliydi çünkü onun koca ayakları benim minik ayaklarımın yanında komikti. Ani çıkışlarımın bedenimi saran enerjiden kaynaklandığını anlayabiliyordum. Onu kullandıkça zihnime inen perde aslında oldukça iyi hissettiriyordu. Acıların azalması, mutluluğunun gereksiz yere artması neden kötü olmalıydı ki zaten. Kıkırdadığımda biraz daha hızlı yürüdü. Ve ben tekrar kıkırdadığımda durmuş oldu. Nerede olduğumuzla ilgilenmeden onun gözlerine baktım. Mavi!
"Senden nefret ediyorum." diye fısıldadım. Gözlerim hala onunkilere kilitlenmiş durumdaydı. "Senden nefret ediyorum. Senden ve o lanetli partiden." Bunları söylerken hala koluna tutunuyordum.
"Biliyorum." dedi sakince. "Benden nefret etmemen için bir neden yok." Gözleri bedenimi yakıp geçti. Haklıydı.
"Ama yine de ölmeni istemiyorum. Yokluğun canımı daha da yakacak gibi. Keşke. Keşke o gün sadece sevdiğin kıza açılmak için o kadar para dökmüş olsaydın. Keşke bunlar hiç olmasaydı." Cümlelerimi sıralarken yüzümü ona daha da yaklaştırdım. Eski zamanlar bin yıl ötemde duruyordu. Artık ne kütüphanede sabahlara kadar ders çalışan Asya vardı ne de kafamı kaldırdığımda gördüğüm kalbimi hızlandıran o gözler... Onun gözleri de benim kalbim gibi buz tutmuştu.
"Biliyorum." dedi tekrar. Sonra kolu ile beni yola çevirerek ilerlemeye başladı. Ona ayak uydurdum.
"Nereye gidiyoruz?"
"Sarhoşsun. Seni orada bırakmak aptalca olurdu. Neler söyleyeceğini bilemeyiz. Durduk yere polimik yaratmanın anlamı yok." Kolumun üzerinde duran elini parmaklarımla ittim. Bana dokunmasının hoşuma gitmesini istemiyordum. Özellikle de benim hakkımda gerçekten ne düşündüğünü bilmeden bu şekilde ondan etkilenemezdim. Ölmemi ve savaşta sadece bir koz olduğumu düşünen bir kişinin daha koruyup kollamasına ihtiyacım yoktu. Rüzgar yeterince canımı acıtmıştı.
"Benim sakladığım bir sırrım yok!" Diyerek kollarımı kendime sardım ve yürümeye son verdim.
"Evet. Tabi." Kendime sardığım elimi tutarak beni ileri doğru çekiştirince kendimi geri çektim ve sinirle soludum.
"Ben geri döneceğim. Ve sen ne bok yersen ye." Arkama dönmeme izin vermeden beni kucağına aldı ve tekrar aynı tempoda yürümeye başladı. Kafam ritmik şekilde yukarı aşağı sallanıyordu. Beni bırakması için uğraştığımda ise adımları daha da hızlandı, bacaklarımı kavrayan eli gerildi.
"Demek sırların yok. Öyleyse gördüğün rüyalar sorun olmamalı. Belki de Lues'ı ne kadar çok istediğini Welkorot'a anlatmak istersin? Ya da bir yolcu kahin olduğundan Rayn'a bahsederiz. Bu aptal halinde geri dönemezsin!"
Oflayarak çırpınmayı bıraktım, haklıydı. Beynim sindirilirken Welkorot'la olmam iyi olmazdı. Peki ya onunla olmam neden doğruydu? "Tamam bırak beni. Anladım." Gökyüzü tekrar doğru noktada yerini aldığında saçlarımı düzelterek bakışlarımı dikleştirdim. Sarı saçları karanlıkta bile yeterince parlaktı. Teni porselen bir bebek kadar pürüzsüz ve beyazdı. Ve çıkık elmacık kemikleri bana Rüzgar'ı hatırlatmaktan başka bir şeye yaramıyordu.
"Seni yargılamayacağım." dedi sakince. "Ya da zorlamayacağım, istersen gidebilirsin." Elini geriyi göstererek bana baktı. Ama geri gitmeyeceğimi o da biliyordu.
"Nereye gidiyoruz?" Dedim sakince, eski neşeme oranla daha uysaldım.
"İleride küçük bir daire var. Bu gece için yeterli olur."
...
Özgür, duvar, Özgür, pembe duvar, Özgür, rengarenk çiçekli pembe duvar, ve tekrar Özgür. Kafam ikisi arasında gidip gelirken eflatun renkli kanepede oturuyordum. Ve gülmeyi de eksik etmiyordum tabii ki. Özgür'ün sert kişiliği ve pembe duvar. Çatılan sinirli kaşları ve çiçekler...
"Asya, yeter artık kıkırdayıp durma."
"Ama, komik."
"Komik değil sadece bir duvar sus artık."
"Ama senin çatık kaşlarınla birleşince komik oluyor." deyip tekrar kıkırdamayla başladım. Oda oflayarak bacaklarını ortada duran sehpaya uzattı. Ben de ayaklarımı onunkilerin üzerine koydum ve ellerimi karnımın üzerine yerleştirdim. Boyum tam olarak yetmediği için kanepede olabildiğince kaymıştım ve başım aşağı kaydığı için rahat bir pozisyon değildi ama komikti.
"Hadi yat uyu Asya. Yoksa ağzını bantlayacağım."
Kaşlarımı çatarak ona baktım. "Uykum yok!"
"Gözlerini kapat gelir." Gözlerimi kapatıp geri açtım. "Gelmedi."
"O zaman koyun falan say ne bileyim yeterki sus."
"Tamam." diyerek saymaya başladım. "Anıl, Özgür, Sarışın, Rüzgar, Welkorot, Dawson hah Lues sonra..."
"Tamam. Tamam sus. Ne saydığın belli değil."
"Canımı yakanlar listesi." dedim masumca. "Yaptıkları şeylerle birlikte mi sıralamalıyım sence? Genelde öldürmeyi amaçladılar." Parmağımı ona uzatarak gülümsedim. "Dur bir dakika sen bunu başardın."
"Asya sus." Dedi ciddi sesi ile. Omuzlarımı oynatarak devam ettim. "Yine de en çok sana sinirli değilim biliyor musun? Beni öldürsen bile en çok canımı yakan şey bu değildi."
Gözlerini birkaç saniye kapatıp açtı. Bu arada ayağa kalkarak yanıma oturmuştu. "En çok canını yakan şey neydi? Lues mı?" Kafamı iki yana sallayarak kanepede doğrularak oturdum. "Rüzgar canımı onun işkencelerinden çok daha fazla yaktı."
"Anlatmak istersen eğer... zaten konuştuklarımızı hatırlamayacaksın bile." Yan yana oturmuş birer dosttan daha fazlası gibiydik. Özgür ilk defa bu kadar gerçekti. Bakışları ilk defa sıcaktı. Nedeni belki de onun bu halini sabah olduğunda hatırlayamacak olmamdı. Kendini geride tutmasına gerek olmayan bir zaman dilimindeydik.
"Sen beni öldürdüğünde içeride bir yerlerde bir şekilde benim olduğumun farkındaydın. Bunu biliyorum. Ama o..." duraksayarak nefes aldım. "Astrid bedenimi ele geçirip ona koştuğunda ikisi de birbirini özlemişti. Rüzgar benimle olduğunda içeride bir yerlerde benim olduğumun farkında bile değildi." Gözümden düşen bir damla yaşı silerek ona baktım. "Astrid'i öptüğünde canımı yaktığının farkında bile değildi."
Kafasını belirli belirsiz salladı. Tek kelime dahi etmedi. Sadece derin bir nefes aldı ve ayağa kalktı. "Aç mısın? Bir şeyler yesek güzel olurdu." Konuyu çok çabuk kapatması hoşuma gitmişti.
...
Elimdeki domatesleri yıkarken yan tarafımda biberleri doğrayan Özgür'e bakıyordum ama elindeki bıçakla bibere azılı düşmanıymış gibi bakıyordu. Elimdeki domatesi tartarak havaya kaldırdım ve beklemediği bir anda ona fırlattım.
"Al sana pis düşman." Ama Özgür kendine doğru uçan domatesi havada ikiye keserek bana baktı. "Artık tüm dünya sırlarını söyleyecek olsan da seni yanıma asla almamam gerektiğini anladım Asya. Biraz uslu dur. Git sofrayı kur hadi. Ya da dur vazgeçtim şimdi bana çatal falan fırlatırsın sen. En iyisi içeride otur hiç bir şey yapma."
Omuzlarımı silkerek tezgahın üzerine oturdum ve onu izlemeye başladım. Saçları beyaz floresan lambanın altında parlıyordu. Ve yumuşacık görünüyordu. Elmacı kemikleri tüm ailenin genetik yapısı gibi onda da belirgindi. Ve bu sert havasına daha sert bir görünüm katıyordu. Gözleri şu an işine odaklandığı için görünmesede o maviliği beynime kazınmıştı. O iyi bir Kral olurdu. Kesinlikle ne yapması gerektiğinin farkındaydı. Ve duyguları onu yönlendirmiyordu. Canını yaksa bile halkı için en doğru kararı verebilirdi.
"İncelemen bitti mi zaman yolcusu?"
"Zaman yolcusu mu? Daha yaratıcı şeyler bulabilirsin."
"Pekala ne istiyorsun leydim dememi mi?" Kafasını yaptığı işten kaldırmadan konuşuyordu.
"Hayır, hayır. Sadece Asya yeterli." Güldüğünü omuzlarının hareketinden anlamıştım.
"Neden öyle diyorsun leydim? Sonuçta şu an senin hizmetkarından başka bir şey değilim." Elindeki bıçağı çevirerek önümde referans yaptı ve eğildi.
"Özgür bana leydi deme!"
"Neden?" Bıçağı yavaş hareketi ile tezgaha bıraktı.
"Çünkü bir leydi olabilecek kadar temiz ve masum değilim. Benim prenseslerim her zaman mükemmel olmalıdır. Ve ben mükemmel değilim." Elini üzerindeki kıyafetle kurulayarak yanıma geldi.
"Yanılıyorsun." Gözlerimin içine o kadar dikkatli bakıyordu ki söylediği şeye anında ikna olabilirdim. Ama bunu ona belli etmedim.
"Hayır yanılmıyorum. Prenseslerim kusursuzdur."
"O konuda değil Asya. Kendini mükemmel görmediğin için yanılıyorsun. Sen..." bir adım daha yaklaştığında gözlerini kapatıp kendine engel oldu. Ve o büyülü ifadesi silindi. "Neyse hadi git sofrayı kur."
"Hayır. Sözünü bitir." Uzaklaşmadan kolunu yakaladığımda bana bir adım daha yaklaşarak ellerini tezgaha dayadı.
"Nasıl olsa uyuduğunda her şeyi unutacaksın Asya. Söylediğim şeylerin bir önemi olmayacak."
"Unutmayacağım." dedim kafamı dikleştirip. "Hadi söyle. Eğer unutursam sabah tekrar söylersin." Dudakları yukarı doğru kıvrıldı ve beyaz dişlerine izin verdi.
"Bunları bana asla tekrar ettiremeyeceksin. Bak, partide neden seni seçtiğimi hiç söylemedim." dedi yavaşça bu arada gözleri benimkilerle aynı hizadaydı. Belki biraz fazla yakın. İşaret parmağımı kaldırarak şakaklarıma iki kere bir şeyi hatırlamak ister gibi yavaşça vurdum.
"Serat söylemişti, neydi? Hah ben mükemmel bir adakmışım."
"Evet sen mükemmel bir adaktın, neden biliyor musun?" Kafamı hayır dercesine iki yana salladım. O da devam etti. "Adağının mükemmel olması için, kendinden ödün vermen gerekir Asya." Söylediklerine devam etmesine izin vermeden ellerimi göğsümde birleştirdim.
"O zaman kendini bıçaklasaydın! Benim hayatıma neden giriyorsun acaba?" Sözlerime karşı sessizce gülerek bana biraz daha yaklaştı. "Evet haklısın ama tatlı canıma kıymak istemedim diyelim."
"Kendime kıyamam öyleyse Asya'yı bıçaklayayım mı dedin? Ah mükemmel. Ben de aptal gibi sana kandım, bilmeceler danslar..." derin bir nefes aldı ve anlamadığım şeyi daha net anlatmak için direndi.
"Bak ben abim gibi ya da büyük büyük krallar gibi bir kız için her şeyi feda edebilecek birisi değilim. Mantıklı olanı, yapılması gerekeni yaparım. Sadece bir kadın için tüm gezegene feda edemem ya da Krallığımı reddetmem. Çünkü bunlar aptalların işi. Bu yüzden seni seçtim Asya. Dünya'da benim için değer kazanabilen tek varlık olduğun için."
Söylediklerinden anlam kazanan tek bir şey vardı, seni seçtim.
Ona hala muzip bir ifadeyle bakıyor olmalıydım ki kendi kendine güldü. "Sen bu haldeyken konuşmak daha rahat oluyor." dedi ve tezgaha dayalı elini çekti ama diğerini çekmeden kendi ellerimi üzerine koydum.
"Bana bir sözün vardı." dedim sırıtarak. "Ne?" dedi gözleriyle beni süzüyor söylediklerini gerçekten anlayıp anlamadığımı çözmeye çalışıyordu belki de.
"Bilmeceyi çözdüm." dedim. "Ve ödülümü istiyorum. Ödül olacağını söylemiştin." Güçlü bir kahkaha atarak kafası bana yaklaştırdı. Erkeksi sesi gözlerimin önünce can bulmuştu. Öpeceğini düşünürken dudakları kulağımın yanına yönlendi.
"Yalan söyledim." dedi kısık bir sesle. Ama geri çekilmesine izin vermeden omuzlarını tutarak çektim. "Seni yalancı! Ödülümü istiyorum ben! Ödülü hak edecek kadar çok acı çektim."
Bir elini elimin üzerine koyarak okşamaya başladı. "Belki de ödülünü alabilirsin, senden tek istediğim sorularıma cevap vermen." Tek gözümü kapatarak düşündüm. "Tamam." Ödül için artık yapamayacağım bir şey yoktu.
"Rüyalarında Lues sana ne yapıyor bilmek istiyorum." Ona bakarak kafamı salladım. Sonra elini tutarak bacaklarıma koydum. "İşte bunu." sonra elini çekerek yukarı doğru çıkardım. "Ve bunu." sonra saçlarımı kavramasını sağladım. "bunu..." sertçe çekiştirdim ve eliyle boğazımı sıktım. "Bunu." Gözümden bir damla yaş akarken onun gözlerine bakıyordum. "Bana işkence ediyor. Hiç durmadan tekrar ve tekrar öldürüyor. Dayanmam gerektiğini söyleyip duruyor ve öldüğümde her şey yeniden başlıyor. O lanet koltukta oturup acı çekmemi izliyor. Ondan nefret ediyorum." Birkaç damla daha kaçak damlalarımı izlerken beklemediğim bir şekilde beni kendine doğru çekti ve sıkıca sarıldı. İkimizde bilenimize destek olarak birkaç saniye öylece durduk.
"Ödülü istiyorum." dedim tekrar.
Bana bakmak için geri çekildi. Ama çokta uzaklaşmamıştı. "Sarhoşsun." dedi yavaşça. Sonra biraz daha yaklaştı. "Ve bu halin daha sevimli..." Biraz daha eli yanağımı bulduğunda gözlerine odaklanmıştım. "Beni sevmemelisin." diye devam etti sertçe. "Çünkü zamanı geldiğinde yine seni feda edeceğim." Daha çok kedi kendine konuşuyor gibiydi. Ben de kafamı salladım.
"Seni sevmiyorum Hethon, Senden nefret ediyorum. Ama söz vermiştin. En azından bu gece, sadece bir gece o partinin normalde olması gerektiği gibi sonlandığını hayal edemez miyiz? Sadece bir gece. Normal olmama izin veremez misin?"
"Bilmiyorum." dedi sessizce. Sonra dudaklarını benimkilere bastırdı. İlk önce sadece öylece durduk. İkimiz de kımıldamıyorduk ama sonra dudaklarını benimkilerin üzerinde hareke ettirmeye başladı. Bu daha çok ilk aşkınızla ilk öpücüğünüz gibiydi. Ya da sadece öpmek zorunda olan birisinin sizi öpmesi gibi... Bu yüzden ellerimi onun saçlarına geçirerek kendimi biraz daha öne attım. İkimiz de daha iyisini hak ediyorduk. Ona bunu fırsat bilerek beni kucağına aldı. Yumuşak hareketleri sert kendinden emin hareketlere dönüştü. Dudaklarımız üstünlük sağlamaya çalışırken kalçam tezgahtan ayrılmıştı ve sırtım soğuk rengarenk çiçekli pembe duvarla buluştu. Buna kıkırdarken onun alt dudağını dişlerimin arasına aldım.
Kalbim tekrar atmanın bir yolunu bulmuştu. Bütün buzlar erimiş hatta buharlaşmak için fırsat kolluyorlardı. Özgür benim aksime ne yapması gerektiğini bilerek hareket ediyordu. Bir şekilde koltuğa tekrar oturduğumuzda yüzümü ellerinin arasına alarak derin bir nefes aldı. İkimizin de nefes nefese olduğunu o zaman fark etmiştim.
"Asya." Dedi tonunun değiştiği sesi ile. "Sarhoşsun. Bunu istediğine emin misin? Şu an beni durdurmazsan tekrar durmak istemeyeceğim."
Parmaklarımı onun dudaklarının üzerinde gezdirerek yüzünde yol aldım. Saçları kadar sarı kaşlarını düzelttim. Baş parmağımla yumuşak yanağını okşadım. Ben bunları yaparken hiç hareket etmedi. Sadece gözlerini kapattı. Onun maviliği kapanınca kesik bir nefes alarak koltukta dizlerimin üzerinde doğruldum. Yavaş hareketlerimle kucağına oturduğumda gözlerini kırpıştırarak açtı. Yaptığım şeyin istediğimi gayet açık belli ettiğini biliyordum.
Başımı onun boynuna bırakarak kokusunu içime çektim. Saf güç ve aslında merhamet kokuyordu. Bir duygunun kokusu olsa o fedakarlık kokardı.
"Öleceğim Özgür. Ve ödülümü almadan savaşı kaybetmek istemiyorum. Eninde sonunda yenileceğim." Parmaklarını saçlarıma geçirerek bu sefer görünmekten ya da yanlış anlaşılmaktan korkmadan saçlarımı okşadı. Gözlerimi kapatıp bunun huzuru ile nefes aldım. Birisinin gerçekten beni sevebileceği düşüncesine tutundum.
"Ölmemekte senin kadar inatçı birisini hiç tanımadım." Kafamı koyduğum omzunu hareket ederken güldüğünü anlamıştım. Kafamı kaldırıp tekrar yüzüne odaklandım. Yukarı kıvrılan dudağının kenarına ufak bir öpücük bıraktım. "Çok uzun zamandır intikamla dolusun. Normal bir hayatı sen de hak ediyorsun." Kafasını sallarken gözlerini gözlerime kenetlemişti.
"Sadece bir gece, normal olalım."
...
Gözlerimi yakan güneşe aldırmadan kafamı gökyüzüne çevirdim. Ah masmavi gökyüzü. Onunla uyum içerisinde olan bulutlar. Bir kaç adım daha attığımda yüzüme düşen yağmur damlalarıyla bakışlarımı ayaklarıma indirdim.
Yağmur damlalarının oluşturduğu su birikintisinden sıçrayarak karşı tarafa geçtiğimde başımın hafiften döndüğün hissediyordum. Sanki uzun süredir yatmış ve birden ayağa kalmıştım. Bedenim sallanıyordu. Daha fazla dayanamayacağımı anladığımda bir binaya girerek ıslak saçlarımı yüzümden çektim. Üşüdüğümü hissetmemem de ıslak olmak rahatsızlık vericiydi. Biraz daha kurumak adına aralık kapıdan içeri girdim.
Gözlerimi etrafta gezindirdiğimde seslice öksürdüm. Çünkü iki ergen çift birbirini yemekle meşguldü. Ama beni takmadıkları için bir daha öksürmem gerekti. Ama yine ve yine umurlarında olmamıştım. Sonuna dayanamayarak hızla ilerledim ve ikisinin kafalarını birbirinden ayırdım.
"Hiç edep kalmamış bu gençlerde. Sabahtan beri öksürüyorum burada!"
"Ordan bakınca doktor gibi mi gözüküyoruz? Öksürüyorsan doktora git." dedi kız sinirle.
"Bademcik ameliyatı yapabiliyorsun ama!" dedim ukala kıza.
"Ne istiyorsun anlamadım ki sana da mı ameliyat yapayım? Kusura bakma lez değilim canım."
Sinirle soluyarak yana doğru döndüm ve ışığı yaktım. Onlara geri döndüğümde ise arkasındaki çocuğu gördüm.
"Tuna?" dedim.
"Asya?" dedi kucağındaki kız.
"Tuğçe?" dedi Tuna.
"Bora?" dedi kız tekrar
"Asya Teyze?" dedi Tuna bana dönerek. Hepimiz birbirimize bakarken sonunda,
"Tuğçe!" diye haykırdı kız. Tuna ona tip tip bakınca kendini açıklama gereği duydu. "Ne? Shrekte mi sevmeyelim?"
Kıza aldırmayarak Tuna'ya döndüm. "Ne teyzesi be, ben senden küçüğüm. Hem Beste ile sevgili değil miydin, kafam karıştı."
"Ne Tuna'sı Asya teyze? Hem sen nasıl burada olabilirsin ki?"
"Dur bir dakika sen Bora. seninle tekrar bir Asya mevzusu kaldıramam. Asya sen de düş yakamdan artık." hızla Tuna'nın kucağından kalkarak önüme geçti. Benden tahmini bir on santim uzundu. Ve öldürücü bakışları ıslak bedenimi üşütüyordu.
"Sıktın artık! Bu sefer hangi işkenceyi yapacaksın? Gözüme kürdan mı sokacaksın fahişe. Çık artık rüyalarımdan."
Kafamı kaldırarak onun gözlerine baktım. "Sen ne içtin? Hayır bir daha içme diye söylüyorum. Mal mısınız nesiniz? Yağmurdan ıslanmamak için binaya giriyorum, bir de görüyorum ki Tuna beyimiz Beste'yi aldatıyor"
"Benim adım Bora." dedi Tuna. "Tuna babam olur. Ve Beste de annem. Sen de hatlar karışmış olmalı." Şimdi o da ayağa kalkarak yanımıza gelmişti. Bir elli cebinde bana bakarken kolumu çimdikledi.
"Hım sen cidden karşımdasın, hem de hiç yaşlanmamış şekilde."
"Bora sus! Git yerine otur." Kız ona bağırırken yanaklarımı şişirdim.
"Sizinle uğraşamam. Hem buraya neden geldiğimi bile hatırlamıyorum." Kapıya döndüğümde birisi kolumu sıkıca kavrayarak kendine çevirdi.
"Bu da nasıl bir oyunun! Yine neyin peşindesin!"
"Bırak kolumu! Hemen." Ama uyarıma karşı kolumu daha da sıktı.
"Umurumda değil. Geri zekâlı hayatında, fedakarlığında... Sen herkesi kandırmayı başarmış oyuncudan başka bir şey değilsin. Öyle ki hayatı bile kandırmışsın. Ölmek istiyorsamda belki sadece senin iğrenç yaşamının bir parçasını aldığım için. Senin zamanını yaşamaktansa ölmeyi yeğlerim. Ama söz verdim. Ona söz verdim anlıyor musun?! Bu yüzden rüyalarımda ya da gerçekte bana ne yaparsan yap asla pes etmeyeceğim. Benden asla kurtulamayacaksın. Yaptığın şey boşa kürek çekmek."
Bana parlayan gözleriyle bakan kıza daha dikkatli baktım.
Yaşayacağım.
Kulaklarımda aynı şey dönüp duruyordu.
Senin için yaşayacağım.
Güçlü ses. Ve aynı dondurucu bakışlar. Başımı ellerimin arasına alarak sıkıştırdım.
"Seni hatırlıyorum." dedim fısıldarcasına. "Seni görmüştüm. Ama o..."
"Şimdi ki numaran ne Asya?! Hiçbir şey hatırlamıyorum anneciğim beni kurtar ayaklarına yatmak mı? Normal kişiler aylarca işkence ettikleri kişileri unutmazlar man kafa. Bu numara sana göre değil. Senin kadar güçlü birine göre değil..."
"Saçmala! Ben kimseye işkence falan etmedim. Neden edeyim ki?"
"Neden mi edesin?" dedi alaycı bir ifadeyle. Buz kadar soğuk bir kahkaha tüm merdiven boşluğunda yakalandı. "Bu bir şaka değil mi? Amacın beni aptal gibi hissettirmek."
"Amacım falan yok. Bak seni hatırlıyorum, şeyden... ah çok karmaşık, sen son en son yemin ettiğini duymuştum. Evet, yanında Batuhan vardı. Sonra... sonra uyandım." dedim. bu arada düşünmeye devam ediyordum. "Ah neydi? Hah zaman yolcusu şeysinden dolayı."
"Ne diyorsun sen?"
"Ben bir zaman yolcusuyum diyorum. Sanırım burası şuan da olmam gereken bir yer değil. Sana ne yaptığımı bilmiyorum ya da yapacağımı..."
"Yani sen şuan da benimle dalga geçmiyor musun? Sen gerçek Asya'sın herkesin hayran olduğu söz ettirmedikleri Asya." dedi. Yüzündeki şaşkın ifade giderek yumuşadı ve gözleri buğulandı. "Sen O'sun" diye fısıldadı. "Henüz, her şeyini kaybetmemiş masum biri..." Aklıma dolan bilgilerle dondum. Çünkü düşüldüklerim Özgür'ün beni bıçaklaması, Melyn'nin işkencelerinden sonra annemi öldürmesi ya da Welkorot'un bağışıydı. Ya da beni Astrid olarak seven Rüzgar ya da başından beri hayatıma sıçan Lues. Sonuç olarak beni kimsenin umursadığı yoktu.
"Neler kaybettiğimi bilsen depresyona girerdin. Ayrıca beni sevdiklerini söyleyemem. Genelde bana fahişe diyen daha sık olur." dedim zoraki bir konuşmayla. O da bana daha dikkatli bakarak gözlerini kıstı. "Bir şey öldükten sonra kıymete biner sözü doğru demek."
"Öldükten sonra?" dedim şaşkınlıkla. "Kim?" Bir süre dediğin farkına vararak gözlerini kaçırdı.
"Asya sana sadece tek bir tavsiyem var. Sakın benim için kendini feda falan etme! Çünkü sonra çok mal bir duruma bağlıyorsun. Bu senin hayatın ne yaparsan yap sen yapmış olacaksın. Daha sonra gelip beni suçlama." Sonra beni itekleyerek dışarı çıktı. Onu takip ederken biraz önceki Bora ya da Tuna'nın artık burada olmadığını gördüm. Ayrıca gökyüzünü yaran yağmurda artık yoktu. Aslında kapıdan çıkmamla kendimi çimenlik bir alanda bulmuştum.
"Bana açıklaman gerek. Kim ölüyor? Tuğçe dur!"
"Gitmen gerek. Bu doğru değil. Sen ve ben aynı zamana ait değiliz. Dengeleri bozuyorsun."
Daha da hızlandığında koşarak önüne geçtim.
"Dur dedim! Söylediklerini açıkla! Kim ölecek?" Soruyu sorarken sesimin titremesine engel olamazdım. Çünkü tüm çektiğim acılara rağmen ölmek istemiyordum. Ama sorunun cevabına ulaşamadan görüntü silikleşmeye ve etrafımda dönmeye başladı. Ve normal zaman beni kendine çekti. Dünya'nın dönüşü hızlanarak beni arasına aldı. Ve düştüğümü hissettim.
Yatağın yumuşaklığıyla buluştuğumda kafamı ovuşturarak doğruldum. Bir şeylerin yanlış olduğu açıktı. Zamanın içerisinde dolanmanın büyük hataları olabilirdi. Ama gözlerimi etrafımda dolandırdığımda bulanık ve baş döndürücü olsa bile tek yanlışın geçmiş veya gelecekte dolanmak olmadığı açıktı. İlk önce derin bir nefes aldım sonra yavaşca kafamı çevirip yanımdaki kişiye baktım.
Gerçek beynime hızla nüfus etti. Sarı saçlar beyaz ten çarşafın altında çıplaktı. Bedenim olanlara gözlerim veya zihnim kadar şaşırmadı. Çünkü en az onun kadar çıplaktım. Derin bir nefes daha aldım. Kafamı yastığa geri bıraktığımda onu uyandırmamak için dikkat ettim. Hatırlamak için kendime biraz zaman tanıdım. Kavga edişimi gücün bedenimi sarmasını hissettiğimi anımsıyordum. Ve pembe duvarı... Birkaç dakikanın ardından ödül için ona yalvarışlarımı anımsayabilmiştim. Ancak sarhoşluk ve yeni yaptığım bu yolculuk yüzünden zihnimi berraklaştırmak çok zordu. Ayrıntılar için daha uzun bir vakite ihtiyacım vardı.
Seslice yutkunup çarşafı bedenime sardım ve odayı gözden geçirerek kıyafetlerime bakındım. İkimizin etrafa dağılmış kıyafetleri dün gecenin boş geçmediğinin kanıtıydı. Sanki kanıta ihtiyacım varmış gibi... Çarşafı daha çok üstüme çekerek ayağa kalkmaya çalıştığımda Özgür'ün tüm vücudu açılmıştı. Utançla gözlerimi çevirip çarşafı hiç çekmemiş olmayı diledim. Ne yaparsam yapayım tuttuğum bir şey gerisinde bir yanlışı bırakıyordu.
Arkamı dönüp ona bakamıyordum. Yüz üstü yattığı yatakta her bir noktası çıplaktı. Ayağa kalkıp bir elbiselerimi topladım. Ama pantolonumu bir türlü bulamıyordum. En sonunda yatağın altına sıkışmış olduğunu fark ettim.
Yatağın Özgür'ün yattığı kısmın altına sıkışmıştı. Parmak uçlarımda ses çıkarmamaya çalışarak o tarafa yöneldim. Onun uyanmasını ve her şeyin eskisi gibi buz tutmasını istemiyordum. Dün geceyi tam olarak hatırlamasam bile olanların tekrar yaşanmayacağı ve Özgür'ün asla aynı olmayacağına emindim.
Dizlerimin üzerimde eğilip pantolonumu çekmeye çalıştım aynı zamanda gözlerimi aşağıya odaklamıştım. Ama pantolon bir türlü gelmiyordu.
Sabahı şeriflerin hayrolsun müslüman din kardeşim, mübarek. Duyduğuma göre tüm kutsal kitaplardan zinayı kaldırmışlar. Hadi yine iyisin.
Gözlerimi kapatarak pembe duvara yaslanmış sülieti görmemiş gibi yapmaya çalıştım. Onun gibi yaşananları dalgaya vurarak konunun çabuk kapanmasını diledim. 'Sarhoştum Raydn hatırlamıyorum.'
Eminim sevgili kuzenim de hatırlamıyordur.
'İşimi hiç kolaylaştırmıyorsun.' Duvarın yanından ayrılarak yatağa yaklaştı.
Kolaylaştıracak bir yanı yok Asya. Korsan hazinelerinden daha büyük bir ödüldü.
'Hadi ben sarhoştum, sen ne bok yiyordun acaba? Beni durdurman gerekiyordu.' Baş ucunda durduğu yatağa uzanarak başını bir elinin üstüne yerleştirdi ve gülümseyerek hala uyuyan Özgür'e gülümsedi.
Tek ensest sen değilsin, acı gerçek yıllarca Özgür'den hoşlandım ben. Ve hayallerimi sen gerçekleştirdin. Hah bir de öldüğümden beri hiç aksiyon yaşayamıyorum.
'En azından birimizin zevk aldığını bilmek güzel.' Süzülerek yatağın altına geçti ve pantolonumun olduğu yerden kafasını çıkardı.
Sadece birimiz mi?! Zevk aldığını inkar edemezsin, şuan da bile onun poposuna bakmamak için kendini kastığını biliyorum. Beni kandıramazsın.
Bir kaç dakika içinde iyice sinirlenmiştim. Ani öfkeyle kafamı geriye attığımda görmek istemediğim şeylere maruz kaldım. Bir süre şaşkınlıkla hareketsiz kaldım. En sonunda kafamı başka yöne çevirmeyi başardığımda gelen erkeksi sesle irkildim.
"Seni bilmem ama ben dün gece oldukça yoruldum. O yüzden uyumak istiyorum. Gözlerinle beni taciz etmekten vazgeç."
"Be...ben sana bakmıyordum ki."
Aferin Asya aferin birde kekelemediğin kaldıydı tam oldu. Ryadn ile konuşmaktan artık kendi kendime de konuşmaya başlamıştım.
Bizde yedik.
Özgür yastığa gömülü başını kaldırarak bana dönecek şekilde çevirdi ve kafasını gerisin geri yastığa gömdü. Sarı saçları birbirine girmişti ve yeni doğmuş güneşin etkisiyle parlıyordu. Her zaman çekiciydi belki de ama şimdi hala şiş dudaklarıyla daha da çekiciydi.
"Gerçekten Asya. Artık beni kesmeye bir son ver."
Gözlerime ve beynime küfür ederek tekrar pantolonumu çekiştirdim ama yatağın ayağı onu bana vermemekte ısrarcıydı.
"Kalk pantolonumu alacağım." dedim sinirle. O ise sadece homurdandı. Ama sonra seslice kıkırdayarak ellerini yatağa sabitledi ve ayağa kalktı. Yani ayağa kalktı. Baya böyle, çıplak olmasına aldırmadan ayağa kalktı. Ve gözlerim bir anlığına oraya takılı kalmış oldu. Domatesten daha kırmızı olduğunu bildiğim yüzümü ellerime indirdiğimdeyse artık çok geçti. Çünkü o seksi, iç geçirdiğiniz, erkeksi kahkahasını atmıştı bile.
"Utanan kızlar gibi davranmaya bir son versen artık Asya. Sonuçta öyle olmadığını ikimizde biliyoruz. Dün gecede bunu feci derecede ispatladın. Ama şimdi bakmaktan bile utanıyorsun." O devam edecekken pantolonu hızla çektim ve doğruldum.
"Sus artık Özgür. Dün gece kendimde olmadığımı biliyordun. Yaptığın tek şey benden yararlanmak olmuş."
Topladığım kıyafetlerle banyoya giderken kolumu yakaladı ve bana baktı.
"Yaptığım şey yararlanmak değildi. Sarhoşken olmasını istemezdim ama ben bir erkeğim Asya. Üzerime atlayan bir kızı reddetmem. Çok çirkin değilse tabi. Ve sen de normal standartlardasın."
"Senden nefret ediyorum." diye fısıldadım. Kolumu çekmek istedim ama izin vermedi.
"Bunu biliyorum." dedi oda fısıldayarak. "Ve beni öpmek istediğini de biliyorum." Sonra kolumdaki eli yavaşça boynunu kavradı ve beni öpmeye başladı.
Kötü hissetmeliydim değil mi? Kullanılmış filan ama olmuyordu. Aralanan dudakları dışında bir şey düşünemiyorum.
"Özgür..." dedim elimdeki kıyafetleri daha da sıktım. "Bu yanlış."
"Biliyorum." dedi tekrar. Bir yandan da belimden tutarak beni kendine çekti. "Şuan da büyük büyük halamla birlikte olmak istemem yanlış. Ama istiyorum." Ona engel olamadan sıkıca kavradığımı düşündüğüm ama şu ana kadar belki de tutmakta bile zorladığım çarşaf bedenimi kayarak terk etti. Sesli bir hırıltı eşliğinde yatağa doğru çekildim.
...
Özgür ile olmak yanlıştı. Hayatımdaki diğer her şey gibi yanlıştı. Ama en iyi yanlışlarımdandı. İyi hissetmemem gerekirken garip bir şekilde çok iyi hissediyordum. Ama dediği gibi onun büyük büyük halası falan oluyordum. Gerçi Rüzgar da öyleydi ya da Welkorot. Bu yüzden daha mı az suçluluk duymalıydım? Welkorot. Bu sefer gerçekten de ona haksızlık etmiştim. Söylediği gibi Özgür ile birlikte olamak için her şeyi yapmış gibiydim. Gerçekten bir fahişeden farkım kalmamıştı. Bana ne söylese haklıydı. Onu hayal kırıklığına uğramıştım. Biliyordum. Ama Özgür'ü istiyordum. Küçüklüğümden beri bu böyleydi. Ben kötü çocuğu severdim. Beni zorlayanı, sinirlendireni, beni istemeyeni. Çünkü sevgiye inanmazdım. Halada inanmıyorum. Birisinin beni seveceğine inanmıyorum. Bunu en başından belli eden kişilere âşık olurdum. Çünkü canımın yanacağını bilirdim. Beni sevdiğini söyleyen yalancılardan daha iyiydi.
Şimdide öyleydi işte. Beni sevmeyen, öldüren, işkence eden kişiye bakıyordum. Yatağa yine yüz üstü uzanmış bana bakıyordu. Ben de ona.
"Artık gitmemiz gerek." dedi. Sesinin beni tahrik etmesi anlamsızdı. Ama duyduğum şey sanki onun inlemelerinden başka bir şey değildi.
"Biliyorum." dedim onun repliğini çalarak. "Ama istemiyorum. Welkorot'u görmeye hazır değilim." sonra yatakta dönerek kendimi pembe çiçekli duvarı izlerken buldum.
"Artık sana karışmayacaktır. Sana söylediklerinden sonra söz söyleme hakkını kaybetti."
"Haksız sayılmaz." diye fısıldadım. "Yaptıklarım bir fahişeye göre şeyler."
Yatakta bir kıpırdanma oldu sonra güçlü kollar belimi sardı.
"Yanılıyorsun. Şu ana kadar kaç kişiyle birlikte oldun Asya?"
"Bir." dedim ama sesim buğulu çıkmıştı. Bunun nedeni bedenime değen çıplak vücudu olabilirdi.
"Bu fahişeye göre bir sayı değil. Kendi öyle görmekten vazgeç."
"Sayının bir önemi yok ki. Birlikte olduğum kişi sensin. Kendime engel olamadığım kişi baş düşmanımız, senin dışında aklımda yer edinen kişi abin Özgür. Bunlar söylediği şeylere uyan şeyler." dedim tekrar. Ve hala onunla tekrar birlikte olmak istemem böyle hissettiriyordu. Omzuma bir öpücük bırakarak beni kendine daha çok çekti.
"Bunlar yanlış mı hissettiriyor?" dedi. Hayır. Hayır kötü hissetmiyordum ama hissetmem gerekirdi. Elini göbeğimde dolandırarak beni kendine çevirdi. Şimdi hem vücuduna hem de gözlerine direnmem gerekiyordu.
"Ne kadar yaşayacağımız belli değilken ufak şeylere takılıp kalmamalısın."
Bir şey öldükten sonra kıymete biner sözü doğru demek.
Gördüğüm rüyanın ayrıntılarını hatırladığımda kafamı çevirerek yataktan çıktım. Çarşaflıda çekmeyi ihmal etmemiştim tabi. Yerde tomar halinde duran kıyafetlerimi kucaklayarak banyoya girdim.
Ölümün gerçekliği gözümün önümdeydi ama görmek istemiyordum. Ölmek ya da birilerinin ölümünü izlemek istemiyordum. Yaşamaya devam etmeliydim. Açıkçası kendi başımın çaresine bakmalıydım. Bu yüzden hızlı bir duş alarak giyindim ve dışarı çıktım. Özgür ıslak saçlarını dolaplardan bulduğu belli olan pembe bir havluyla kuruluyordu. Tebessüm etmeyi esirgemeden yanından geçtim. Ve küçük yatak odasındaki makyaj masasının karşısına oturdum. Islak saçlarımı örerek topladım ve aynadan bana bakan Özgür 'e baktım.
"Ne var?"
"Gece yolculuk yaptın." dedi sakince. Ona cevap vermeden omuzlarımı silktim. Doğrunun hoşuna girmeyeceğini bildiğim için yalanı tercih ettim. Ve olanlara inkar ettim.
"Hayır."
"Gözlerini gördüm. Ne gördüğünü ya da duyduğunu söylemelisin. Bulunduğun zamanın dışına çıktığında gözlerinin şekil değiştirdiğini biliyor musun?
"Geleceğe gitmedim." diye fısıldadım bu sefer. "Sadece anılar vardı."
"Asya... Zamanın dengesini bozmaman gerekir, bu tekrar olduğunda ne olursa olsun kimseyle konuşmamanı istiyorum."
"Kimseyle konuşmadım." diye fısıldadım. Hem konuşmuşsam ne olmuş! Dünya'nın sonu geliyor kimse benim sorduğum bir kaç soruyu umursamamalı.
Kendi kendime konuşmayı bırakarak derin bir nefes aldım. "Artık gidebilir miyiz?"
Özgür ile yürürken hava gergindi. Hem de oldukça gergindi. Ya da sadece ben gergindim çünkü Özgür hep böyleydi. Ayaklarımı izlerken montuma biraz daha sarıldım. Hava soğuktu. Baya baya soğuktu. Birkaç sokak sonra dün geceki barın tabelasını gördüm. Melyn dışarıda duvara yaslanmış sigara içiyordu. Bizi gördüğünde kalan sigaranın hepsini içine çekerek yere attı. Dumanı bana doğru üflerken sinirli gözüküyordu.
"O cadıdan nefret ediyorum." dedi. Gerçekten sinirliydi. "Ayrıca siz çifte kumrular Welkorot'a görünmeyin. İlişkinizi olumlu karşıladı diyemem." Elindeki paketi çekerek ona baktım.
"Hadi canım." dedim ve içinden bir sigara aldım. Parmaklarımın arasında tutarken Melyn'e bakıyordum. O da bana şaşkın bir ifadeyle bakıyordu.
"Yaksana!" dedim sinirle. Sigaradan nefret ederdim. Kokusundandı tadındandı ama ilk içişim değildi. Beste ile bir iki kere içmiştim. Ama şimdi çok canım çekmişti. Sanki her içime çekişimde rahatlayacaktım. Parmaklarımı sabitleyerek Melyn'nin çakmağını aldım ve duvara yaslandım. Sigaramı yakarak dumanı soğuk havaya yavaşça üfledim. Buharla birlikte çıkarken daha da güzel görülmüştü gözüme.
"Yeşilaycı falan değil misin sen?" dedi Melyn sonunda.
"Ne alaka?"
"Bilmem çok cici kız havası var sende."
"Ölümlü Dünya. Hem bildiğim kadar sigara ömründen 20 yıl çalabilirmiş. Ama o kadar yaşayacağımı düşünmüyorum."
"Baya baskıya girmişsin sen. Merak etme, sana bir şey olmasına izin vermeyiz. Ayrıca en son baktığımda ne bok yersek yiyelim ölmüyordun."
Sırıtarak bir fırt daha çektim. "Hepimiz gebereceğiz Melyn." Sonra biten sigarayı yere attım ve yenisini yaktım. Özgür yanıma gelerek paketten bir sigara da o aldı. Çakmağa uzandığında elimi geri çekerek ona baktım. O da omuzlarını silkerek bana baktı. Sigarasını uzatarak elini esen rüzgara siper etti. Yakarken onu seyrediyordum. Zaten çıkık olan elmacık kemikleri aldığı derin nefeste daha da dışarı çıkarken sırıttım. Sonra çakmağı çekerek duvara yaslandım. Gözlerim gökyüzündeydi. Karanlık, soğuk bulutlar dağınık bir şekilde gökyüzünü kaplamıştı. Eskiden şekil çıkarmak için baktığım bulutlar bile karanlıktı. Tıpkı içindeki duygular gibiydi. Değişmiştim. Yine olduğum kişiydim aslında ama farklıydım. Tüm kötülüklere adapte olmaya başlamıştım. Acıya alışmaya başlamıştım. Sigarayı içerken bile bunu düşünüyordum. 'Kendime zarar vermek.' Çok fazla acı çekmek insanı acıya alıştırır mıydı? Alıştığınız bir şey, olmadığında boşluğa çeker miydi sizi? Bu yüzden miydi tüm yapmamam gereken ama yaptıklarım?
Sigarayı yere atarak ayağımla ezdim. Benden olmamı istedikleri kişi olmayacaktım. Sanki çoktan olmamışım gibi... Sinirle soluyarak karşımdaki Melyn'e baktım. Ama farklı hissetmiştim, bir an midemin havalandığını ve yer değiştirdiğini hissettim. Ve sola dönerek kusmaya başladım. İğrenç bir şekilde kusarken dalga geçen Melyn silikleşiyordu.
"Hamileyim deme sakın Asya!" Ama bu öyle bir şey değildi. Gözlerimi kırpıştırarak doğrulduğumda o pis ara sokakta değildim. Artık karanlığın içindeydim. Ya da o benim içimdeydi. Adım atmaya çalıştığımda yerin sarsıldığını hissettim. Zemin yarılırken boynumdaki arma beni dibe çekiyordu. Dünyanın merkezine. Ya da daha da ilerisine. Onu çıkarmaya çalışırken kulağıma çığlıklar doldu. Melyn'nin Özgür'ün. Arkadan bağıran Ryna'nın. Welkorot'un. "Kaç!! " diye bağırıyordu Welkorot. "Asya arkana dikkat et, kaç!" Derin yarığın içine girmeden önce son duyduğum şey buydu.
Sonra duvara yaslı bir şekilde gözlerimi açtım. Kusmamıştım. hatta ayağımla ezdiğim sigara hala elimdeydi. Gözlerimi kırpıştırarak duvardan ayrıldım.
"Gitmemiz gerek!" dedim sinirle. Hatta telaşla.
"Sakin ol biraz. Nereye Asya dur." Ama arkamdan seslenen Melyn'i takmadan koşmaya devam ettim. Bardan girerek köşede uyuyan bizimkileri uyandırdım. "KALKIN! HADİ GİTMEMİZ GEREK! KALKIN!"
"Asya?" dedi babam uykulu bir halde. "Ne oldu?"
"Olmadı ama olacak acele edin! Gitmemiz gerek!"
"Nereye?"
"Buradan uzağa acele edin Birazdan her yer yıkılacak buradan çıkmalıyız." Onları dışarı sürüklerken yerin sarsıldığını hissettim. Herkes bana bakarak daha da hızlı koşmaya başladı. Belki de saniyeler içinde barın yıkılışına şahit olduk. Sadece saniyeler olmasaydı babam, Dawson, Ryna ve Welkorot ölmüş olacak.
Bunun vermiş olduğu adrenalin ile daha hızlı koştum. Ve sonunda birisinin belimden tutmasıyla durmuş oldum. Bu kişi Özgür'dü. Yanaklarımdan aktığından haberdar olmadığım yaşları silerek omuzlarımı tuttu.
"Artık güvendeyiz. Durabilirsin." Kafamı sallayarak diğerlerine baktım. Onlar da benim gibi şaşkındılar.
"Bana bir zaman yolcusu olduğunu söylemediniz!" diye söylendi Ryna.
"Fırsat olmadı." dedi Melyn. Ellerini dizlerine koymuş nefes alıyordu.
"Bir zaman yolcusuyla yola çıkmak ne demek biliyor musun sen man kafa?!"
"Evet. Bu biraz daha geç öleceğiz demek."
"Hayır, bu aptallık demek. O... O geleceğe gitti. Zamanın akışıyla oynanmaması gerektiğini söyleyen sendin Melyn. Bir zaman yolcusu doğduğu an lanetlenir. Onunla birlikte yola çıkanlarda öyle." Melyn sinirle doğrulup onun kolunu yakaladı.
"Bana bak Ryna. Neden o çeneni biraz olsun kapatıp da hayatını kurtaran kişiye teşekkür etmiyorsun?! Hem daha bedenen yolculuk yaptığı söylenemez."
"Kurtarılmaya değer bir hayatım olmadığı için olabilir mi? Ve bunun sorumlusuna asla teşekkür etmem. Ayrıca bunun er ya da geç olacağını biliyorsun."
"Bencilsin. Hep öyle oldun." dedi Melyn sinirle.
"Ben mi bencilim?! Sen... Sen bunu söyleyebilecek en son kişisin."
"Susun artık!" diye bağırdım. Çünkü başım feci derecede dönmeye başlamıştı. Herkes bana baktığında derin bir nefes alarak gözlerimi kapattım. Hala kötü şeyler olacağını hissedebiliyordum. Titreyen ellerimle Özgür'ün koluna tutundum ve diğer elimi başıma sabitledim.
"Yeterince uzaklaşmadık." dedim. Sesim kendime bile uzak gelmişti.
"Ne görüyorsun Asya?" Melyn'nin sesi kısık bir radyo kanalı gibiydi. Aynı anda hem onu duyuyor hem de dünyanın dönüşünü kontrol ediyor gibiydim. Gözlerimi açmadan "Sola." diye fısıldadım. "Sola 100 metre sonra sağ. Geniş bir çatı var, oraya çıkmalıyız." Ama kımıldayamıyordum. Birisi beni kucaklayarak koşmaya başladı. Ben de kafamı göğsüne gömdüm. Bir süre sonra. "Burası." diye bağırdım. Hala gözlerim kapalıydı ama biliyordum. Burada beklemeliydik. Sadece bir dakika.
"Şimdi?" dedi Özgür tedirgindi. "Asya ne yapmalıyız?"
"Sadece bekle." diye fısıldadım. Çıt çıkmadan beklerken büyük bir sarsıntı oldu. Ama bulunduğumuz yer sağlamdı. İki dakika sonra önceki konumumuza büyük bir binanın devrildiğini biliyordum. Ellerimi kaldırarak Özgür'ün kucağında doğruldum. Gözlerim hala kapalıydı. Çünkü onlarla beş dakika sonrasını görüyordum. Ama sesim şimdiki zamana itaat ediyordu. "Sol köşede uzun bir ip var." dedim. "Melyn onu al. Ryna'yı kendine bağla. Acele et. Welkorot?" dedim sonra sesim daha da kısıktı. "Beni senin taşıman gerek. Özgür, Dawson siz çatının hepsinin buz tutmasını sağlayın."
"Birazdan büyük bir dalga gelecek. Bir yerlere tutunun."
"Ben niye Melyn ile bağlanıyorum?" dedi Ryna. Ama Melyn onu susturdu. Bedenim Welkorot'un kollarına geçerken acıyla gözlerimi daha da sıktım. Sadece iki dakika kalmıştı. İki dakika sonra sert dalga binaya çarptı ve sarstı. Çatı katı buz sayesinde üzerinde kalırken alt kat çökmüştü. Sarsılarak ilerlerken Ryna'nın suya düştüğünü biliyordum. Ama Melyn onu iple geri çekmişti. Görüntü karardığında bağlantı kopmuş gibi hissettim. Ve titreyen ellerimi kaldırarak Welkorot'un kucağından inip yere oturdum. Bir gemi gibi suyun üzerindeydik. Gözlerimi açtığımda kusmaya başlamıştım. Bayılacak gibi olsam da direndim ve kendimi zemine bıraktım. Soğuk buz yüzümüm yalıyordu.
Öksürüklerimin ardı arkası kesilmiyordu. Boğazım acı ile yanarken yana dönmüş cenin pozisyonuna geçmiştim. Ryna'nın söylediği gibi zaman sizin oynayabileceğiz bir faktör değildi ve bu gerçekten acıtıyordu. Büyük soğuk eller yüzümü kavradığında gözlerimi kırpıştırarak ona baktım. Sarı saçları buzdan yansıyan ışınlarla parlıyordu. Ve sonra acım biraz olsun dinmeye başladı. Sesler netleşti. Üzerime yıkıldığını hissettiğim binanın ağırlığı yok oldu.
"Beni duyuyor musun?" Melyn'nin sesini duyduğumda kafamı belli belirsiz salladım.
"Bağırma." dedim ve ağzımdaki metalik tadı tükürerek geçirmeyi denedim.
"Kusura bakma ağzından, burnundan hatta kulaklarından kan gelirken iyi olabileceğini düşünmemiştim." Kollarını ittirerek kendimi sırt üstü buzun soğukluğuna bıraktım.
"Kusura bakma, sizin kıçınızı kurtarmanın bu kadar acıtacağını düşünmemiştim." diye fısıldadım ve ciğerlerime hava çekmeye çalıştım ama burnumdaki kan genzime kaçınca tekrar öksürük krizine girmek zorunda kaldım. Melyn belime destek olarak beni ayağa kaldırdı. "Dik durman daha mantıklı." Ağırlığımı ona vererek gözlerimi kırpıştırdım.
"İki mührün birden kırılması mantıklı değil." dedi babam. Düşünceliydi.
"Dengelerin bozulduğu ortada." dedi Özgür. Bir yandan da yere oturmuştu. Gözlerimiz buluştuğunda onunda en az benim kadar yorgun olduğunu gördüm. Derin bir nefes alarak gözlerini kaçırdı.
"Asya dün gece ne gördün?" dedi.
"Önemli bir şey değil." dedim ağırlığımı biraz daha bırakarak cevaptan kaçmak istedim ama mümkün değildi.
"Yalan söylemeyi kes artık. Belli ki önemli bir şey gördün."
"Önemli değildi." diye yineledim.
Yalan söylemen iyi değil. Dedi Raydn. Kaderini görmüş olman hiç iyi değil.
'Sen buna karışma Raydn. Hem kaderi de nereden çıkardın. Sadece saçma bir kız, ve saçma sözler.'
Kendine ve herkese yalan söylemekten vazgeç. Öyle olmadığını hepimiz biliyoruz.
''Sadece düşüncesizce söylenmiş bir iki kelimeydi Raydn. Şuan da bundan daha önemli şeyler var.'
"Kaçıncı mühür kırıldı?" diye sordum. Ve cevaptan korkuyordum.
"On." dedi Dawson iç çekerek. "Ve sendekini saymazsak geriye sadece bir tane kaldı. Ama yaptığımız hiç bir bok yok. Ne Boreas'ı ne Lues'ı ne de Astrid'i bulabildik. Yani şuan da tek dileğimiz onların bizi bulması olabilir." Dawson'na bakarken gözlerim kapanıyordu. Başımdaki sancı artıyordu.
"Astrid'le konuşmamın bir yolu olabilir mi?" dedim ortaya ithafen. Ya da sadece Raydn'na sormuştum.
Aranızda bir bağ olduğu kesin ama ona ulaşabilir misin bir fikrim yok.
'Denemeden bilemeyiz." diyerek kollarımı Melyn'den çektim ve yere oturdum. Dengemi sağlayamadığımda omuzlarımı tutarak bana destek oldu.
"Çıldırmış olmalısın. Onunla iletişime geçemezsin!" Islak kıyafetleriyle bana dondurucu bakışlar atan Ryna'yı yok saydım.
"Evet. Belki konuşamam ama bedenimi ona sunabilirim. Ve o da size Rüzgar'ın yerini söyleyebilir." Sözlerimden sonra bana öldürücü bakışlar atan tek kişi Ryna değildi. Babam bir kaç adımda yanıma gelerek ellerimi tuttu.
"Böyle bir şey yapmayacaksın." Gözlerimi kapatarak kafamı onun boynunu girintisine soktum.
"Başka şansımız yok. Her şey son bulmak üzere." Acımı azaltmaya çalışırken onun saçlarımı okşamasına izin verdim. Bu her şeye rağmen iyi hissettiriyordu. Sıcaklığı tüm soğukluğu eritiyordu. Saçlarıma bir öpücük bırakarak sırtımı kendi göğsüne yasladı ve bedenimi soğuk buzdan ayırdı.
"Her zaman başka bir yol bulunur." Kafamı sallayarak gözlerimi kapattım.
"Ama bu sefer yeni bir yol aramaya zaman yok." diye fısıldadım. Kolları gerilirken beni daha sıkı kavradı.
"Birinin bedenine girmesinin nasıl hissettirdiğini biliyorum. Ve hayır izin vermiyorum. Bu acı senin için bile fazla." Korumacı hali hoşuma gitse de gözlerimi açmadım.
"Daha önce yaşamadığım bir şey değil." diye fısıldadım. "Sanırım dünya üzerinde tatmadığım bir acı kalmadı. Bu yüzden benim için fazla değil baba. Sadece acıtıyor. Hepsi bu. Annemin ölümünden daha çok değil. Ya da Ece'yi bir daha göremeyecek olmamdan. Sadece bedenim yanıyor. Ama asıl canımı yakan kalbimdeki sızı. Suçluluk hissi."
"Sizi koruyamamış olmak benim suçum. Cezasını senin çekmene göz yumamam." diye fısıldadı. Belki de baba kız yaptığımız en duygusal konuşma buydu. Ya da yaptığımız nadir konuşmalardan olduğu için böyle hissediyordum bilinmez ama ağlamamak için kendimi kastığım bir gerçekti.
"Bu senin suçun değil." sonra konuşmayı uzatmayarak kendimi konumlandırdım ve Raydn'a döndüm.
'Raydn bana gerekli büyüyü söylemelisin.'
Raydn'nın sesi kulağıma fısıldarken babamın ellerimi belimi saran ellerinin üzerine koydum.
"İşe yarar mı bilmiyorum ama işe yararsa onu bedenimden nasıl çıkaracağımı bilmiyorum. Bu yüzden..." Özgür'e bakarak hafifçe tebessüm ettim. "Eğer işler yolunda gitmezse beni öldürdüğün o büyüyü ya da her ne ise onu yapmanı istiyorum."
Onun gözlerime bakarak kafasını sallayışını izledim. Tereddüt etmemişti. Ondan beklediğimde buydu, eğer ters giden bir şey olursa beni gözünü kırpmadan öldürebileceğini biliyordum. Belki de uzun zaman önce saçma gezegen Kralın'ı yanlış seçmişti. Eğer Kral Özgür olsaydı. Bir kadın uğruna gözünü kırpmayacağını bilirdim. Sanırım armalarının koruyucularını seçmekteki kriteri bu. Fedakarlık ya da aşk. Koruyucuların sadece soylu bir prens olmasını önemsemiyorlar, aynı zamanda onları pamuk gibi kalplerini de istiyorlardı. Bir pamuğun yeri geldiğinde elmastan daha sert ve sağlam olmasını bekliyorlardı. Ve bu biraz karışıklık oluşuyordu. Gözlerimi son kez bana bakanlarda dolandırdıktan sonra Raydn'nın söylediği sözleri fısıldamaya başladım. Ve son kelimeden sonra acıyla bir çığlık attım. Sanki birisi uzun zamandır bunu bekliyormuş gibi elini beynime sokmuştu.
Gözlerim bulanıklaşırken damarlarında ki kan yön değiştirdi ve organlarımı alt üst etti. Titreme eşliğinde gözlerimi kapatırken beynimi kontrol eden o sahiplik duygusunu yitirdim ve acıyı kabullendim. Sessizce beklerken içimdeki değişimi hissediyordum. Astrid her zamanki kusursuzluğuyla benim bedenimdeydi. İlk iş olarak babamın kollarından kurtuldu ve ayağa kalktı. Herkesin korkulu bakışları ardından konuştu.
"Fazla zaman yok." dedim ya da dedi. Kendi kontrolünüz dışında konuşmak oldukça garipti.
"Yani şimdi sen Astrid misin?" dedi Ryna bana doğru bir adım attı ve gözlerime baktı. Yavaşça kafamı sallayarak ellerimi kaldırdım. Ve yineledim "Fazla zamanımız yok. Beni nasıl çağırdığınızı bilmiyorum fakat, ne soracaksanız acele etmelisiniz."
Ama Ryna havaya kaldırdığı elini sol yanağıma geçirmeden önce tek bir şey söyledi. "Seni geberteceğim duydun mu beni!" Astrid acıyı hissetmemiş olacak ki tepki vermedi. Bense hissetmiş olmama rağmen tepki verememiştim.
"Bunları konuşacağımızı sanmıyorum küçük kız. Şimdi önemli olan bu Dünya." Ryna tekrar saldıracaktı ki Özgür onu tutarak geri çekti.
"O bedende hala Asya da var. Sakin ol."
"İkisini de geberteceğim. Aynı beden ya da değil. İkisi de ölmeyi hak ediyor." Ryna sakinleşmediğinde Melyn onu kendine çekti ve susturdu.
"Bize Boreas'ın yeri lazım." dedi Dawson.
"Dokuzuncu ve onuncu mühür kısa sürede bulundu çünkü Lues gerçekten sinirli. Ve son mührü kırdığında olacakları sadece o bilebilir."
"Bunları biliyoruz Astrid. Bize sadece Boreas'ı nerede bulabileceğimizi söyle." dedi Welkorot. Bana bakarken ben olmadığımı bilmesi onu rahatlatmış gibi görünüyordu. Ayrıca koridorda kaybolduğum o ilk zamanki gibi nefret dolu değildi. Daha çok hayattan bıkmış bir havası vardı.
"Onunla başa çıkamazsınız. Sadece sizdeki mührü gizleyin."
"Bırak buna biz karar verelim. Sen sadece yerini söyle." dedi Melyn. İçinde hala büyük bir kin besleyen bir başka kişiydi o da. Ryna'nın beline sardığı kolları olduğundan daha gergin görünüyordu.
"Saçmalama Melyn. Onun kocaman bir ordusu var."
"Bizde de Asya var. " diye tamamladı sözünü Melyn.
"Asya mı? Ne yaptığından bir haber küçük kız çocuğu. Onun Lues karşısında hiçbir şansı yok. Biliyorum oradaydım. Lues'la karşılaştığında tüm direncini kaybedecek. Ona karşı gelemez."
Astrid'in bu sözleriyle dişlerimi sıkmak istedim fakat yapamadım. Şu an sadece dinleme modundaydım.
"Ona inanıyorum." dedi babam. Gözlerimin içinden beni görüyormuşçasına bakıyordu. "Zamanı geldiğinde Lues'ın haddini bildirecek."
"Çok dokunaklı ama böyle olmayacağını biliyoruz. Hepimiz öleceğiz. Ve siz sadece zamanını ileri sarıyorsunuz."
"Sen yerini söyle Astrid. Kimin yanında ve ne zaman öleceğimizi kendimiz seçelim." dedi Welkorot dişlerinin arasından. Astrid ise omuzlarımı silkerek ona doğru ilerledi. Tam olarak dibine girdiğinde. Elimi karnının üzerine koydu ve beline doğru ilerletti. Welkorot'un vücut hatlarını incelerken sesli bir şekilde kıkırdadı.
Bir başka bedende can bulmak..." diye fısıldadı. "onun tüm anılarını, acılarını, düşüncelerini bilmek çok garip." Sonra parmak uçlarımda yükselerek kulağına yaklaştı. "Asya'nın seni nasıl kullandığını bilmek keyif verici." Sonra belindeki bıçağı çekerek buzun üzeri bir iki rakam yazdı. Ve Welkorot'a baktı.
"Kimin yanında öleceğin sana kalmış."
Acı eşliğinde bağırarak dizlerimin üzerine düştüm oradan da yüz üstü yere yapıştım denebilir. Bazen birkaç kelime sizin canınızı daha çok yakabiliyordu. Astrid'in inandırıcı yalanları hatta Welkorot'un buna inandığı düşüncesi şuan da beynimi iki yandan sıkıştırmalarından daha çok acıtıyordu canımı. Başım birisinin dizine yasladığında seslice inledim. Ve gözlerimi daha sıkı kapattım. Kaçmak istiyordum. Her şeyden ve herkesten uzakta tek başıma yaşamak istiyordum. Acısız. Belki o zaman kalbimin ağrısı son bulabilirdi. Belki o zaman beynim mantıklı seçimler yapabilirdi.
Bedenimdeki titreme durana kadar bilincimin gidip geliyordu. Bir yandan acıyı hissederken bir yandan da tatlı uykuya çekiliyordum. Tüm bunlar sırasında saçımı ritmik bir şekilde okşayan ellere odaklanmıştım. Sert ama nazik olmayı başarabilen parmaklara. Ve sessizliğe tamimiyle kapılmadan önce sadece o kişiyi düşündüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Avaritia
Fantasiİçini ısıtan hayaller mi yoksa canını acıtan gerçekler mi deseniz... Bir hayale kapılıp gitmek için her şeyi yapardım; ama o hayalin asla gerçekleşmeyeceğini bilmek işte asıl canımı yakan şey. Varsın yaksın, acının gerçekliğiyle ayaktayım şuan.Ama a...